Hizb 53

 
00:00

femâ vecednâ fîhâ gayra beytim mine-lmüslimîn.

Arapça:

فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ الْمُسْلِمِينَ

Türkçe:

Artık orada, bir ev dışında, müslümanlardan/Allah'a teslim olanlardan hiç kimse bulamıyorduk.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.

Diyanet Vakfı:

Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık.

İngilizce:

But We found not there any just (Muslim) persons except in one house:

Fransızca:

mais Nous n'y trouvâmes qu'une seule maison de gens soumis.

Almanca:

Dann fanden WIR in ihr nur ein Haus von Muslimen.

Rusça:

но нашли там только один дом с мусульманами.

 
00:00

veteraknâ fîhâ âyetel lilleẕîne yeḫâfûne-l`aẕâbe-l'elîm.

Arapça:

وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ

Türkçe:

Acıklı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık;

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.

Diyanet Vakfı:

Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.

İngilizce:

And We left there a Sign for such as fear the Grievous Penalty.

Fransızca:

Et Nous y laissâmes un signe pour ceux qui redoutent le douloureux châtiment ;

Almanca:

Und WIR ließen in ihr eine Aya für diejenigen, die sich vor der qualvollen Peinigung fürchten.

Rusça:

Мы оставили там знамение для тех, которые боятся мучительных страданий.

 
00:00

vefî mûsâ iẕ erselnâhü ilâ fir`avne bisülṭânim mübîn.

Arapça:

وَفِي مُوسَىٰ إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ

Türkçe:

Mûsa'da da. Biz onu açık bir kanıtla Firavun'a gönderdik.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.

Diyanet Vakfı:

Musa'da da (ibretler vardır). Onu apaçık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.

İngilizce:

And in Moses (was another Sign): Behold, We sent him to Pharaoh, with authority manifest.

Fransızca:

[Il y a même un signe]: en Moïse quand Nous l'envoyâmes, avec une preuve évidente, vers Pharaon.

Almanca:

Und mit Musa (gab es eine Aya), als WIR ihn zu Pharao mit einem deutlichen Beweis entsandten.

Rusça:

Знамение было и в рассказе о Мусе (Моисее). Вот Мы отправили его к Фараону с явным доводом.

 
00:00

fetevellâ biruknihî veḳâle sâḥirun ev mecnûn.

Arapça:

فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ

Türkçe:

O tüm gücüyle/tüm seçkin adamlarıyla birlikte yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Bir büyücü yahut mecnun."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: "Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir." demişti.

Diyanet Vakfı:

Firavun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: "O, bir büyücüdür veya bir delidir" demişti.

İngilizce:

But (Pharaoh) turned back with his Chiefs, and said, "A sorcerer, or one possessed!"

Fransızca:

Mais [celui-ci]: se détourna confiant en sa puissance, et dit : "C'est un magicien ou un possédé ! "

Almanca:

Dann wandte er sich zu seinen Protektoren und sagte: "(Er ist) ein Magier oder geistesgestört."

Rusça:

Он отвернулся в сторону (или вместе со своим окружением) и сказал: "Колдун или одержимый!"

 
00:00

feeḫaẕnâhü vecünûdehû fenebeẕnâhüm fi-lyemmi vehüve mülîm.

Arapça:

فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ

Türkçe:

Bunun üzerine, onu da ordusunu da yakalayıp suyun ortasına fırlattık. Kendi kendini kınayıp duruyordu.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu.

Diyanet Vakfı:

Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu.

İngilizce:

So We took him and his forces, and threw them into the sea; and his was the blame.

Fransızca:

Nous le saisîmes ainsi que ses troupes, puis les jetâmes dans les flots, pour son comportement blâmable.

Almanca:

Dann bestraften WIR ihn mit seinen Soldaten, dann warfen WIR sie in den Fluß, während er tadelnswert war.

Rusça:

Мы схватили его вместе с войском и бросили их в море, и он был достоин порицания.

 
00:00

vefî `âdin iẕ erselnâ `aleyhimü-rrîḥa-l`aḳîm.

Arapça:

وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ

Türkçe:

Âd kavminde de bir ibret var. Onlar üzerine, her şeyi yerinden söken rüzgârı göndermiştik.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.

Diyanet Vakfı:

Ad kavminde de (ibretler vardır). Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.

İngilizce:

And in the 'Ad (people) (was another Sign): Behold, We sent against them the devastating Wind:

Fransızca:

De même pour les Aad, quand Nous envoyâmes contre eux le vent dévastateur

Almanca:

Und mit 'Aad (gab es eine Aya), als WIR über sie den unfruchtbar machenden Wind schickten,

Rusça:

Знамение было и в рассказе об адитах. Вот Мы наслали на них недобрый ветер.

 
00:00

mâ teẕeru min şey'in etet `aleyhi illâ ce`alethü kelramîm.

Arapça:

مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ

Türkçe:

Üzerinden geçtiği her şeyi kül haline getirmeden bırakmıyordu.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.

Diyanet Vakfı:

Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.

İngilizce:

It left nothing whatever that it came up against, but reduced it to ruin and rottenness.

Fransızca:

n'épargnant rien sur son passage sans le réduire en poussière.

Almanca:

der nichts von dem läßt, worüber er wehte, ohne daß er es zu Zermalmtem machte.

Rusça:

Он обращал в подобие праха все, на что налетал.

 
00:00

vefî ŝemûde iẕ ḳîle lehüm temette`û ḥattâ ḥîn.

Arapça:

وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّىٰ حِينٍ

Türkçe:

Semûd'da da bir ibret var. Onlara şöyle denmişti: "Bir vakte kadar yiyip içip eğlenin."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.

Diyanet Vakfı:

Semud kavminde de (ibretler vardır). Onlara: Bir süreye kadar faydalanın, denmişti.

İngilizce:

And in the Thamud (was another Sign): Behold, they were told, "Enjoy (your brief day) for a little while!"

Fransızca:

De même pour les Tamud, quand il leur fut dit : "Jouissez jusqu'à un certain temps ! "

Almanca:

Und mit Thamud (gab es eine Aya), als ihnen gesagt wurde: "Vergnügt euch nur bis zu einer Zeit!"

Rusça:

Знамение было и в рассказе о самудянах. Им было сказано: "Пользуйтесь благами до определенного времени".

 
00:00

fe`atev `an emri rabbihim feeḫaẕethümu-ṣṣâ`iḳatü vehüm yenżurûn.

Arapça:

فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ

Türkçe:

Daha sonra onlar, Rablerinin emrine kafa tuttular da gözleri baka baka yıldırım kendilerini yakaladı.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.

Diyanet Vakfı:

Rablerinin emrine karşı geldiler. Bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi.

İngilizce:

But they insolently defied the Command of their Lord: So the stunning noise (of an earthquake) seized them, even while they were looking on.

Fransızca:

Ils défièrent le commandement de leur Seigneur. La foudre les saisit alors qu'ils regardaient.

Almanca:

Dann erhoben sie sich über die Anweisung ihres HERRN, dann erschlug sie der Blitzschlag während sie zuschauten.

Rusça:

Они ослушались веления своего Господа, и их поразило губительное наказание, пока они наблюдали за этим.

 
00:00

feme-steṭâ`û min ḳiyâmiv vemâ kânû münteṣirîn.

Arapça:

فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ

Türkçe:

Ne kalkıp kaçabildiler ne de kendilerine yardım eden oldu.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.

Diyanet Vakfı:

Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.

İngilizce:

Then they could not even stand (on their feet), nor could they help themselves.

Fransızca:

Ils ne purent ni se mettre debout ni être secourus.

Almanca:

Dann konnten sie weder aufstehen, noch wurde ihnen beigestanden.

Rusça:

Они не смогли даже подняться, и никто не помог им.

Sayfalar

Hizb 53 beslemesine abone olun.