Kur'an-ı Kerim - Erhan Aktaş

 
00:00
Örnek: 33
Örneğin: Cennet
Sûre Adı: 018. Kehf - (Mağara) Al-Kahf — الكهف
S/A Türkçe - Erhan Aktaş Arapça Ano
18/69

“İnşâallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı çıkmayacağım.” dedi.

قَالَ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا

2209
18/70

“O halde, eğer bana uyacaksan, hakkında bir açıklama yapıncaya kadar bana hiçbir şey hakkında soru sorma.” dedi.

قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَن شَيْءٍ حَتَّىٰ أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا

2210
18/71

Bunun üzerine yürüdüler. Nihâyet bir gemiye bindiklerinde onu deldi. Mûsâ: “İçindekilerini boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen şaşılacak bir iş yaptın.” dedi.

فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ خَرَقَهَا ۖ قَالَ أَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ أَهْلَهَا لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا إِمْرًا

2211
18/72

“Gerçek şu ki sen benimle birlikte olmada sabretmeye asla güç yetiremezsin dememiş miydim?”

قَالَ أَلَمْ أَقُلْ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا

2212
18/73

“Unutmuş olmamdan dolayı beni kınama ve bu işimden dolayı güçlük çıkarma.” dedi.

قَالَ لَا تُؤَاخِذْنِي بِمَا نَسِيتُ وَلَا تُرْهِقْنِي مِنْ أَمْرِي عُسْرًا

2213
18/74

Tekrar yola koyuldular. Nihâyet bir delikanlıya(1) rastladılar. Onu öldürdü. “Bir cana karşılık olmaksızın zekiyye(2) bir canı öldürdün mü? Gerçekten dehşet verici bir şey yaptın!”

فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَّقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُّكْرًا

2214
18/75

Sana, “Sen, kesinlikle benimle birlikte olmaya sabretmeye asla güç yetiremezsin, demedim mi?” dedi.

۞ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا

2215
18/76

“Eğer bir daha sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etmezsin! Tarafımdan(1) yeterince özür dilemede bulundum.”

قَالَ إِن سَأَلْتُكَ عَن شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي ۖ قَدْ بَلَغْتَ مِن لَّدُنِّي عُذْرًا

2216
18/77

Yeniden yola koyuldular. Bir kasabaya varınca, karşılaştıkları halktan yiyecek istediler. Ne var ki onlar, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hemen onu düzeltti. Mûsâ: “Eğer isteseydin elbette bunun için bir ücret alırdın.” dedi.

فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَن يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَن يَنقَضَّ فَأَقَامَهُ ۖ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَاتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا

2217
18/78

“İşte bu yollarımızın ayrılma vaktidir. Sabırlı olmaya güç yetiremediğin şeylerin içyüzünü sana açıklayacağım.” dedi.

قَالَ هَٰذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ ۚ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا

2218
18/79

“O gemi, geçimini denizden sağlayan yoksul kimselere aitti. Gemiyi hasarlı göstermek istedim, zira onların ilerisinde bütün gemileri gasp eden bir hükümdar vardı.”

أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُم مَّلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا

2219
18/80

“Delikanlıya gelince, anne ve babası Mü’min kimselerdi. Onları azgınlığa ve Küfre sürüklemesine rızamız olmadı.(1)”

وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا

2220
18/81

“Böylece onların Rabb’lerinin, onu, ondan daha hayırlı, daha zekât(1) ve merhamete daha yakın olanla değiştirmesini istedik.”

فَأَرَدْنَا أَن يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِّنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا

2221
18/82

“Duvar ise o şehirde iki yetim gence aitti. Ve onun altında, onlara ait bir servet vardı. Babaları iyi bir kimseydi. İşte onun için Rabb’in, onların erginlik dönemine erişmesini ve - Rabb’lerinden bir rahmet olarak- serveti çıkarmalarını istedi. Ve ben onu kendiliğimden bir iş olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin açıklaması budur.(1)”

وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَن يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ۚ ذَٰلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا

2222
18/83

Sana, Zu’l-Karneyn’den(1) soruyorlar. De ki: “Size ondan bir konu anlatacağım.”

وَيَسْأَلُونَكَ عَن ذِي الْقَرْنَيْنِ ۖ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُم مِّنْهُ ذِكْرًا

2223
18/84

Doğrusu Biz, onu yeryüzünde güçlendirdik ve ona her şeyden bir sebep(1) verdik.

إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا

2224
18/85

Böylece bir sebebe tâbi oldu.

فَأَتْبَعَ سَبَبًا

2225
18/86

Nihâyet o, Güneş’in battığı yere vardığı zaman, onu koyu bir suda batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir halkla karşılaştı. “Ey Zu’l-Karneyn! Dilersen onları cezalandırırsın, dilersen onlara iyilik edersin.(1)” dedik.

حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا ۗ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا

2226
18/87

Zu’l-Karneyn: “Kim zûlmederse ona azâp edeceğiz. Sonra Rabb’ine döndürülür. Böylece ona daha şiddetli bir azâpla azâp edilir.” dedi.

قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَىٰ رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا

2227
18/88

“Kim îmân eder ve sâlihâtı(1) yaparsa, en iyi karşılık onundur. Biz, ona her türlü kolaylığı göstereceğiz.”

وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَىٰ ۖ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا

2228
18/89

Sonra bir sebebe(1) tâbi oldu.

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا

2229
18/90

Nihâyet Güneş’in doğduğu yere vardığı zaman, onu, kendilerini Güneş’e karşı koruyacak bir örtü yapmadığımız bir halkın üzerine doğarken buldu.

حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَىٰ قَوْمٍ لَّمْ نَجْعَل لَّهُم مِّن دُونِهَا سِتْرًا

2230
18/91

İşte böyle! Biz, onun yanında olan şeyleri bilgimizle kuşatmıştık.

كَذَٰلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا

2231
18/92

Sonra bir sebebe tâbi oldu.

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا

2232
18/93

Nihâyet iki set arasına ulaştığı zaman, onların yanı başında neredeyse hiç söz anlamayan bir halkla karşılaştı.

حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوْمًا لَّا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا

2233
18/94

“Ey Zu’l-Karneyn! Şüphesiz Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Onun için, onlarla bizim aramıza ücreti mukabilinde bir set yap, olmaz mı?” dediler.

قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَىٰ أَن تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا

2234
18/95

“Rabb’imin, beni içinde bulundurduğu imkânlar daha hayırlıdır.” dedi. “Şimdi bana güç verin de sizinle onların arasına çok sağlam bir engel yapayım.” dedi.

قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا

2235
18/96

“Bana demir parçaları getirin. İki dağın arası eşit seviyeye gelinceye kadar körükleyin.” dedi. Onu bir ateş haline getirince, “Bana erimiş bakır getirin, onun üzerine dökeceğim.” dedi.

آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا سَاوَىٰ بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انفُخُوا ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا

2236
18/97

Artık onu aşmaya ve yarıp geçmeye güç yetiremediler.

فَمَا اسْطَاعُوا أَن يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا

2237
18/98

“Bu Rabb’imden bir rahmettir. Ama Rabb’imin uyarısı(1) gerçekleştiği zaman, onu yerle bir eder. Ve Rabb’imin uyarısı gerçektir.” dedi.

قَالَ هَٰذَا رَحْمَةٌ مِّن رَّبِّي ۖ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاءَ ۖ وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا

2238
18/99

O Gün(1) onları terk ederiz. Dalga dalga birbirlerine karışırlar. Ve Sûr’a üfürülür. Hepsini bir araya toplarız.

۞ وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ ۖ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا

2239
18/100

O Gün Cehennem’i Kâfirlere sunarız, tam bir sunuşla.

وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِّلْكَافِرِينَ عَرْضًا

2240