S/A | Türkçe - Erhan Aktaş | Arapça | Ano |
---|---|---|---|
6/76 |
Gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “Rabb’im budur.” dedi. O, batınca da “Ben batanları sevmem!” dedi. |
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَأَىٰ كَوْكَبًا ۖ قَالَ هَٰذَا رَبِّي ۖ فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَا أُحِبُّ الْآفِلِينَ |
865 |
6/77 |
Sonra Ay’ın ortaya çıkışını görünce, “Rabb’im budur.” dedi. Ay kaybolunca, “Eğer Rabb’im bana doğru yolu göstermemiş olsaydı sapkın olan halktan olurdum!” dedi. |
فَلَمَّا رَأَى الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هَٰذَا رَبِّي ۖ فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَئِن لَّمْ يَهْدِنِي رَبِّي لَأَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالِّينَ |
866 |
6/78 |
Sonra Güneş’i doğarken görünce, “Bu daha büyük, Rabb’im budur.” dedi. Ama o batınca, “Ey halkım, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım!” dedi.(1) |
فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَٰذَا رَبِّي هَٰذَا أَكْبَرُ ۖ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ |
867 |
6/79 |
“Ben hanif(1) olarak yüzümü göklerin ve yerin fıtratını(2) belirleyene yönelttim; ben Müşriklerden değilim.” |
إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا ۖ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ |
868 |
6/80 |
Halkı onunla tartıştı. “Bana doğru yolu gösteren Allah hakkında benimle niçin tartışıyorsunuz? Ben, O’na eş koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak Rabb’imin dilediği olur. Rabb’imin İlmi Her Şeyi Kuşatmıştır. Hala düşünmeyecek misiniz?” |
وَحَاجَّهُ قَوْمُهُ ۚ قَالَ أَتُحَاجُّونِّي فِي اللَّهِ وَقَدْ هَدَانِ ۚ وَلَا أَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهِ إِلَّا أَن يَشَاءَ رَبِّي شَيْئًا ۗ وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا ۗ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ |
869 |
6/81 |
“Siz, Allah’ın size, hakkında hiçbir yetki(1) vermediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl olur da sizin ortak koştuklarınızdan korkarım? Bu iki taraftan hangisi emin olmaya daha layıktır? Keşke bilseydiniz!” |
وَكَيْفَ أَخَافُ مَا أَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ أَنَّكُمْ أَشْرَكْتُم بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا ۚ فَأَيُّ الْفَرِيقَيْنِ أَحَقُّ بِالْأَمْنِ ۖ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ |
870 |
6/82 |
Îmân etmiş ve îmânlarına zulmü(1) bulaştırmamış olanlar var ya işte emniyet içinde olanlar da hidâyete ermiş olanlar(2) da onlardır. |
الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُولَٰئِكَ لَهُمُ الْأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ |
871 |
6/83 |
İşte bunlar, halkına karşı İbrâhîm’e verdiğimiz huccetlerimizdir.(1) Dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Kuşkusuz Rabb’in, En İyi Hüküm Veren’dir, Her Şeyi Bilen’dir. |
وَتِلْكَ حُجَّتُنَا آتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ عَلَىٰ قَوْمِهِ ۚ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَّن نَّشَاءُ ۗ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ |
872 |
6/84 |
Biz ona İshâk’ı ve Ya’kûb’u bağışladık. Her birine de hidâyet(1) verdik. Daha önce Nûh’a da hidâyet verdik. O(2)’nun soyundan Dâvûd’a, Süleymân’a, Eyyûb’a, Yûsuf’a, Mûsâ’ya ve Hârûn’a da. İşte muhsin(3) olanları böylece ödüllendiririz. |
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ ۚ كُلًّا هَدَيْنَا ۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِن قَبْلُ ۖ وَمِن ذُرِّيَّتِهِ دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ وَأَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسَىٰ وَهَارُونَ ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ |
873 |
6/85 |
Zekeriyâ’yı, Yahyâ’yı, Îsâ’yı ve İlyâs da. Hepsi de sâlihlerdendi.(1) |
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيَىٰ وَعِيسَىٰ وَإِلْيَاسَ ۖ كُلٌّ مِّنَ الصَّالِحِينَ |
874 |
6/86 |
İsmâîl’i, Elyesâ’yı, Yûnus’u ve Lût’u da. Hepsini âlemlere öncü kıldık. |
وَإِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًا ۚ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمِينَ |
875 |
6/87 |
Onların; atalarından, soylarından ve kardeşlerinden bir kısmını da. Onları seçtik ve dosdoğru yola ilettik. |
وَمِنْ آبَائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَإِخْوَانِهِمْ ۖ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ |
876 |
6/88 |
İşte bu, Allah’ın hidâyetidir.(1) Kullarından dilediğini bununla hidâyet eder. Eğer şirk koşsalardı, yaptıkları boşa giderdi. |
ذَٰلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۚ وَلَوْ أَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ |
877 |
6/89 |
İşte bunlar, kendilerine Kitâp, Hüküm ve Nubuvvet(1) verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar, bunları küfrederlerse(2) yerlerine bunları küfretmeyecek(2) bir halkı vekil etmişizdir. |
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ۚ فَإِن يَكْفُرْ بِهَا هَٰؤُلَاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَّيْسُوا بِهَا بِكَافِرِينَ |
878 |
6/90 |
İşte bunlar, Allah’ın hidâyet ettikleridir. Onların yoluna uy. De ki: “Ben, buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu ancak, âlemler için bir öğüttür.” |
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ هَدَى اللَّهُ ۖ فَبِهُدَاهُمُ اقْتَدِهْ ۗ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا ۖ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْعَالَمِينَ |
879 |
6/91 |
Allah’ı gereği gibi takdir etmediler. “Allah, beşere(1) hiçbir şey indirmedi.” dediler. De ki: “Mûsâ’nın insanlar için bir nûr(2) ve hidâyet olarak getirdiği; sizin yazılı sayfalar haline getirip bir kısmını açıklayıp ama çoğunu da gizlediğiniz; sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler, kendisiyle size öğretilen Kitâp’ı kim indirdi?” Sen, “Allah” de. Ve sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar! |
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ عَلَىٰ بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ ۗ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاءَ بِهِ مُوسَىٰ نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ ۖ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا ۖ وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُوا أَنتُمْ وَلَا آبَاؤُكُمْ ۖ قُلِ اللَّهُ ۖ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ |
880 |
6/92 |
Bu, şehirlerin anası ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendisinden öncekileri doğrulayan kutlu bir Kitâp’tır. Âhiret’e îmân edenler, buna da îmân ederler. Ve onlar salâtlarını(1) korurlar. |
وَهَٰذَا كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُّصَدِّقُ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَىٰ وَمَنْ حَوْلَهَا ۚ وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِهِ ۖ وَهُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ |
881 |
6/93 |
Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendisine hiçbir şey vahyedilmemiş iken, “Bana da vahyolundu.” diyenden ya da “Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim.” diyenden daha zâlim kim olabilir? Melekler, canlarını almak için ellerini uzatıp, “Canlarınızı verin; Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve onun âyetlerine karşı büyüklük taslamanızdan dolayı bugün alçaltıcı azâbı tadın.” dediklerinde, can çekişirlerken bu zâlimleri bir görsen! |
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَن قَالَ سَأُنزِلُ مِثْلَ مَا أَنزَلَ اللَّهُ ۗ وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلَائِكَةُ بَاسِطُو أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوا أَنفُسَكُمُ ۖ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ |
882 |
6/94 |
Ant olsun, sizi ilk yarattığımız gibi yine tek başınıza Bize geldiniz. Sizi hayaline daldırdığımız şeyleri arkanızda bıraktınız. Hani! Ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı yanınızda görmüyoruz. Ant olsun ki, aranızdaki bağlar artık kopmuştur. Umduklarınızın tamamı sizden kaybolup gitmiştir. |
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادَىٰ كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُم مَّا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَاءَ ظُهُورِكُمْ ۖ وَمَا نَرَىٰ مَعَكُمْ شُفَعَاءَكُمُ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ أَنَّهُمْ فِيكُمْ شُرَكَاءُ ۚ لَقَد تَّقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنكُم مَّا كُنتُمْ تَزْعُمُونَ |
883 |
6/95 |
Evet; Allah, tohumu ve çekirdeği yarandır: Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! O halde nasıl çevriliyorsunuz? |
۞ إِنَّ اللَّهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوَىٰ ۖ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ ۖ فَأَنَّىٰ تُؤْفَكُونَ |
884 |
6/96 |
O karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi bir sükûnet, Güneş’i ve Ay’ı bir hesap ölçüsü kılandır. İşte bunlar, Mutlak Üstün Olan’ın, Her Şeyi Bilen’in takdiridir. |
فَالِقُ الْإِصْبَاحِ وَجَعَلَ اللَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًا ۚ ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ |
885 |
6/97 |
Karanın ve denizin karanlıklarında yönünüzü bulasınız diye yıldızları size kılavuz yapan O’dur. Kuşkusuz akleden bir halk için âyetleri böylece ayrıntılı şekilde açıkladık. |
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ ۗ قَدْ فَصَّلْنَا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ |
886 |
6/98 |
Sizi tek bir nefisten inşâ eden O’dur. Sizin için bir kalış ve emanet olarak konuluş yeri vardır. Akleden bir halk için âyetlerimizi böylece ayrıntılı bir şekilde açıkladık. |
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ ۗ قَدْ فَصَّلْنَا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ |
887 |
6/99 |
O, gökten su indirendir. Onunla her türlü bitkiyi bitirdik. Ondan her çeşit bitkiyi çıkardık. Onlardan yığın yığın daneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, birbirine hem benzeyen hem benzemeyen; üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve meyvesi olgunlaştığında her birine bir bakın! Bunlarda îmân eden bir kavim için âyetler(1) vardır. |
وَهُوَ الَّذِي أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَأَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُّخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُّتَرَاكِبًا وَمِنَ النَّخْلِ مِن طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِّنْ أَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ ۗ انظُرُوا إِلَىٰ ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَيَنْعِهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكُمْ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ |
888 |
6/100 |
Cinnleri(1) Allah’a ortak koştular. Oysa onları da O yaratmıştır. Bir bilgiye dayanmadan O’na oğullar ve kızlar isnat ettiler! O, onların niteledikleri şeylerden uzaktır ve yücedir. |
وَجَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ ۖ وَخَرَقُوا لَهُ بَنِينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍ ۚ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يَصِفُونَ |
889 |
6/101 |
Gökleri ve yeri yaratan Bedî(1) odur. Eşi benzeri olmayanın(2) nasıl olur da çocuğu olabilir? O, Her Şeyi Yaratan’dır. Ve Her Şeyi Hakkıyla Bilen’dir. |
بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ أَنَّىٰ يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ ۖ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ ۖ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ |
890 |
6/102 |
İşte Rabb’iniz Allah budur; O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyi yaratandır. O halde O’na kulluk edin. O, Her Şeye Vekil’dir. |
ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ ۚ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ |
891 |
6/103 |
Gözler O’nu idrak edemez; O, gözleri idrak eder. O, Bütün Ayrıntıları Bilen’dir, Her Şeyden Haberdar’dır. |
لَّا تُدْرِكُهُ الْأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْأَبْصَارَ ۖ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ |
892 |
6/104 |
Rabb’inizden size basiret(1) verilmiştir. Kim gerçeği görürse(2) kendi yararınadır, kim de gerçeği görmezse(3) kendi aleyhinedir. “Ben üzerinize bekçi değilim.” |
قَدْ جَاءَكُم بَصَائِرُ مِن رَّبِّكُمْ ۖ فَمَنْ أَبْصَرَ فَلِنَفْسِهِ ۖ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا ۚ وَمَا أَنَا عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ |
893 |
6/105 |
İşte böylece Biz, âyetleri döne döne açıklıyoruz. Varsın “Sen ders almışsın.” desinler.(1) Oysa bilen(2) bir halk için onu(3) ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. |
وَكَذَٰلِكَ نُصَرِّفُ الْآيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ |
894 |
6/106 |
Rabb’inden sana vahyolunana uy, O’ndan başka ilâh yoktur. Ortak koşanlara aldırma. |
اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ |
895 |
6/107 |
Eğer Allah dileseydi(1), onlar Müşrik olmazlardı. Seni onların üzerine koruyucu yapmadık. Ve Sen onların vekili de değilsin. |
وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا أَشْرَكُوا ۗ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا ۖ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ |
896 |