
ḳul innemâ ünẕiruküm bilvaḥy. velâ yesme`u-ṣṣummü-ddü`âe iẕâ mâ yünẕerûn.
Türkçe:
De ki: "Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum." Ama sağırlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler ki!
İngilizce:
Say, "I do but warn you according to revelation": But the deaf will not hear the call, (even) when they are warned!
Fransızca:
Dis : "Je vous avertis par ce qui m'est révélé". Les sourds, cependant, n'entendent pas l'appel quand on les avertit.
Almanca:
Sag: "Ich warne euch ausschließlich mit dem Wahy." Doch die Tauben vernehmen keinen Ruf, wenn sie gewarnt werden.
Rusça:
Скажи: "Я предостерегаю вас посредством откровения". Но глухие не слышат зова, даже когда их предостерегают.
Arapça:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُم بِالْوَحْيِ ۚ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنذَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Ben sizi ancak vahiyle korkutup uyarıyorum," uyarıldıkları zaman sağırlar çağrıyı duymazlar.
Diyanet Vakfı:
De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar.

veleim messethüm nefḥatüm min `aẕâbi rabbike leyeḳûlünne yâ veylenâ innâ künnâ żâlimîn.
Türkçe:
Rabbinin azabından onlara bir esinti dokunsa, yemin olsun şöyle diyecekler: "Vay bizlere, biz zalimlermişiz!"
İngilizce:
If but a breath of the Wrath of thy Lord do touch them, they will then say, "Woe to us! we did wrong indeed!"
Fransızca:
Si un souffle du châtiment de ton Seigneur les effleurait, ils diraient alors : "Malheur à nous ! Nous étions vraiment injustes".
Almanca:
Und würde sie ein Hauch von der Peinigung deines HERRN treffen, würden sie bestimmt sagen: "Unser Untergang! Gewiß, wir waren Unrecht-Begehende!"
Rusça:
А если их коснется дуновение кары твоего Господа, то они непременно скажут: "О горе нам! Воистину, мы были несправедливы!"
Arapça:
وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yemin olsun ki, Rabbinin azabından az bir şey onlara dokunursa, muhakkak "Vay bizlere, biz gerçekten zalimlerdik" diyeceklerdir.
Diyanet Vakfı:
Andolsun, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, hiç şüphesiz, "Vah bize! Hakikaten biz zalim kimselermişiz!" derler.

veneḍa`u-lmevâzîne-lḳiṣṭa liyevmi-lḳiyâmeti felâ tużlemü nefsün şey'â. vein kâne miŝḳâle ḥabbetim min ḫardelin eteynâ bihâ. vekefâ binâ ḥâsibîn.
Türkçe:
Kıyamet günü için adalet terazilerini kuracağız/adaleti terazilere koyacağız. Hiç kimseye zere kadar zulüm edilmeyecek. Hardal tanesi kadar birşey olsa onu ortaya getiririz. Hesapçılar olarak biz yeteriz!
İngilizce:
We shall set up scales of justice for the Day of Judgment, so that not a soul will be dealt with unjustly in the least, and if there be (no more than) the weight of a mustard seed, We will bring it (to account): and enough are We to take account.
Fransızca:
Au Jour de la Résurrection, Nous placerons les balances exactes. Nulle âme ne sera lésée en rien, fût-ce du poids d'un grain de moutarde que Nous ferons venir. Nous suffisons largement pour dresser les comptes.
Almanca:
Und WIR stellen die Waagen der Gerechtigkeit am Tag der Auferstehung auf. Dann wird keiner Seele etwas an Unrecht zugefügt. Und würde es (das Vollbrachte) das Gewicht eines Senfkorns haben, würden WIR es berücksichtigen. Und WIR genügen als Rechnende.
Rusça:
В День воскресения Мы установим справедливые Весы, и ни с кем не поступят несправедливо. Если найдется нечто весом с горчичное зернышко, Мы принесем его. Довольно того, что Мы ведем счет!
Arapça:
وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا ۖ وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا ۗ وَكَفَىٰ بِنَا حَاسِبِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz.
Diyanet Vakfı:
Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.

veleḳad âteynâ mûsâ vehârûne-lfürḳâne veḍiyâev veẕikral lilmütteḳîn.
Türkçe:
Yemin olsun, biz, Mûsa'ya ve Hârun'a hak ile bâtılı ayıran, korunanlar için bir ışık ve öğüt olan furkanı verdik.
İngilizce:
In the past We granted to Moses and Aaron the criterion (for judgment), and a Light and a Message for those who would do right,-
Fransızca:
Nous avons déjà apporté a Moïse et Aaron le Livre du discernement (la Thora) ainsi qu'une lumière et un rappel pour les gens pieux,
Almanca:
Und gewiß, bereits ließen WIR Musa und Harun zuteil werden Al-furqan, Erhellendes und eine Ermahnung für die Muttaqi,
Rusça:
Мы даровали Мусе (Моисею) и Харуну (Аарону) различение (способность различать истину от лжи), сияние (Таурат) и напоминание для богобоязненных,
Arapça:
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَىٰ وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاءً وَذِكْرًا لِّلْمُتَّقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yemin olsun ki, Musa ve Harun'a eğriyi doğrudan ayıran kitabı, takva sahibleri için bir ışık ve öğüt olarak verdik.
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz, Musa ve Harun'a, takva sahipleri için bir ışık, bir öğüt ve Furkan'ı verdik.

elleẕîne yaḫşevne rabbehüm bilgaybi vehüm mine-ssâ`ati müşfiḳûn.
Türkçe:
O korunanlar ki, hiç görmeden Rablerinden korkarlar. Kıyamet saatinden de ürperirler onlar.
İngilizce:
Those who fear their Lord in their most secret thoughts, and who hold the Hour (of Judgment) in awe.
Fransızca:
qui craignent leur Seigneur malgré qu'ils ne Le voient pas , et redoutent l'Heure (la fin du monde).
Almanca:
die Ehrfurcht vor ihrem HERRN im Verborgenen haben, und die vor der Stunde zitternd sind.
Rusça:
которые боятся своего Господа, не видя Его воочию, и трепещут перед Часом.
Arapça:
الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar, kıyamet saatinden de titrerler.
Diyanet Vakfı:
(O takva sahipleri ki) onlar, görmedikleri halde Rablerine candan saygı gösterirler. Yine onlar, kıyametten korkan kimselerdir.

vehâẕâ ẕikrum mübârakün enzelnâh. efeentüm lehû münkirûn.
Türkçe:
Bu, bereketli bir Zikir'dir ki, onu indirdik. Yoksa siz onu inkâr mı ediyorsunuz?
İngilizce:
And this is a blessed Message which We have sent down: will ye then reject it?
Fransızca:
Et ceci [le Coran] est un rappel béni que Nous avons fait descendre. Allez-vous donc le renier ?
Almanca:
Und dies (der Quran) ist eine mit Baraka erfüllte Ermahnung, die WIR hinabsandten. Wollt ihr ihn etwa ableugnen?!
Rusça:
Это - благословенное Напоминание, которое Мы ниспослали. Неужели вы станете отвергать его?
Arapça:
وَهَٰذَا ذِكْرٌ مُّبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ ۚ أَفَأَنتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte bu (Kwr'ân) da indirdiğimiz kutsal bir kitaptır. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?
Diyanet Vakfı:
İşte bu (Kur'an) da, bizim indirdiğimiz hayırlı ve faydalı bir öğüttür. Şimdi onu inkar mı ediyorsunuz?

veleḳad âteynâ ibrâhîme ruşdehû min ḳablü vekünnâ bihî `âlimîn.
Türkçe:
Yemin olsun, İbrahim'e daha önceden, doğruyu bulma gücünü vermiştik. Onu bilmekteydik biz.
İngilizce:
We bestowed aforetime on Abraham his rectitude of conduct, and well were We acquainted with him.
Fransızca:
En effet, Nous avons mis auparavant Abraham sur le droit chemin. Et Nous en avions bonne connaissance.
Almanca:
Und gewiß, bereits gewährten WIR Ibrahim seine Verständigkeit vorher und waren über ihn allwissend.
Rusça:
Еще раньше Мы даровали Ибрахиму (Аврааму) верное руководство, и Мы были осведомлены о нем.
Arapça:
۞ وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِن قَبْلُ وَكُنَّا بِهِ عَالِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
And olsun ki biz daha önce İbrahim'e de rüşdünü vermiştik (akla uygun olanı göstermiştik). Biz onu biliyorduk.
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık.

iẕ ḳâle liebîhi veḳavmihî mâ hâẕihi-ttemâŝîlü-lletî entüm lehâ `âkifûn.
Türkçe:
Babasına ve toplumuna şöyle demişti: "Şu başına toplanıp durduğunuz heykeller de ne?"
İngilizce:
Behold! he said to his father and his people, "What are these images, to which ye are (so assiduously) devoted?"
Fransızca:
Quand il dit à son père et à son peuple : "Que sont ces statues auxquelles vous vous attachez ? ".
Almanca:
Als er seinem Vater und seinen Leuten sagte: "Was sind diese Statuen, denen ihr Zuwendung erweist?"
Rusça:
Вот он сказал своему отцу и народу: "Что это за изваяния, которым вы предаетесь?"
Arapça:
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَٰذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O zaman o, babasına ve kavmine: "Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti.
Diyanet Vakfı:
O, babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? demişti.

ḳâlû vecednâ âbâenâ lehâ `âbidîn.
Türkçe:
Dediler: "Atalarımızı onlara kulluk/ibadet eder bulduk."
İngilizce:
They said, "We found our fathers worshipping them."
Fransızca:
Ils dirent : "Nous avons trouvé nos ancêtres les adorant".
Almanca:
Sie sagten: "Wir fanden unsere Ahnen vor, sie dienten ihnen."
Rusça:
Они сказали: "Мы видели, что наши отцы поклонялись им".
Arapça:
قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءَنَا لَهَا عَابِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar: "Biz atalarımızı bunlara tapar bulduk" dediler.
Diyanet Vakfı:
Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.

ḳâle leḳad küntüm entüm veâbâüküm fî ḍalâlim mübîn.
Türkçe:
Dedi: "Vallahi, siz de atalarınız da açık bir sapıklık içine düşmüşsünüz."
İngilizce:
He said, "Indeed ye have been in manifest error - ye and your fathers."
Fransızca:
Il dit : "Certainement, vous avez été, vous et vos ancêtres, dans un égarement évident".
Almanca:
Er sagte: "Gewiß, bereits wart ihr und eure Ahnen in einem eindeutigen Irregehen."
Rusça:
Он сказал: "Воистину, вы и ваши отцы пребываете в очевидном заблуждении".
Arapça:
قَالَ لَقَدْ كُنتُمْ أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İbrahim: "And olsun ki sizler de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz" dedi.
Diyanet Vakfı:
Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi.
Sayfalar
