Cuz 22

 
00:00

litünẕira ḳavmem mâ ünẕira âbâühüm fehüm gâfilûn.

Arapça:

لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أُنذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ

Türkçe:

Babaları uyarılmamış, tam gaflet içinde bir toplumu uyarman için gönderildin.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Babaları korkutulmamış ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah'ın indirdiği (Kur'ân) ile korkutasın.

Diyanet Vakfı:

Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir.

İngilizce:

In order that thou mayest admonish a people, whose fathers had received no admonition, and who therefore remain heedless (of the Signs of Allah).

Fransızca:

Pour que tu avertisses un peuple dont les ancêtres n'ont pas été avertis : ils sont donc insouciants.

Almanca:

damit du Leute warnst, deren Vorfahren nicht gewarnt wurden, so sind sie achtlos.

Rusça:

чтобы ты предостерег людей, отцов которых никто не предостерег, из-за чего они оставались беспечными невеждами.

Açıklama:
 
00:00

leḳad ḥaḳḳa-lḳavlü `alâ ekŝerihim fehüm lâ yü'minûn.

Arapça:

لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَىٰ أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

Türkçe:

Yemin olsun ki, onların çoğuna söz hak olmuştur, artık onlar iman etmezler.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Andolsun ki onların çoğunun üzerine azab sözü hak olmuştur. Onlar imana gelmezler.

Diyanet Vakfı:

Andolsun ki onların çoğu gafletlerinin cezasını hak etmişlerdir. Çünkü onlar iman etmiyorlar.

İngilizce:

The Word is proved true against the greater part of them: for they do not believe.

Fransızca:

En effet, la Parole contre la plupart d'entre eux s'est réalisée : ils ne croiront donc pas.

Almanca:

Gewiß, bereits ist das Wort gegen die Meisten von ihnen Rechtens, so verinnerlichen sie den Iman nicht.

Rusça:

Относительно большинства из них сбылось Слово, и они не уверуют.

Açıklama:
 
00:00

innâ ce`alnâ fî a`nâḳihim aglâlen fehiye ile-l'eẕḳâni fehüm muḳmeḥûn.

Arapça:

إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلَالًا فَهِيَ إِلَى الْأَذْقَانِ فَهُم مُّقْمَحُونَ

Türkçe:

Biz onların boyunlarına bukağılar geçirdik. Bukağılar çenelere dayanmıştır da bu yüzden onların kafaları yukarı kalkıktır.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar.

Diyanet Vakfı:

Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.

İngilizce:

We have put yokes round their necks right up to their chins, so that their heads are forced up (and they cannot see).

Fransızca:

Nous mettrons des carcans à leurs cous, et il y en aura jusqu'aux mentons : et voilà qu'ils iront têtes dressées.

Almanca:

Gewiß, WIR legen um ihre Hälse Fesseln, so reichen sie bis an die Kinne, so richten sie ihre Köpfe mit niedergeschlagenen Blicken auf.

Rusça:

Воистину, Мы наложили на их шеи оковы до самого подбородка, и их головы задраны.

Açıklama:
 
00:00

vece`alnâ mim beyni eydîhim seddev vemin ḫalfihim sedden feagşeynâhüm fehüm lâ yübṣirûn.

Arapça:

وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ

Türkçe:

Önlerine bir set, arkalarına da başka bir set çektik. Böylece onları kuşatıp sardık; artık onlar görmezler.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Hem önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çekmişiz, kendilerini sarmışızdır. Baksalar da görmezler.

Diyanet Vakfı:

Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler.

İngilizce:

And We have put a bar in front of them and a bar behind them, and further, We have covered them up; so that they cannot see.

Fransızca:

et Nous mettrons une barrière devant eux et une barrière derrière eux; Nous les recouvrirons d'un voile : et voilà qu'ils ne pourront rien voir.

Almanca:

Und WIR errichteten vor ihnen Trennendes und hinter ihnen Trennendes, dann umhüllten wir sie, so sehen sie nicht.

Rusça:

Мы установили преграду перед ними и преграду позади них и накрыли их покрывалом, и они не видят.

Açıklama:
 
00:00

vesevâün `aleyhim eenẕertehüm em lem tünẕirhüm lâ yü'minûn.

Arapça:

وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

Türkçe:

Sen ha uyarmışsın onları ha uyarmamışsın, fark etmez onlar için; inanmazlar.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.

Diyanet Vakfı:

Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.

İngilizce:

The same is it to them whether thou admonish them or thou do not admonish them: they will not believe.

Fransızca:

Cela leur est égal que tu les avertisses et que tu ne les avertisses pas : ils ne croiront jamais.

Almanca:

Und ihnen ist es gleich, ob du sie warnst oder ob du sie nicht warnst, sie verinnerlichen den Iman nicht.

Rusça:

Им все равно, предостерег ты их или не предостерег. Они не веруют.

Açıklama:
 
00:00

innemâ tünẕiru meni-ttebe`a-ẕẕikra veḫaşiye-rraḥmâne bilgayb. febeşşirhü bimagfirativ veecrin kerîm.

Arapça:

إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَٰنَ بِالْغَيْبِ ۖ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ

Türkçe:

Sen ancak o zikire/Kur'an'a uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarırsın. Böylesini, bir bağışlanma ve seçkin bir ödülle müjdele!

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Sen ancak Kur'ân'a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükafatla müjdele.

Diyanet Vakfı:

Sen ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükafatla müjdele.

İngilizce:

Thou canst but admonish such a one as follows the Message and fears the (Lord) Most Gracious, unseen: give such a one, therefore, good tidings, of Forgiveness and a Reward most generous.

Fransızca:

Tu avertis seulement celui qui suit le Rappel (le Coran), et craint le Tout Miséricordieux, malgré qu'il ne Le voit pas. Annonce-lui un pardon et une récompense généreuse.

Almanca:

Eigentlich warnst du nur denjenigen, welcher der Ermahnung folgt und Ehrfurcht vor Dem Allgnade Erweisenden im Verborgenen hat. So überbringe ihm die frohe Botschaft über Vergebung und edle Belohnung.

Rusça:

Ты можешь предостеречь только того, кто последовал за Напоминанием и устрашился Милостивого, не видя Его воочию. Обрадуй его вестью о прощении и щедрой награде.

Açıklama:
 
00:00

innâ naḥnü nuḥyi-lmevtâ venektübü mâ ḳaddemû veâŝârahüm. vekülle şey'in aḥṣaynâhü fî imâmim mübîn.

Arapça:

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُّبِينٍ

Türkçe:

Biz, yalnız biz, ölüleri diriltiriz ve onların önden gönderdiklerini de eserlerini de yazarız! Zaten biz her şeyi apaçık bir kütükte ayrıntılı olarak kaydetmişizdir.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Gerçekten biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir "imamı mübin"de (ana kitapta, yani Levhi mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir.

Diyanet Vakfı:

Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) sayıp yazmışızdır.

İngilizce:

Verily We shall give life to the dead, and We record that which they send before and that which they leave behind, and of all things have We taken account in a clear Book (of evidence).

Fransızca:

C'est Nous qui ressuscitons les morts et écrivons ce qu'ils ont fait [pour l'au-delà] ainsi que leurs traces . Et Nous avons dénombré toute chose dans un registre explicite.

Almanca:

Gewiß, WIR sind Derjenige, Der die Toten belebt und Der registrieren läßt das, was sie vollbrachten, und ihre Hinterlassenschaften. Und alles erfaßten WIR umfassend im einem eindeutigen Register.

Rusça:

Воистину, Мы оживляем мертвых и записываем то, что они совершили, и то, что они оставили после себя. Всякую вещь Мы подсчитали в ясном руководстве (Хранимой скрижали).

Açıklama:
 
00:00

vaḍrib lehüm meŝelen aṣḥâbe-lḳaryeh. iẕ câehe-lmürselûn.

Arapça:

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءَهَا الْمُرْسَلُونَ

Türkçe:

Onlara o kent halkını örnek ver. Hani, elçiler gelmişti oraya.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.

Diyanet Vakfı:

Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.

İngilizce:

Set forth to them, by way of a parable, the (story of) the Companions of the City. Behold!, there came messengers to it.

Fransızca:

Donne-leur comme exemple les habitants de la cité, quand lui vinrent les envoyés. .

Almanca:

Und präge ihnen ein Gleichnis über die Bewohner einer Ortschaft, als zu ihr die Gesandten kamen.

Rusça:

В качестве притчи приведи им жителей селения, к которым явились посланники.

Açıklama:
 
00:00

iẕ erselnâ ileyhimü-ŝneyni fekeẕẕebûhümâ fe`azzeznâ biŝâliŝin feḳâlû innâ ileyküm mürselûn.

Arapça:

إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُم مُّرْسَلُونَ

Türkçe:

Hani, biz onlara iki kişi göndermiştik, onları yalanlamışlardı. Bunun üzerine biz, üçüncü bir kişiyle destek vermiştik. Şöyle demişlerdi: "Biz, size gönderilen elçileriz!"

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: "Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz." dediler.

Diyanet Vakfı:

İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz! dediler.

İngilizce:

When We (first) sent to them two messengers, they rejected them: But We strengthened them with a third: they said, "Truly, we have been sent on a mission to you."

Fransızca:

Quand Nous leur envoyâmes deux [envoyés] et qu'ils les traitèrent de menteurs. Nous [les] renforçâmes alors par un troisième et ils dirent : “Vraiment, nous sommes envoyés à vous”.

Almanca:

Als WIR zu ihnen zwei entsandten, dann bezichtigten sie sie der Lüge, dann verstärkten WIR sie mit einem Dritten, dann sagten sie: "Gewiß, wir wurden zu euch entsandt."

Rusça:

Когда Мы отправили к ним двух посланников, они сочли их лжецами, и тогда Мы подкрепили их третьим. Они сказали: "Воистину, мы посланы к вам".

Açıklama:
 
00:00

ḳâlû mâ entüm illâ beşerum miŝlünâ vemâ enzele-rraḥmânü min şey'in in entüm illâ tekẕibûn.

Arapça:

قَالُوا مَا أَنتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَمَا أَنزَلَ الرَّحْمَٰنُ مِن شَيْءٍ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا تَكْذِبُونَ

Türkçe:

Kent halkı dedi ki: "Siz, bizim gibi birer insandan başka şey değilsiniz. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Onlar da: "Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz." dediler.

Diyanet Vakfı:

Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.

İngilizce:

The (people) said: "Ye are only men like ourselves; and (Allah) Most Gracious sends no sort of revelation: ye do nothing but lie."

Fransızca:

Mais ils [les gens] dirent : “Vous n'êtes que des hommes comme nous. Le Tout Miséricordieux n'a rien fait descendre et vous ne faites que mentir”.

Almanca:

Sie sagten: "Ihr seid doch nichts anderes als Menschen wie wir, und Der Allgnade Erweisende hat nichts hinabgesandt. Ihr lügt ja nur!"

Rusça:

Они сказали: "Вы - такие же люди, как и мы. Милостивый ничего не ниспосылал, а вы всего лишь лжете".

Açıklama:

Sayfalar

Cuz 22 beslemesine abone olun.