
femâ vecednâ fîhâ gayra beytim mine-lmüslimîn.
Arapça:
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ الْمُسْلِمِينَ
Türkçe:
Artık orada, bir ev dışında, müslümanlardan/Allah'a teslim olanlardan hiç kimse bulamıyorduk.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.
Diyanet Vakfı:
Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık.
İngilizce:
But We found not there any just (Muslim) persons except in one house:
Fransızca:
mais Nous n'y trouvâmes qu'une seule maison de gens soumis.
Almanca:
Dann fanden WIR in ihr nur ein Haus von Muslimen.
Rusça:
но нашли там только один дом с мусульманами.

veteraknâ fîhâ âyetel lilleẕîne yeḫâfûne-l`aẕâbe-l'elîm.
Arapça:
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
Türkçe:
Acıklı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık;
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.
Diyanet Vakfı:
Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.
İngilizce:
And We left there a Sign for such as fear the Grievous Penalty.
Fransızca:
Et Nous y laissâmes un signe pour ceux qui redoutent le douloureux châtiment ;
Almanca:
Und WIR ließen in ihr eine Aya für diejenigen, die sich vor der qualvollen Peinigung fürchten.
Rusça:
Мы оставили там знамение для тех, которые боятся мучительных страданий.

vefî mûsâ iẕ erselnâhü ilâ fir`avne bisülṭânim mübîn.
Arapça:
وَفِي مُوسَىٰ إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
Türkçe:
Mûsa'da da. Biz onu açık bir kanıtla Firavun'a gönderdik.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.
Diyanet Vakfı:
Musa'da da (ibretler vardır). Onu apaçık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.
İngilizce:
And in Moses (was another Sign): Behold, We sent him to Pharaoh, with authority manifest.
Fransızca:
[Il y a même un signe]: en Moïse quand Nous l'envoyâmes, avec une preuve évidente, vers Pharaon.
Almanca:
Und mit Musa (gab es eine Aya), als WIR ihn zu Pharao mit einem deutlichen Beweis entsandten.
Rusça:
Знамение было и в рассказе о Мусе (Моисее). Вот Мы отправили его к Фараону с явным доводом.

fetevellâ biruknihî veḳâle sâḥirun ev mecnûn.
Arapça:
فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Türkçe:
O tüm gücüyle/tüm seçkin adamlarıyla birlikte yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Bir büyücü yahut mecnun."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: "Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir." demişti.
Diyanet Vakfı:
Firavun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: "O, bir büyücüdür veya bir delidir" demişti.
İngilizce:
But (Pharaoh) turned back with his Chiefs, and said, "A sorcerer, or one possessed!"
Fransızca:
Mais [celui-ci]: se détourna confiant en sa puissance, et dit : "C'est un magicien ou un possédé ! "
Almanca:
Dann wandte er sich zu seinen Protektoren und sagte: "(Er ist) ein Magier oder geistesgestört."
Rusça:
Он отвернулся в сторону (или вместе со своим окружением) и сказал: "Колдун или одержимый!"

feeḫaẕnâhü vecünûdehû fenebeẕnâhüm fi-lyemmi vehüve mülîm.
Arapça:
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ
Türkçe:
Bunun üzerine, onu da ordusunu da yakalayıp suyun ortasına fırlattık. Kendi kendini kınayıp duruyordu.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu.
Diyanet Vakfı:
Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu.
İngilizce:
So We took him and his forces, and threw them into the sea; and his was the blame.
Fransızca:
Nous le saisîmes ainsi que ses troupes, puis les jetâmes dans les flots, pour son comportement blâmable.
Almanca:
Dann bestraften WIR ihn mit seinen Soldaten, dann warfen WIR sie in den Fluß, während er tadelnswert war.
Rusça:
Мы схватили его вместе с войском и бросили их в море, и он был достоин порицания.

vefî `âdin iẕ erselnâ `aleyhimü-rrîḥa-l`aḳîm.
Arapça:
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ
Türkçe:
Âd kavminde de bir ibret var. Onlar üzerine, her şeyi yerinden söken rüzgârı göndermiştik.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.
Diyanet Vakfı:
Ad kavminde de (ibretler vardır). Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.
İngilizce:
And in the 'Ad (people) (was another Sign): Behold, We sent against them the devastating Wind:
Fransızca:
De même pour les Aad, quand Nous envoyâmes contre eux le vent dévastateur
Almanca:
Und mit 'Aad (gab es eine Aya), als WIR über sie den unfruchtbar machenden Wind schickten,
Rusça:
Знамение было и в рассказе об адитах. Вот Мы наслали на них недобрый ветер.

mâ teẕeru min şey'in etet `aleyhi illâ ce`alethü kelramîm.
Arapça:
مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ
Türkçe:
Üzerinden geçtiği her şeyi kül haline getirmeden bırakmıyordu.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.
Diyanet Vakfı:
Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.
İngilizce:
It left nothing whatever that it came up against, but reduced it to ruin and rottenness.
Fransızca:
n'épargnant rien sur son passage sans le réduire en poussière.
Almanca:
der nichts von dem läßt, worüber er wehte, ohne daß er es zu Zermalmtem machte.
Rusça:
Он обращал в подобие праха все, на что налетал.

vefî ŝemûde iẕ ḳîle lehüm temette`û ḥattâ ḥîn.
Arapça:
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّىٰ حِينٍ
Türkçe:
Semûd'da da bir ibret var. Onlara şöyle denmişti: "Bir vakte kadar yiyip içip eğlenin."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
Diyanet Vakfı:
Semud kavminde de (ibretler vardır). Onlara: Bir süreye kadar faydalanın, denmişti.
İngilizce:
And in the Thamud (was another Sign): Behold, they were told, "Enjoy (your brief day) for a little while!"
Fransızca:
De même pour les Tamud, quand il leur fut dit : "Jouissez jusqu'à un certain temps ! "
Almanca:
Und mit Thamud (gab es eine Aya), als ihnen gesagt wurde: "Vergnügt euch nur bis zu einer Zeit!"
Rusça:
Знамение было и в рассказе о самудянах. Им было сказано: "Пользуйтесь благами до определенного времени".

fe`atev `an emri rabbihim feeḫaẕethümu-ṣṣâ`iḳatü vehüm yenżurûn.
Arapça:
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ
Türkçe:
Daha sonra onlar, Rablerinin emrine kafa tuttular da gözleri baka baka yıldırım kendilerini yakaladı.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
Diyanet Vakfı:
Rablerinin emrine karşı geldiler. Bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi.
İngilizce:
But they insolently defied the Command of their Lord: So the stunning noise (of an earthquake) seized them, even while they were looking on.
Fransızca:
Ils défièrent le commandement de leur Seigneur. La foudre les saisit alors qu'ils regardaient.
Almanca:
Dann erhoben sie sich über die Anweisung ihres HERRN, dann erschlug sie der Blitzschlag während sie zuschauten.
Rusça:
Они ослушались веления своего Господа, и их поразило губительное наказание, пока они наблюдали за этим.

feme-steṭâ`û min ḳiyâmiv vemâ kânû münteṣirîn.
Arapça:
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ
Türkçe:
Ne kalkıp kaçabildiler ne de kendilerine yardım eden oldu.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
Diyanet Vakfı:
Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.
İngilizce:
Then they could not even stand (on their feet), nor could they help themselves.
Fransızca:
Ils ne purent ni se mettre debout ni être secourus.
Almanca:
Dann konnten sie weder aufstehen, noch wurde ihnen beigestanden.
Rusça:
Они не смогли даже подняться, и никто не помог им.
Sayfalar
