S/A | Türkçe - Erhan Aktaş | Arapça | Ano |
---|---|---|---|
14/43 |
Başlarını yukarı dikerek(1), bakışları donup kalmış bir şekilde umutsuzca koşarlar.(2) |
مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ ۖ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ |
1793 |
14/44 |
Azâbın kendilerine geleceği gün ile insanları uyar. O zaman kendilerine haksızlık(1) yapanlar: “Rabb’imiz! Bize biraz daha süre ver de Senin çağrını kabul edelim ve Resûllere uyalım.” diyecekler. Allah da: “Daha önce sizin için bir tükenişin, inişe geçişin olmadığına yemin edenler sizler değil miydiniz?” diyecek. |
وَأَنذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيهِمُ الْعَذَابُ فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُوا رَبَّنَا أَخِّرْنَا إِلَىٰ أَجَلٍ قَرِيبٍ نُّجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ ۗ أَوَلَمْ تَكُونُوا أَقْسَمْتُم مِّن قَبْلُ مَا لَكُم مِّن زَوَالٍ |
1794 |
14/45 |
Ve siz, kendilerine zûlmeden halkların yurtlarında yaşadınız. Onlara neler yaptığımız sizlere belli olmuştu, örneklerle açıklamıştık. |
وَسَكَنتُمْ فِي مَسَاكِنِ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْأَمْثَالَ |
1795 |
14/46 |
Onlar, her türlü planı yapmışlardı. Oysaki dağları yerinden oynatacak derecede güçlü olduğunu sandıkları planları Allah’ın denetimi altındadır. |
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِندَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ |
1796 |
14/47 |
Öyleyse sakın Allah’ın Resûllerine verdiği sözden cayacağını sanma! Allah, Mutlak Üstün Olan’dır, Hesap Sorucu’dur. |
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ |
1797 |
14/48 |
O Gün(1) yeryüzü ve gökler başka bir hale dönüştürülür. Ve onlar, bir ve gücüne karşı konulamaz Allah’ın huzuruna çıkarlar. |
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْأَرْضُ غَيْرَ الْأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ ۖ وَبَرَزُوا لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ |
1798 |
14/49 |
O Gün; suçluları, birbirlerine yaklaştırılarak zincirlere vurulmuş görürsün. |
وَتَرَى الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ مُّقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ |
1799 |
14/50 |
Onların giysileri katrandandır ve yüzlerini ateş sarmıştır. |
سَرَابِيلُهُم مِّن قَطِرَانٍ وَتَغْشَىٰ وُجُوهَهُمُ النَّارُ |
1800 |
14/51 |
Allah, herkese kazandığına göre karşılık verecektir. Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir. |
لِيَجْزِيَ اللَّهُ كُلَّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ |
1801 |
14/52 |
Bu Kur’an, kendisiyle uyarılmaları, Allah’ın bir tek ilâh olduğunun bilinmesi ve sağlıklı düşünen akıl sahiplerinin öğüt almaları için insanlara bir mesajdır. |
هَٰذَا بَلَاغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ |
1802 |
S/A | Türkçe - Erhan Aktaş | Arapça | Ano |
---|---|---|---|
15/1 |
Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar, Kitâp’ın(1) ve Kur’ân-ı Mubîn’in(2) âyetleridir. |
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ الر ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ |
1803 |
15/2 |
Gün gelecek, Kâfirler(1): “Keşke Müslim olsaydık.” diye yakınacaklar. |
رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ |
1804 |
15/3 |
Bırak onları; yiyip, içip faydalansınlar; beklentileri onları oyalasın. Fakat yakında gerçeği anlayacaklar(1). |
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ |
1805 |
15/4 |
Biz, hiçbir kenti, bilinen bir kitâbı(1) olmaksızın helâk etmedik. |
وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَّعْلُومٌ |
1806 |
15/5 |
Hiçbir toplum, ecelini öne alamaz ve geciktiremez. |
مَّا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ |
1807 |
15/6 |
“Ey! Kendisine Zikir(1) indirildiğini söyleyen, sen gerçekten mecnûnsun!”(2) dediler. |
وَقَالُوا يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ |
1808 |
15/7 |
“Eğer doğru söylüyorsan, bize melekleri getir de görelim!(1)” |
لَّوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ |
1809 |
15/8 |
Biz, melekleri ancak Hakk ile(1) indiririz. O zaman da işleri bitirilmiş olur. |
مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُّنظَرِينَ |
1810 |
15/9 |
Zikri(1) Biz indirdik ve kesinlikle onun koruyucusu(2) da Biziz.(3) |
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ |
1811 |
15/10 |
Ve ant olsun ki senden önceki geçmiş topluluklara da gönderdik.(1) |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الْأَوَّلِينَ |
1812 |
15/11 |
Kendilerine gelen resûllerden alay etmedikleri olmadı. |
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ |
1813 |
15/12 |
Böylece onu(1) mücrimlerin(2) kalplerine sokarız. |
كَذَٰلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ |
1814 |
15/13 |
Kendilerinden öncekilerin sünneti(1) geçtiği halde ona inanmazlar. |
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ ۖ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ |
1815 |
15/14 |
Gökten bir kapı açsak da oraya çıksalar bile. |
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا مِّنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ |
1816 |
15/15 |
“Herhalde gözlerimiz döndürüldü(1), doğrusu büyülenmiş bir topluluğuz.” derlerdi. |
لَقَالُوا إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَّسْحُورُونَ |
1817 |
15/16 |
Ant olsun, Biz(1), semada burçlar yaptık ve bakanlar için onu donattık. |
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ |
1818 |
15/17 |
Onu her râcim(1) şeytândan(2) koruduk. |
وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ |
1819 |
15/18 |
Ancak, kulak hırsızlığı yapan olursa, onu parlak bir alev kovalar.(1) |
إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُّبِينٌ |
1820 |
15/19 |
Yeryüzünü yaydık ve oraya ağır baskılar yerleştirdik. Ve orada her türlü bitkiyi bir ölçüye göre yetiştirdik. |
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْزُونٍ |
1821 |
15/20 |
Sizin için de geçimlerini sizin sağlamadıklarınız için de orada, geçim kaynakları meydana getirdik. |
وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَن لَّسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ |
1822 |
15/21 |
Hazineleri Bizim yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Ve Biz, bilinen bir kaderi olmaksızın(1) onu indirmeyiz. |
وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلَّا عِندَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ |
1823 |
15/22 |
Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik. Gökten su indirdik ve sizi onunla suya kavuşturduk. Onun hazinelerini(1) oluşturan siz değilsiniz. |
وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ |
1824 |