
elleẕîne yaḫşevne rabbehüm bilgaybi vehüm mine-ssâ`ati müşfiḳûn.
Türkçe:
O korunanlar ki, hiç görmeden Rablerinden korkarlar. Kıyamet saatinden de ürperirler onlar.
İngilizce:
Those who fear their Lord in their most secret thoughts, and who hold the Hour (of Judgment) in awe.
Fransızca:
qui craignent leur Seigneur malgré qu'ils ne Le voient pas , et redoutent l'Heure (la fin du monde).
Almanca:
die Ehrfurcht vor ihrem HERRN im Verborgenen haben, und die vor der Stunde zitternd sind.
Rusça:
которые боятся своего Господа, не видя Его воочию, и трепещут перед Часом.
Arapça:
الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar, kıyamet saatinden de titrerler.
Diyanet Vakfı:
(O takva sahipleri ki) onlar, görmedikleri halde Rablerine candan saygı gösterirler. Yine onlar, kıyametten korkan kimselerdir.

vehâẕâ ẕikrum mübârakün enzelnâh. efeentüm lehû münkirûn.
Türkçe:
Bu, bereketli bir Zikir'dir ki, onu indirdik. Yoksa siz onu inkâr mı ediyorsunuz?
İngilizce:
And this is a blessed Message which We have sent down: will ye then reject it?
Fransızca:
Et ceci [le Coran] est un rappel béni que Nous avons fait descendre. Allez-vous donc le renier ?
Almanca:
Und dies (der Quran) ist eine mit Baraka erfüllte Ermahnung, die WIR hinabsandten. Wollt ihr ihn etwa ableugnen?!
Rusça:
Это - благословенное Напоминание, которое Мы ниспослали. Неужели вы станете отвергать его?
Arapça:
وَهَٰذَا ذِكْرٌ مُّبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ ۚ أَفَأَنتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte bu (Kwr'ân) da indirdiğimiz kutsal bir kitaptır. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?
Diyanet Vakfı:
İşte bu (Kur'an) da, bizim indirdiğimiz hayırlı ve faydalı bir öğüttür. Şimdi onu inkar mı ediyorsunuz?

veleḳad âteynâ ibrâhîme ruşdehû min ḳablü vekünnâ bihî `âlimîn.
Türkçe:
Yemin olsun, İbrahim'e daha önceden, doğruyu bulma gücünü vermiştik. Onu bilmekteydik biz.
İngilizce:
We bestowed aforetime on Abraham his rectitude of conduct, and well were We acquainted with him.
Fransızca:
En effet, Nous avons mis auparavant Abraham sur le droit chemin. Et Nous en avions bonne connaissance.
Almanca:
Und gewiß, bereits gewährten WIR Ibrahim seine Verständigkeit vorher und waren über ihn allwissend.
Rusça:
Еще раньше Мы даровали Ибрахиму (Аврааму) верное руководство, и Мы были осведомлены о нем.
Arapça:
۞ وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِن قَبْلُ وَكُنَّا بِهِ عَالِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
And olsun ki biz daha önce İbrahim'e de rüşdünü vermiştik (akla uygun olanı göstermiştik). Biz onu biliyorduk.
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık.

iẕ ḳâle liebîhi veḳavmihî mâ hâẕihi-ttemâŝîlü-lletî entüm lehâ `âkifûn.
Türkçe:
Babasına ve toplumuna şöyle demişti: "Şu başına toplanıp durduğunuz heykeller de ne?"
İngilizce:
Behold! he said to his father and his people, "What are these images, to which ye are (so assiduously) devoted?"
Fransızca:
Quand il dit à son père et à son peuple : "Que sont ces statues auxquelles vous vous attachez ? ".
Almanca:
Als er seinem Vater und seinen Leuten sagte: "Was sind diese Statuen, denen ihr Zuwendung erweist?"
Rusça:
Вот он сказал своему отцу и народу: "Что это за изваяния, которым вы предаетесь?"
Arapça:
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَٰذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O zaman o, babasına ve kavmine: "Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti.
Diyanet Vakfı:
O, babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? demişti.

ḳâlû vecednâ âbâenâ lehâ `âbidîn.
Türkçe:
Dediler: "Atalarımızı onlara kulluk/ibadet eder bulduk."
İngilizce:
They said, "We found our fathers worshipping them."
Fransızca:
Ils dirent : "Nous avons trouvé nos ancêtres les adorant".
Almanca:
Sie sagten: "Wir fanden unsere Ahnen vor, sie dienten ihnen."
Rusça:
Они сказали: "Мы видели, что наши отцы поклонялись им".
Arapça:
قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءَنَا لَهَا عَابِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar: "Biz atalarımızı bunlara tapar bulduk" dediler.
Diyanet Vakfı:
Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.

ḳâle leḳad küntüm entüm veâbâüküm fî ḍalâlim mübîn.
Türkçe:
Dedi: "Vallahi, siz de atalarınız da açık bir sapıklık içine düşmüşsünüz."
İngilizce:
He said, "Indeed ye have been in manifest error - ye and your fathers."
Fransızca:
Il dit : "Certainement, vous avez été, vous et vos ancêtres, dans un égarement évident".
Almanca:
Er sagte: "Gewiß, bereits wart ihr und eure Ahnen in einem eindeutigen Irregehen."
Rusça:
Он сказал: "Воистину, вы и ваши отцы пребываете в очевидном заблуждении".
Arapça:
قَالَ لَقَدْ كُنتُمْ أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İbrahim: "And olsun ki sizler de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz" dedi.
Diyanet Vakfı:
Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi.

ḳâlû eci'tenâ bilḥaḳḳi em ente mine-llâ`ibîn.
Türkçe:
Dediler: "Sen gerçeği mi getirdin yoksa oynayıp eğlenenlerden biri misin?"
İngilizce:
They said, "Have you brought us the Truth, or are you one of those who jest?"
Fransızca:
Ils dirent : "Viens-tu à nous avec la vérité ou plaisantes-tu ? ".
Almanca:
Sie sagten: "Hast du uns die Wahrheit gebracht, oder bist du etwa einer der des Sinnlosen Treibenden?"
Rusça:
Они сказали: "Ты пришел к нам с истиной или же ты забавляешься?"
Arapça:
قَالُوا أَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ أَمْ أَنتَ مِنَ اللَّاعِبِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar: "Sen bize gerçeği mi getirdin (Sen ciddi mi söylüyorsun), yoksa şaka mı ediyorsun?" dediler.
Diyanet Vakfı:
Dediler ki: Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?

ḳâle ber rabbüküm rabbü-ssemâvâti vel'arḍi-lleẕî feṭarahünn. veenâ `alâ ẕâliküm mine-şşâhidîn.
Türkçe:
Dedi: "Hiç de değil! Sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları yaratmıştır. Ben de bunlara tanıklık edenlerdenim."
İngilizce:
He said, "Nay, your Lord is the Lord of the heavens and the earth, He Who created them (from nothing): and I am a witness to this (Truth).
Fransızca:
Il dit : " Mais votre Seigneur est plutôt le Seigneur des cieux et de la terre, et c'est Lui qui les a créés. Et je suis un de ceux qui en témoignent.
Almanca:
Er sagte: "Nein, sondern euer HERR ist Der HERR der Himmel und der Erde, Der sie erschuf. Und ich bin dafür einer der Zeugen.
Rusça:
Он сказал: "О нет! Ваш Господь - Господь небес и земли, Который создал их. Я же являюсь одним из тех, кто свидетельствует об этом".
Arapça:
قَالَ بَل رَّبُّكُمْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَىٰ ذَٰلِكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O şöyle dedi: "Hayır Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim."
Diyanet Vakfı:
Hayır, dedi, sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim.

vetellâhi leekîdenne aṣnâmeküm ba`de en tüvellû müdbirîn.
Türkçe:
"Allah'a yemin ederim, sırtınızı dönüp gidişinizden sonra, putlarınıza bir oyun çevireceğim."
İngilizce:
And by Allah, I have a plan for your idols - after ye go away and turn your backs..
Fransızca:
Et par Allah ! Je ruserai certes contre vos idoles une fois que vous serez partis".
Almanca:
Und bei ALLAH! Ich werde eure Götzen auf jeden Fall überlisten, nachdem ihr abwendend zurückkehrt."
Rusça:
Ибрахим подумал: "Клянусь Аллахом! Я непременно замыслю хитрость против ваших идолов, когда вы уйдете и отвернетесь".
Arapça:
وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُم بَعْدَ أَن تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra, ben putlarınıza elbette bir tuzak kuracağım.
Diyanet Vakfı:
Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!

fece`alehüm cüŝeŝen illâ kebîral lehüm le`allehüm ileyhi yerci`ûn.
Türkçe:
Sonunda onları parça parça etti. Yalnız en büyüklerini bıraktı ki, dönüp ona başvurabilsinler.
İngilizce:
So he broke them to pieces, (all) but the biggest of them, that they might turn (and address themselves) to it.
Fransızca:
Il les mit en pièces, hormis [la statue] la plus grande. Peut-être qu'ils reviendraient vers elle.
Almanca:
Dann demolierte er sie zu Stücken außer einer Großen von ihnen, damit sie sich dann an sie wenden.
Rusça:
Затем он разнес на куски всех идолов, кроме главного из них, чтобы они могли обратиться к нему.
Arapça:
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا إِلَّا كَبِيرًا لَّهُمْ لَعَلَّهُمْ إِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Derken o, bunları parça parça etti. Yalnız kendisine başvursunlar diye onların büyüğünü sağlam bıraktı.
Diyanet Vakfı:
Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.
Sayfalar
