
ni`metem min `indinâ. keẕâlike neczî men şekera.
Arapça:
نِّعْمَةً مِّنْ عِندِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي مَن شَكَرَ
Türkçe:
Katımızdan bir nimet olarak. Şükredeni işte böyle ödüllendiririz biz.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni böyle mükafatlandırırız.
Diyanet Vakfı:
Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni işte böyle mükafatlandırırız.
İngilizce:
As a Grace from Us: thus do We reward those who give thanks.
Fransızca:
à titre de bienfait de Notre part : ainsi récompensons-Nous celui qui est reconnaissant.
Almanca:
als Wohltat von Uns. Solcherart vergelten WIR demjenigen, der sich dankbar erweist.
Rusça:
по милости от Нас. Так Мы воздаем тем, кто благодарен.

veleḳad enẕerahüm baṭşetenâ fetemârav binnüẕür.
Arapça:
وَلَقَدْ أَنذَرَهُم بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ
Türkçe:
Yemin olsun, Lût onları bizim yakalayışımız hakkında uyarmıştı da onlar, uyarılarla ilgili olarak kuşkulanıp çekişmişlerdi.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Lût), onları bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat ikazlara karşı kuşku duydular,
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki, Lut onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu tehditleri kuşkuyla karşıladılar.
İngilizce:
And (Lut) did warn them of Our Punishment, but they disputed about the Warning.
Fransızca:
Il les avait pourtant avertis de Nos représailles. Mais ils mirent les avertissements en doute.
Almanca:
Und gewiß, bereits warnten WIR sie vor Unserer Gewalttat, dann zweifelten sie die Warnungen an.
Rusça:
Он предостерег их от Нашей Хватки, но они усомнились в его предостережениях.

veleḳad râvedûhü `an ḍayfihî feṭamesnâ a`yünehüm feẕûḳû `aẕâbî venüẕür.
Arapça:
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَن ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ
Türkçe:
Yemin olsun, Lût'un misafirlerinden nefislerini tatmin etmek istemişlerdi de onların gözlerini silme kör etmiştik. Hadi, tadın azabımı ve uyarılarımı?
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onun konuklarından murad almaya kalkıştılar. Biz de gözlerini siliverdik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).
Diyanet Vakfı:
Onlar Lut'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).
İngilizce:
And they even sought to snatch away his guests from him, but We blinded their eyes. (They heard:) "Now taste ye My Wrath and My Warning."
Fransızca:
En effet, ils voulaient séduire ses hôtes. Nous aveuglâmes leurs yeux "Goûtez donc Mon châtiment et Mes avertissements.
Almanca:
Und gewiß, bereits suchten sie ihn gegen seine Neigung und seine Gäste zu verführen, dann löschten WIR ihr Augenlicht aus. Also erfahrt Meine Peinigung und Meine Warnungen!
Rusça:
Они настойчиво требовали от него его гостей, и тогда Мы лишили их зрения. Вкусите же мучения от Меня и предостережения Мои!

veleḳad ṣabbeḥahüm bükraten `aẕâbüm müsteḳirr.
Arapça:
وَلَقَدْ صَبَّحَهُم بُكْرَةً عَذَابٌ مُّسْتَقِرٌّ
Türkçe:
Yemin olsun, sabahleyin erkenden, kararlı ve oturaklı bir azap yakaladı onları.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sabah erken, onları kararlı bir azab yakaladı.
Diyanet Vakfı:
Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı.
İngilizce:
Early on the morrow an abiding Punishment seized them:
Fransızca:
En effet, au petit matin, un châtiment persistant les surprit.
Almanca:
Und gewiß, bereits morgens, in der Morgenfrühe kam zu ihnen eine (über sie) niedergelassene Peinigung.
Rusça:
На утро их постигли неотвратимые мучения.

feẕûḳû `aẕâbî venüẕür.
Arapça:
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ
Türkçe:
Hadi, tadın azabımı ve uyarılarımı!
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Azabımı ve uyarılarımı tadın! (dedik).
Diyanet Vakfı:
İşte azabımı ve uyanlarımı tadın! (denildi).
İngilizce:
So taste ye My Wrath and My Warning.
Fransızca:
Goûtez donc Mon châtiment et Mes avertissements.
Almanca:
Also erfahrt Meine Peinigung und Meine Warnungen!
Rusça:
Вкусите же мучения от Меня и предостережения Мои!

veleḳad yesserne-lḳur'âne liẕẕikri fehel mim müddekir.
Arapça:
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Türkçe:
Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?!
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu?
İngilizce:
And We have indeed made the Qur'an easy to understand and remember: then is there any that will receive admonition?
Fransızca:
Et vraiment, Nous avons rendu le Coran facile pour la médiation. Y a-t-il quelqu'un pour réfléchir ?
Almanca:
Und gewiß, bereits erleichterten WIR den Quran zur Ermahnung! Gibt es etwa einen sich Erinnernden?!
Rusça:
Мы облегчили Коран для поминания. Но есть ли поминающие?

veleḳad câe âle fir`avne-nnüẕür.
Arapça:
وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ
Türkçe:
Yemin olsun, Firavun hanedanına da uyarılar gelmişti.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcı peygamberler geldi.
Diyanet Vakfı:
Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti.
İngilizce:
To the People of Pharaoh, too, aforetime, came Warners (from Allah).
Fransızca:
Les avertissements vinrent certes, aux gens de Pharaon.
Almanca:
Und gewiß, bereits kamen zu Pharaos Leuten die Warnungen.
Rusça:
Предостережения также явились к роду Фараона.

keẕẕebû biâyâtinâ küllihâ feeḫaẕnâhüm aḫẕe `azîzim muḳtedir.
Arapça:
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُّقْتَدِرٍ
Türkçe:
Ayetlerimizin tümünü yalanladılar da biz de onları onurlu ve güçlü birine yaraşır bir yakalayışla yakaladık.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Lakin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık. Bu kıssalardan hisseye gelince;
Diyanet Vakfı:
Lakin onlar bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize layık bir şekilde yakaladık.
İngilizce:
The (people) rejected all Our Signs; but We seized them with such Penalty (as comes) from One Exalted in Power, able to carry out His Will.
Fransızca:
Ils traitèrent de mensonges tous Nos prodiges. Nous les saisîmes donc, de la saisie d'un Puissant Omnipotent.
Almanca:
Sie leugneten Unsere Ayat allesamt ab, dann bestraften WIR sie das Bestrafen Eines allmächtigen Allwürdigen.
Rusça:
Они сочли ложью все Наши знамения, и Мы схватили их Хваткой Могущественного, Всемогущего.

eküffâruküm ḫayrum min ülâiküm em leküm berâetün fi-zzübür.
Arapça:
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِّنْ أُولَٰئِكُمْ أَمْ لَكُم بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ
Türkçe:
Sizin kâfirleriniz, ötekilerden hayırlı mı? Yoksa zübürlerinde/kutsallaştırılmış hizip kitaplarında sizin için bir beraat/dokunulmazlık mı var?
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraet mi var?
Diyanet Vakfı:
Şimdi sizin kafirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berat mı var?
İngilizce:
Are your Unbelievers, (O Quraish), better than they? Or have ye an immunity in the Sacred Books?
Fransızca:
Vos mécréants sont-ils meilleurs que ceux-là ? Ou bien y a-t-il dans les écritures une immunité pour vous ?
Almanca:
Sind etwa eure Kafir besser als diese?! Oder gibt es für euch etwa eine Unschuldserklärung in den Schriften?!
Rusça:
Разве ваши неверующие лучше тех? Или же у вас есть неприкосновенность, упомянутая в Писаниях?

em yeḳûlûne naḥnü cemî`um münteṣir.
Arapça:
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُّنتَصِرٌ
Türkçe:
Yoksa, "Biz, yardımlaşan/yenilmez bir topluluğuz" mu diyorlar?
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yoksa "Biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz." mu diyorlar?
Diyanet Vakfı:
Yoksa "Biz, intikam almağa gücü yeten bir topluluğuz" mu diyorlar?
İngilizce:
Or do they say: "We acting together can defend ourselves"?
Fransızca:
Ou bien ils disent : "Nous formons un groupe [fort] et nous vaincrons".
Almanca:
Oder sagen sie etwa: "Wir sind alle zusammen Siegende"?!
Rusça:
Или же они говорят: "Мы являемся победоносной группой".
Sayfalar
