S/A | Türkçe - Erhan Aktaş | Arapça | Ano |
---|---|---|---|
7/135 |
Biz onlardan geçirecekleri bir süreye kadar azâbı kaldırınca da hemen sözlerinden dönüverdiler. |
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَىٰ أَجَلٍ هُم بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ |
1089 |
7/136 |
Bu yüzden, Biz de onlara hak ettikleri cezayı verdik, onları denizde boğduk. Çünkü onlar âyetlerimizi yalanladılar. Onları umursamaz olmuşlardı. |
فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ |
1090 |
7/137 |
Mus’tezaf(1) olan halkı da bereketlendirdiğimiz arzın doğusuna ve batısına mirasçı kıldık. Sabretmelerine karşılık Rabb’inin İsrâîloğullarına takdir ettiği hüküm gerçekleşti. Firavun ve halkının yapıp yükselttikleri yapıları harap ettik. |
وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا ۖ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَىٰ عَلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ بِمَا صَبَرُوا ۖ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ |
1091 |
7/138 |
İsrâîloğullarını denizden geçirdik. Kendilerine özgü putlara tapan bir halka rastladılar. Ey Mûsâ! “Bize de bunların ilâhları gibi bir ilâh yap.” dediler. “Siz gerçekten cahil bir kavimsiniz.” dedi. |
وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتَوْا عَلَىٰ قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلَىٰ أَصْنَامٍ لَّهُمْ ۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَل لَّنَا إِلَٰهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ ۚ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ |
1092 |
7/139 |
“Bunların içinde bulundukları(1) yok olacaktır ve yaptıkları şey(2) de bâtıldır.” |
إِنَّ هَٰؤُلَاءِ مُتَبَّرٌ مَّا هُمْ فِيهِ وَبَاطِلٌ مَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ |
1093 |
7/140 |
“Sizi âlemlere üstün(1) kıldığı halde, size Allah’tan başka bir ilâh mı arayayım?” dedi. |
قَالَ أَغَيْرَ اللَّهِ أَبْغِيكُمْ إِلَٰهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ |
1094 |
7/141 |
Hani Biz, size azâpların en kötüsünü yapan; oğullarınızı öldürüp, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun toplumundan sizi kurtarmıştık. Bunda, sizin için Rabb’inizden büyük bir sınav vardı.” |
وَإِذْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ ۖ يُقَتِّلُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ ۚ وَفِي ذَٰلِكُم بَلَاءٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ |
1095 |
7/142 |
Mûsâ’ya, otuz gece süre verdik, sonra buna on gece daha ekledik. Böylece Rabb’inin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârun’a, “Benim halkım içinde benim yerime geç, onları ıslâh et ve bozguncuların yoluna uyma!” dedi. |
۞ وَوَاعَدْنَا مُوسَىٰ ثَلَاثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ۚ وَقَالَ مُوسَىٰ لِأَخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ |
1096 |
7/143 |
Ve Mûsâ, belirlediğimiz yere gelip de Rabb’i onunla konuşunca: “Bana görün de Sana bakayım!(1)” dedi. “Sen Beni göremezsin, fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de Beni göreceksin.” buyurdu. Rabb’i dağa tecelli edince onu darmadağın etti ve Mûsâ baygın düştü. Kendine gelince: “Sen münezzehsin.(2) Tevbe ettim Sana. Ben Mü’minlerin(3) ilkiyim.” dedi. |
وَلَمَّا جَاءَ مُوسَىٰ لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ ۚ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَٰكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي ۚ فَلَمَّا تَجَلَّىٰ رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَىٰ صَعِقًا ۚ فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ |
1097 |
7/144 |
“Ey Mûsâ! Gönderdiklerimle ve Kelâmımla seni insanlar arasında üstün kıldım.(1) Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol!” dedi. |
قَالَ يَا مُوسَىٰ إِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَاتِي وَبِكَلَامِي فَخُذْ مَا آتَيْتُكَ وَكُن مِّنَ الشَّاكِرِينَ |
1098 |
7/145 |
Ona verdiğimiz levhalarda öğüt olmak üzere her şeyi açık bir şekilde yazdık. “Onu kuvvetle tut(1) ve halkına da onu en iyi şekilde tutmalarını buyur. Yakında size fâsıkların(2) yurdunu göstereceğim.” |
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْأَلْوَاحِ مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْعِظَةً وَتَفْصِيلًا لِّكُلِّ شَيْءٍ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِأَحْسَنِهَا ۚ سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ |
1099 |
7/146 |
Yeryüzünde, haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimden(1) uzaklaştıracağım. Onlar, bütün âyetleri(2) görseler de yine ona inanmazlar. Rüşd(3) yolunu görseler de onu yol tutmazlar; ama azgınlık(4) yolunu görseler onu kendilerine yol tutarlar. Bu, âyetlerimizi yalanlamalarından ve ondan gâfil(5) bulunmalarındandır. |
سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِن يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَّا يُؤْمِنُوا بِهَا وَإِن يَرَوْا سَبِيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا وَإِن يَرَوْا سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ |
1100 |
7/147 |
Âyetlerimizi ve âhiretteki karşılaşmayı yalanlayan kimselerin amelleri boşa gitmiştir. Onlar, başkasıyla değil, ancak kendi yaptıkları ile cezalandırılacaklardır. |
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ ۚ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ |
1101 |
7/148 |
Mûsâ’nın halkı, onun arkasından, böğürmesi olan, süs eşyalarından yapılmış bir buzağı heykelini benimsediler. Onun kendileriyle konuşamadığını ve yol gösteremediğini görmediler mi ki onu benimsediler? Onu benimsemekle zâlimlerden oldular. |
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسَىٰ مِن بَعْدِهِ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلًا جَسَدًا لَّهُ خُوَارٌ ۚ أَلَمْ يَرَوْا أَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْدِيهِمْ سَبِيلًا ۘ اتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِمِينَ |
1102 |
7/149 |
Ne zaman ki akılları başlarına gelip gerçekten sapmış olduklarını görünce: “Eğer Rabb’imiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.” dediler. |
وَلَمَّا سُقِطَ فِي أَيْدِيهِمْ وَرَأَوْا أَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّوا قَالُوا لَئِن لَّمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ |
1103 |
7/150 |
Mûsâ, halkına döndüğünde, öfke ve üzüntü içinde onlara: “Benim yokluğumda ne kötü işler yapmışsınız! Rabb’inizin emrini(1) çabuklaştırdınız mı?” dedi. Levhâları bırakıp, kardeşinin başını tutup kendine çekti. “Ey annemin oğlu! Gerçekten bu halk beni zayıf buldu, neredeyse beni öldüreceklerdi; sen de düşmanları benimle sevindirme, beni bu zâlim kimselerle bir tutma.” dedi. |
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِن بَعْدِي ۖ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ ۖ وَأَلْقَى الْأَلْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ ۚ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُوا يَقْتُلُونَنِي فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْأَعْدَاءَ وَلَا تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ |
1104 |
7/151 |
“Rabb’im! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetine dâhil et. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” dedi. |
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِأَخِي وَأَدْخِلْنَا فِي رَحْمَتِكَ ۖ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ |
1105 |
7/152 |
Buzağıyı benimseyenlere Rabb’lerinden bir öfke erişecektir ve dünya hayatında da zillete uğrayacaklardır. İşte iftiracıları böyle cezalandırırız. |
إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ |
1106 |
7/153 |
Kötülük(1) yapıp, arkasından tevbe edip, Îmân Edenler için kuşkusuz Rabb’in bundan sonra Çok Bağışlayıcı’dır, Rahmeti Kesintisiz’dir. |
وَالَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ ثُمَّ تَابُوا مِن بَعْدِهَا وَآمَنُوا إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ |
1107 |
7/154 |
Öfkesi geçince Mûsâ levhâları aldı, onlardaki yazıda Rabb’leri için korkanlara(1) bir yol gösterme ve bir rahmet vardı. |
وَلَمَّا سَكَتَ عَن مُّوسَى الْغَضَبُ أَخَذَ الْأَلْوَاحَ ۖ وَفِي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلَّذِينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ |
1108 |
7/155 |
Mûsâ, belirlediğimiz buluşma için adamlarından yetmiş kişi seçti. Kendilerini sarsıntı tutunca: “Ey Rabb’im! Dileseydin bunları da beni de daha önce yok ederdin. İçimizdeki birtakım beyinsizler yüzünden bizi yok mu edeceksin? Bu, ancak senin bir fitnendir.(1) Onunla hak edeni(2) sapkınlıkta bırakırsın hak edene(2) de doğru yolu gösterirsin. Sen bizim velimizsin.(3) Bizi bağışla. Bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” dedi. |
وَاخْتَارَ مُوسَىٰ قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلًا لِّمِيقَاتِنَا ۖ فَلَمَّا أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُم مِّن قَبْلُ وَإِيَّايَ ۖ أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاءُ مِنَّا ۖ إِنْ هِيَ إِلَّا فِتْنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَن تَشَاءُ وَتَهْدِي مَن تَشَاءُ ۖ أَنتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا ۖ وَأَنتَ خَيْرُ الْغَافِرِينَ |
1109 |
7/156 |
Bize, bu dünyada da âhiret’te de iyilik yaz. Biz Sana yöneldik. Allah: “Azâbıma hak edeni uğratırım, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu, takvâ sahibi olanlara, zekâtı yapanlara(1) ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” buyurdu. |
۞ وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ ۚ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاءُ ۖ وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ ۚ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ |
1110 |
7/157 |
Onlar ki, yanlarındaki Tevrât ve İncil’de yazılı buldukları ummi(1) Nebi Resûle, tâbi olurlar. O ki, onlara ma’rûf olanı yapar ve tavsiye eder ve onları münker olandan alıkoyar(2) ve temiz şeyleri helâl, pis şeyleri harâm kılar, zahmet ve sıkıntı veren şeyleri(3) onlardan kaldırır, onlardan bağları çözer, ona îmân eden, ona saygı gösterenler ve ona yardım edenler ve ona indirilen nûra(4) tâbi olanlar işte kurtuluşa erenler bunlardır. |
الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ |
1111 |
7/158 |
De ki: “Ey insanlar! Ben, göklerin ve yerin sahibi olan, kendisinden başka ilâh olmayan, yaşatan ve öldüren Allah’ın, size, hepinize gönderdiği bir Resûl’üm. Gelin, Allah’a ve O’nun sözlerine îmân eden Ummî(1) Nebi Resûlüne îmân edin ve ona uyun ki böylece doğru yolu bulasınız.” |
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ |
1112 |
7/159 |
Mûsâ’nın halkından da hakka ileten ve onunla adaletli davranan bir topluluk vardı. |
وَمِن قَوْمِ مُوسَىٰ أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ |
1113 |
7/160 |
Biz, onları oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Halkı ondan su isteyince, Mûsâ’ya, “Âsânı taşa vur!” diye vahyettik. Ondan on iki pınar fışkırdı. Her topluluk su alacağı kaynağı bildi. Üzerlerine buluttan gölgelik yaptık, onlara menn(1) ve bıldırcın bağışladık.(2) “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.” Onlar, bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı. |
وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا ۚ وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ إِذِ اسْتَسْقَاهُ قَوْمُهُ أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْحَجَرَ ۖ فَانبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا ۖ قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَّشْرَبَهُمْ ۚ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ ۖ كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ ۚ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ |
1114 |
7/161 |
Onlara, “Şu beldeye yerleşin ve orada dilediğiniz şeylerden yiyin. Af dilediğinizi söyleyin ve teslim olmuş/kabullenmiş olarak kapısından girin.” denilmişti. Biz, “Yanlışlarınızı bağışlayalım ve iyilik edenlere fazlasıyla verelim.” |
وَإِذْ قِيلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هَٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا نَّغْفِرْ لَكُمْ خَطِيئَاتِكُمْ ۚ سَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ |
1115 |
7/162 |
Ancak onlardan haksızlık yapanlar, kendilerine söylenen sözü başka bir söze çevirdiler. Biz de haksızlık yapmaları yüzünden, üzerlerine gökten bir azâp gönderdik. |
فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلًا غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ |
1116 |
7/163 |
Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Hani onlar Cumartesi Günü Yasasını çiğneyerek haddi aşıyorlardı. Balıklar Cumartesi günü ortaya çıkıyor, diğer günler ise gelmiyorlardı. fâsıklıkları(1) nedeniyle kendilerini bu şekilde sınıyorduk. |
وَاسْأَلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِ إِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ إِذْ تَأْتِيهِمْ حِيتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَ ۙ لَا تَأْتِيهِمْ ۚ كَذَٰلِكَ نَبْلُوهُم بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ |
1117 |
7/164 |
Onlardan bir topluluk dedi ki: “Allah’ın yok edeceği veya şiddetli bir azâp ile cezalandıracağı bir halka ne diye öğüt veriyorsunuz?” Dediler ki: “Rabb’inize mazeret(1) beyan etmek için ve bir de belki takvâ sahibi olurlar.” |
وَإِذْ قَالَتْ أُمَّةٌ مِّنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًا ۙ اللَّهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا ۖ قَالُوا مَعْذِرَةً إِلَىٰ رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ |
1118 |
7/165 |
Ne zaman ki onlar, yapılan öğüdü umursamadılar, Biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık, zûlmedenleri, fâsıklık yapmaları nedeniyle çetin bir azâpla cezalandırdık. |
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ أَنجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ |
1119 |
7/166 |
Yasaklandıkları şeyleri yapmakta ısrar edince, onlara: “Düşkün maymunlar(1) olun.” dedik. |
فَلَمَّا عَتَوْا عَن مَّا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ |
1120 |