Kur'an-ı Kerim - Erhan Aktaş

 
00:00
Örnek: 33
Örneğin: Cennet
Sûre Adı: 014. İbrahim - (İbrahim) Ibrahim – إبراهيم
S/A Türkçe - Erhan Aktaş Arapça Ano
14/43

Başlarını yukarı dikerek(1), bakışları donup kalmış bir şekilde umutsuzca koşarlar.(2)

مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ ۖ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ

1793
14/44

Azâbın kendilerine geleceği gün ile insanları uyar. O zaman kendilerine haksızlık(1) yapanlar: “Rabb’imiz! Bize biraz daha süre ver de Senin çağrını kabul edelim ve Resûllere uyalım.” diyecekler. Allah da: “Daha önce sizin için bir tükenişin, inişe geçişin olmadığına yemin edenler sizler değil miydiniz?” diyecek.

وَأَنذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيهِمُ الْعَذَابُ فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُوا رَبَّنَا أَخِّرْنَا إِلَىٰ أَجَلٍ قَرِيبٍ نُّجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ ۗ أَوَلَمْ تَكُونُوا أَقْسَمْتُم مِّن قَبْلُ مَا لَكُم مِّن زَوَالٍ

1794
14/45

Ve siz, kendilerine zûlmeden halkların yurtlarında yaşadınız. Onlara neler yaptığımız sizlere belli olmuştu, örneklerle açıklamıştık.

وَسَكَنتُمْ فِي مَسَاكِنِ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْأَمْثَالَ

1795
14/46

Onlar, her türlü planı yapmışlardı. Oysaki dağları yerinden oynatacak derecede güçlü olduğunu sandıkları planları Allah’ın denetimi altındadır.

وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِندَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ

1796
14/47

Öyleyse sakın Allah’ın Resûllerine verdiği sözden cayacağını sanma! Allah, Mutlak Üstün Olan’dır, Hesap Sorucu’dur.

فَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ

1797
14/48

O Gün(1) yeryüzü ve gökler başka bir hale dönüştürülür. Ve onlar, bir ve gücüne karşı konulamaz Allah’ın huzuruna çıkarlar.

يَوْمَ تُبَدَّلُ الْأَرْضُ غَيْرَ الْأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ ۖ وَبَرَزُوا لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ

1798
14/49

O Gün; suçluları, birbirlerine yaklaştırılarak zincirlere vurulmuş görürsün.

وَتَرَى الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ مُّقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ

1799
14/50

Onların giysileri katrandandır ve yüzlerini ateş sarmıştır.

سَرَابِيلُهُم مِّن قَطِرَانٍ وَتَغْشَىٰ وُجُوهَهُمُ النَّارُ

1800
14/51

Allah, herkese kazandığına göre karşılık verecektir. Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir.

لِيَجْزِيَ اللَّهُ كُلَّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ

1801
14/52

Bu Kur’an, kendisiyle uyarılmaları, Allah’ın bir tek ilâh olduğunun bilinmesi ve sağlıklı düşünen akıl sahiplerinin öğüt almaları için insanlara bir mesajdır.

هَٰذَا بَلَاغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ

1802
Sûre Adı: 015. Hicr - (Hicr Vadisi) Al-Hijr – الحجر
S/A Türkçe - Erhan Aktaş Arapça Ano
15/1

Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar, Kitâp’ın(1) ve Kur’ân-ı Mubîn’in(2) âyetleridir.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ الر ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ

1803
15/2

Gün gelecek, Kâfirler(1): “Keşke Müslim olsaydık.” diye yakınacaklar.

رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ

1804
15/3

Bırak onları; yiyip, içip faydalansınlar; beklentileri onları oyalasın. Fakat yakında gerçeği anlayacaklar(1).

ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

1805
15/4

Biz, hiçbir kenti, bilinen bir kitâbı(1) olmaksızın helâk etmedik.

وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَّعْلُومٌ

1806
15/5

Hiçbir toplum, ecelini öne alamaz ve geciktiremez.

مَّا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ

1807
15/6

“Ey! Kendisine Zikir(1) indirildiğini söyleyen, sen gerçekten mecnûnsun!”(2) dediler.

وَقَالُوا يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ

1808
15/7

“Eğer doğru söylüyorsan, bize melekleri getir de görelim!(1)”

لَّوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ

1809
15/8

Biz, melekleri ancak Hakk ile(1) indiririz. O zaman da işleri bitirilmiş olur.

مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُّنظَرِينَ

1810
15/9

Zikri(1) Biz indirdik ve kesinlikle onun koruyucusu(2) da Biziz.(3)

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

1811
15/10

Ve ant olsun ki senden önceki geçmiş topluluklara da gönderdik.(1)

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الْأَوَّلِينَ

1812
15/11

Kendilerine gelen resûllerden alay etmedikleri olmadı.

وَمَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ

1813
15/12

Böylece onu(1) mücrimlerin(2) kalplerine sokarız.

كَذَٰلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ

1814
15/13

Kendilerinden öncekilerin sünneti(1) geçtiği halde ona inanmazlar.

لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ ۖ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ

1815
15/14

Gökten bir kapı açsak da oraya çıksalar bile.

وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا مِّنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ

1816
15/15

“Herhalde gözlerimiz döndürüldü(1), doğrusu büyülenmiş bir topluluğuz.” derlerdi.

لَقَالُوا إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَّسْحُورُونَ

1817
15/16

Ant olsun, Biz(1), semada burçlar yaptık ve bakanlar için onu donattık.

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ

1818
15/17

Onu her râcim(1) şeytândan(2) koruduk.

وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ

1819
15/18

Ancak, kulak hırsızlığı yapan olursa, onu parlak bir alev kovalar.(1)

إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُّبِينٌ

1820
15/19

Yeryüzünü yaydık ve oraya ağır baskılar yerleştirdik. Ve orada her türlü bitkiyi bir ölçüye göre yetiştirdik.

وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْزُونٍ

1821
15/20

Sizin için de geçimlerini sizin sağlamadıklarınız için de orada, geçim kaynakları meydana getirdik.

وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَن لَّسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ

1822
15/21

Hazineleri Bizim yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Ve Biz, bilinen bir kaderi olmaksızın(1) onu indirmeyiz.

وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلَّا عِندَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ

1823
15/22

Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik. Gökten su indirdik ve sizi onunla suya kavuşturduk. Onun hazinelerini(1) oluşturan siz değilsiniz.

وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ

1824