
veḳâlû yâ eyyühe-ssâḥiru-d`u lenâ rabbeke bimâ `ahide `indeke innenâ lemühtedûn.
Arapça:
وَقَالُوا يَا أَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَ إِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ
Türkçe:
Dediler ki: "Ey büyücü! Sana verdiği söz aşkına, Rabbine bizim için bir yakarıver; biz artık doğru yola gireceğiz."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar azâbı görünce: "Ey sihirbaz! Sende olan ahdi hürmetine bizim için Rabbine dua et. Biz gerçekten doğru yola gireceğiz." dediler.
Diyanet Vakfı:
Bunun üzerine dediler ki: Ey büyücü! Sana verdiği ahde göre bizim için Rabbine dua et; çünkü biz artık doğru yola gireceğiz.
İngilizce:
And they said, "O thou sorcerer! Invoke thy Lord for us according to His covenant with thee; for we shall truly accept guidance."
Fransızca:
Et ils dirent : "ô magicien ! Implore pour nous ton Seigneur au nom de l'engagement qu'Il a pris envers toi. Nous suivrons le droit chemin".
Almanca:
Und sie sagten: "Du Magier! Richte Bittgebete an deinen HERRN mit dem, wozu ER dich verpflichtete, wir sind gewiß rechtgeleitet!"
Rusça:
Они сказали: "О колдун! Помолись за нас твоему Господу согласно завету, который Он заключил с тобой, и тогда мы обязательно последуем прямым путем".
Açıklama:

felemmâ keşefnâ `anhümü-l`aẕâbe iẕâ hüm yenküŝûn.
Arapça:
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ
Türkçe:
Fakat kendilerinden azabı kaldırdığımızda hemen yan çizmeye başladılar.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Fakat azabı kendilerinden kaldırdığımız zaman hemen sözlerinden dönüverdiler.
Diyanet Vakfı:
Fakat biz onlardan azabı kaldırınca, sözlerinden dönüverdiler.
İngilizce:
But when We removed the Penalty from them, behold, they broke their word.
Fransızca:
Puis quand Nous eûmes écarté d'eux le châtiment, voilà qu'ils violèrent leurs engagements.
Almanca:
Und als WIR ihnen die Peinigung wegnahmen, da waren sie wortbrüchig.
Rusça:
Когда же Мы спасли их от мучений, они тотчас нарушили данное слово.
Açıklama:

venâdâ fir`avnü fî ḳavmihî ḳâle yâ ḳavmi eleyse lî mülkü miṣra vehâẕihi-l'enhâru tecrî min taḥtî. efelâ tübṣirûn.
Arapça:
وَنَادَىٰ فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَٰذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِن تَحْتِي ۖ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Türkçe:
Firavun, toplumu içinde haykırıp şöyle dedi: "Ey toplumum! Mısır'ın mülk ve yönetimi benim değil mi? İşte şu nehirler benim altımdan akıyor. Görmüyor musunuz?"
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Firavun kavmine seslenerek dedi ki: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?
Diyanet Vakfı:
Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hala görmüyor musunuz?"
İngilizce:
And Pharaoh proclaimed among his people, saying: "O my people! Does not the dominion of Egypt belong to me, (witness) these streams flowing underneath my (palace)? What! see ye not then?
Fransızca:
Et Pharaon fit une proclamation à son peuple et dit : "ô mon peuple ! Le royaume de Misr [l'égypte] ne m'appartient-il pas ainsi que ces canaux qui coulent à mes pieds ? N'observez-vous donc pas ?
Almanca:
Und Pharao rief unter seinen Leuten, er sagte: "Meine Leute! Habe ich nicht die Herrschaft über Ägypten und diese Flüsse fließen da unter mir? Habt ihr etwa keinen Einblick?!
Rusça:
Фараон воззвал к своему народу и сказал: "О мой народ! Разве не мне принадлежит власть над Египтом и эти реки, что текут подо мною? Разве вы не видите?
Açıklama:

em ene ḫayrum min hâẕe-lleẕî hüve mehînüv velâ yekâdü yübîn.
Arapça:
أَمْ أَنَا خَيْرٌ مِّنْ هَٰذَا الَّذِي هُوَ مَهِينٌ وَلَا يَكَادُ يُبِينُ
Türkçe:
"Yoksa ben şu zavallı, şu meramını anlatamayacak adamdan hayırlı değil miyim?"
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yoksa ben, nerede ise meramını anlatamayan şu zavallıdan daha hayırlı değil miyim?
Diyanet Vakfı:
"Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değil miyim?"
İngilizce:
Am I not better than this (Moses), who is a contemptible wretch and can scarcely express himself clearly?
Fransızca:
Ne suis-je par meilleur que ce misérable qui sait à peine s'exprimer ?
Almanca:
Doch ich bin besser als dieser, der verachtet ist und beinahe nicht deutlich erklärt.
Rusça:
Разве я не лучше этого презренного, который едва объясняется?
Açıklama:

felevlâ ülḳiye `aleyhi esviratüm min ẕehebin ev câe me`ahü-lmelâiketü muḳterinîn.
Arapça:
فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِّن ذَهَبٍ أَوْ جَاءَ مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ
Türkçe:
"Ona altın bilezikler atılmalı, yanında-hizmetinde melekler bulunmalı değil miydi?"
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer O'nun dediği doğru ise üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber onu tasdik eden melekler gelmeli değil miydi?"
Diyanet Vakfı:
"Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardımcı melekler gelmeli değil miydi?"
İngilizce:
Then why are not gold bracelets bestowed on him, or (why) come (not) with him angels accompanying him in procession?
Fransızca:
Pourquoi ne lui a-t-on lancé des bracelets d'or ? Pourquoi les Anges ne l'ont-ils pas accompagné ? "
Almanca:
Also würde doch ihm ein Armband aus Gold gegeben, oder kämen doch die Engel mit ihm einanderfolgend!"
Rusça:
И почему на него не надеты браслеты из золота? И почему с ним не явились сопутствующие ангелы?"
Açıklama:

festeḫaffe ḳavmehû feeṭâ`ûh. innehüm kânû ḳavmen fâsiḳîn.
Arapça:
فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Türkçe:
İşte toplumunu böyle küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan sapmış bir toplum idiler.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Firavun kavmini küçümsedi. Onlar da O'na itaat ettiler. Çünkü onlar fâsık bir kavimdi.
Diyanet Vakfı:
Firavun kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar yoldan çıkmış bir kavimdir.
İngilizce:
Thus did he make fools of his people, and they obeyed him: truly were they a people rebellious (against Allah).
Fransızca:
Ainsi chercha-t-il à étourdir son peuple et ainsi lui obéirent-ils car ils étaient des gens pervers.
Almanca:
So forderte er von seinen Leuten Unbesonnenheit, dann gehorchten sie ihm. Gewiß, sie waren fisqbetreibende Leute.
Rusça:
Он обманул свой народ (или счел свой народ легкомысленным), и они подчинились ему. Воистину, они были людьми нечестивыми.
Açıklama:

felemmâ âsefûne-nteḳamnâ minhüm feagraḳnâhüm ecme`în.
Arapça:
فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ
Türkçe:
Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince, biz de onlardan öc aldık; hepsini suya gömüverdik.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık. Hepsini suda boğduk.
Diyanet Vakfı:
Böylece bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık, hepsini suda boğduk.
İngilizce:
When at length they provoked Us, We exacted retribution from them, and We drowned them all.
Fransızca:
Puis lorsqu'ils Nous eurent irrité, Nous Nous vengeâmes d'eux et les noyâmes tous.
Almanca:
Und als sie Unseren Zorn provozierten, übten WIR an ihnen Vergeltung, dann ließen WIR sie allesamt ertrinken.
Rusça:
Когда же они разгневали Нас, Мы отомстили им и потопили их всех.
Açıklama:

fece`alnâhüm selefev vemeŝelel lil'âḫirîn.
Arapça:
فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفًا وَمَثَلًا لِّلْآخِرِينَ
Türkçe:
Onları, sonra gelecekler için eski bir örnek yaptık.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onları sonradan gelecekler için ibret ve örnek kıldık.
Diyanet Vakfı:
Onları, sonradan gelenlerin geçmişi ve bir ibret örneği kıldık.
İngilizce:
And We made them (a people) of the Past and an Example to later ages.
Fransızca:
Nous fîmes d'eux un antécédent et un exemple [une leçon] pour la postérité.
Almanca:
Dann machtenWIR sie zum Typus und zum Gleichnis für die anderen.
Rusça:
Мы сделали их предшественниками и назидательным примером для остальных.
Açıklama:

velemmâ ḍuribe-bnü meryeme meŝelen iẕâ ḳavmüke minhü yeṣiddûn.
Arapça:
۞ وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا إِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ
Türkçe:
Meryem'in oğlu, bir örnek olarak ortaya konunca, senin toplumun buna karşı hemen bağırıp çağırmaya başladı.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Meryem oğlu İsâ bir misal olarak anlatılınca, senin kavmin hemen ondan bir delil bulduklarını sanarak bağrışmaya başladılar.
Diyanet Vakfı:
Meryem oğlu İsa, bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar.
İngilizce:
When (Jesus) the son of Mary is held up as an example, behold, thy people raise a clamour thereat (in ridicule)!
Fransızca:
Quand on cite l'exemple du fils de Marie, ton peuple s'en détourne ,
Almanca:
Und als Ibnu-Maryam als Gleichnis geprägt wurde, sogleich brachen sie in schallendes Gelächter aus.
Rusça:
А когда приводят в пример сына Марьям (Марии), твой народ радостно восклицает.
Açıklama:

veḳâlû eâlihetünâ ḫayrun em hû. mâ ḍarabûhü leke illâ cedelâ. bel hüm ḳavmün ḫasimûn.
Arapça:
وَقَالُوا أَآلِهَتُنَا خَيْرٌ أَمْ هُوَ ۚ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ إِلَّا جَدَلًا ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ
Türkçe:
Dediler ki: "Bizim tanrılarımız mı hayırlı, o mu?" Bunu sana sadece çekişme olsun diye örnek verdiler. Çekişmeyi seven bir toplumdur onlar.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar dediler ki: "Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa İsâ mı?" Bu misâli sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Doğrusu onlar çok kavgacı bir topluluktur.
Diyanet Vakfı:
Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o mu? dediler. Bunu sana ancak tartışmak için söylediler. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur.
İngilizce:
And they say, "Are our gods best, or he?" This they set forth to thee, only by way of disputation: yea, they are a contentious people.
Fransızca:
en disant : "Nos dieux sont-ils meilleurs, ou bien lui ? " Ce n'est que par polémique qu'ils te le citent comme exemple. Ce sont plutôt des gens chicaniers.
Almanca:
Und sie sagten: "Sind unsere Götter besser oder er?" Sie prägten es dir nur zum Disput. Nein, sondern sie sind streitsüchtige Leute.
Rusça:
Они говорят: "Наши боги лучше или он?" Они приводят его тебе в пример только для того, чтобы поспорить. Они являются людьми препирающимися!
Açıklama:
Sayfalar
