
allâhü lâ ilâhe illâ hüve rabbü-l`arşi-l`ażîm.
Arapça:
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ ۩
Türkçe:
"O Allah ki, tanrı yok kendinden başka, o büyük arşın rabbidir O."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Halbuki) O büyük Arş'ın sahibi olan Allah'tan başka tapılacak yoktur.
Diyanet Vakfı:
(Halbuki) büyük Arş'ın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.
İngilizce:
Allah!- there is no god but He!- Lord of the Throne Supreme!
Fransızca:
Allah ! Point de divinité à part Lui, le Seigneur du Trône Immense .
Almanca:
ER ist ALLAH, es gibt keine Gottheit außer Ihm, Der HERR vom gewaltigen Al'ahrsch."
Rusça:
Нет иного божества, кроме Аллаха, Господа великого Трона".
Açıklama:

ḳâle senenżuru eṣadaḳte em künte mine-lkâẕibîn.
Arapça:
۞ قَالَ سَنَنظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْكَاذِبِينَ
Türkçe:
Süleyman dedi: "Doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz!"
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Süleyman Hüdhüd'e) dedi ki: "Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız."
Diyanet Vakfı:
(Süleyman Hüdhüd'e) dedi ki: Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.
İngilizce:
(Solomon) said: "Soon shall we see whether thou hast told the truth or lied!
Fransızca:
Alors, Salomon dit : "Nous allons voir si tu as dis la vérité ou si tu as menti.
Almanca:
Er sagte: "Wir werden sehen, ob du wahrhaftig oder von den Lügnern warst.
Rusça:
Он сказал: "Посмотрим, сказал ли ты правду или же являешься одним из лжецов.
Açıklama:

iẕheb bikitâbî hâẕâ feelḳih ileyhim ŝümme tevelle `anhüm fenżur mâẕâ yerci`ûn.
Arapça:
اذْهَب بِّكِتَابِي هَٰذَا فَأَلْقِهْ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
Türkçe:
"Şu yazımı götürüp onlara at. Sonra onlardan uzaklaş da bak bakalım, nasıl davranacaklar."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.
Diyanet Vakfı:
Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.
İngilizce:
Go thou, with this letter of mine, and deliver it to them: then draw back from them, and (wait to) see what answer they return...
Fransızca:
Pars avec ma lettre que voici; puis lance-la à eux; ensuite tiens-toi à l'écart d'eux pour voir ce que sera leur réponse.
Almanca:
Fliege mit diesem meinem Schreiben (dorthin), wirf es über ihnen ab, dann wende dich von ihnen ab, dann warte ab, was sie entgegnen."
Rusça:
Отправляйся с этим посланием от меня и брось его им. Затем встань поодаль и погляди, что они ответят".
Açıklama:

ḳâlet yâ eyyühe-lmeleü innî ülḳiye ileyye kitâbün kerîm.
Arapça:
قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ
Türkçe:
Melike dedi ki: "Ey ileri gelenler, bana önemli bir mektup bırakıldı."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Süleyman'ın mektubunu alan Sebe melikesi): "Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı" dedi.
Diyanet Vakfı:
(Süleyman'ın mektubunu alan Sebe'melikesi,) "Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı" dedi.
İngilizce:
(The queen) said: "Ye chiefs! here is delivered to me - a letter worthy of respect.
Fransızca:
La reine dit : "ô notables ! Une noble lettre m'a été lancée.
Almanca:
Sie sagte: "Ihr Entscheidungsträger! Mir wurde ein würdevolles Schreiben zugeworfen.
Rusça:
Она сказала: "О знать! Мне было брошено благородное письмо.
Açıklama:

innehû min süleymâne veinnehû bismi-llâhi-rraḥmâni-rraḥîm.
Arapça:
إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
Türkçe:
"Süleyman'dan bir mektup. Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla başlıyor."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla (başlamakta)dır.
Diyanet Vakfı:
"Mektup Süleyman'dandır, rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla (başlamakta) dır."
İngilizce:
It is from Solomon, and is (as follows): 'In the name of Allah, Most Gracious, Most Merciful:
Fransızca:
Elle vient de Salomon; et c'est : "Au nom d'Allah, le Tout Miséricordieux, le Très Miséricordieux,
Almanca:
Gewiß, es ist von Sulaiman. Und es (beginnt) doch mit Bismil-lahir-rahmanir-rahim :
Rusça:
Оно - от Сулеймана (Соломона), и в нем сказано: "Во имя Аллаха, Милостивого, Милосердного!
Açıklama:

ellâ ta`lû `aleyye ve'tûnî müslimîn.
Arapça:
أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ
Türkçe:
"Söylediği şu: Bana büyüklük taslamaya kalkmayın. Teslim olarak huzuruma gelin."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bana karşı baş kaldırmayın, teslimiyet göstererek bana gelin diye (yazmaktadır).
Diyanet Vakfı:
"Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır)".
İngilizce:
Be ye not arrogant against me, but come to me in submission (to the true Religion).'
Fransızca:
Ne soyez pas hautains avec moi et venez à moi en toute soumission".
Almanca:
Erhebt euch nicht über mich und kommt zu mir als Muslime!"
Rusça:
Не превозноситесь предо мною и явитесь ко мне покорными"".
Açıklama:

ḳâlet yâ eyyühe-lmeleü eftûnî fî emrî. mâ küntü ḳâṭi`aten emran ḥattâ teşhedûn.
Arapça:
قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّىٰ تَشْهَدُونِ
Türkçe:
Melike dedi: "Ey danışmanlarım, bu meselem konusunda bana fikir verin. Siz onaylamadıkça, hiçbir işe kesin karar vermem."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Sonra Melike) dedi ki: "Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam."
Diyanet Vakfı:
(Sonra Melike) dedi ki: Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam.
İngilizce:
She said: "Ye chiefs! advise me in (this) my affair: no affair have I decided except in your presence."
Fransızca:
Elle dit : "ô notables ! Conseillez-moi sur cette affaire : je ne déciderai rien sans que vous ne soyez présents (pour me conseiller)".
Almanca:
Sie sagte: "Ihr Entscheidungsträger! Gebt mir eine Fatwa über meine Angelegenheit! Ich werde nie eine Entscheidung treffen, bis ihr dabei anwesend seid."
Rusça:
Она сказала: "О знать! Посоветуйте, как мне поступить. Я никогда не принимала решений самостоятельно, пока вы находились рядом со мной".
Açıklama:

ḳâlû naḥnü ülû ḳuvvetiv veülû be'sin şedîdiv vel'emru ileyki fenżurî mâẕâ te'mürîn.
Arapça:
قَالُوا نَحْنُ أُولُو قُوَّةٍ وَأُولُو بَأْسٍ شَدِيدٍ وَالْأَمْرُ إِلَيْكِ فَانظُرِي مَاذَا تَأْمُرِينَ
Türkçe:
Dediler ki: "Biz çok güçlüyüz, çok yaman savaşırız. Buyruk senin. Ne karar vereceğini sen bilirsin."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar, şöyle cevap verdiler: "Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız, buyruk ise senindir; artık ne emredeceğini düşün taşın."
Diyanet Vakfı:
Onlar, şu cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.
İngilizce:
They said: "We are endued with strength, and given to vehement war: but the command is with thee; so consider what thou wilt command."
Fransızca:
Ils dirent : "Nous sommes détenteurs d'une force et d'une puissance redoutable. Le commandement cependant t'appartient. Regarde donc ce que tu veux ordonner".
Almanca:
Sie sagten: "Wir verfügen über Macht und über starke Kampfmoral. Also das Befehlen ist deins, so überlege dir, was du anordnest."
Rusça:
Они сказали: "Мы обладаем силой и великой мощью, но решение остается за тобой. Подумай, что ты прикажешь делать".
Açıklama:

ḳâlet inne-lmülûke iẕâ deḫalû ḳaryeten efsedûhâ vece`alû e`izzete ehlihâ eẕilleh. vekeẕâlike yef`alûn.
Arapça:
قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً ۖ وَكَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ
Türkçe:
Melike dedi: "Şu bir gerçek ki krallar bir kente/bir memlekete girdiler mi, orada bozgun çıkarırlar; oranın onurlu insanlarını zelil-sefil ederler. İşte böyle yaparlar."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Melike, "Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının ulularını hakir hâle getirirler. (Herhalde) Onlar da böyle yapacaklardır" dedi.
Diyanet Vakfı:
Melike: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.
İngilizce:
She said: "Kings, when they enter a country, despoil it, and make the noblest of its people its meanest thus do they behave.
Fransızca:
Elle dit : "En vérité, quand les rois entrent dans une cité ils la corrompent, et font de ses honorables citoyens des humiliés. Et c'est ainsi qu'ils agissent.
Almanca:
Sie sagte: "Gewiß, wenn die Könige eine Ortschaft einnehmen, richten sie in ihr Verderben an und machen die Einflußreichen ihrer Bewohner zu Erniedrigten. Und solcherart machen sie.
Rusça:
Она сказала: "Когда цари вторгаются в селение, они разрушают его и превращают его самых славных жителей в самых униженных. Вот так они поступают.
Açıklama:

veinnî mürsiletün ileyhim bihediyyetin fenâżiratüm bime yerci`u-lmürselûn.
Arapça:
وَإِنِّي مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِم بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
Türkçe:
"Şimdi ben onlara bir hediye göndereceğim ve bakacağım elçiler neyle geri dönecekler."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.
Diyanet Vakfı:
Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.
İngilizce:
But I am going to send him a present, and (wait) to see with what (answer) return (my) ambassadors.
Fransızca:
Moi, je vais leur envoyer un présent, puis je verrai ce que les envoyés ramèneront".
Almanca:
Und ich werde ihnen ein Geschenk zukommen lassen, dann werde ich sehen, womit die Entsandten zurückkommen."
Rusça:
Я пошлю им дары и посмотрю, с чем вернутся послы".
Açıklama:
Sayfalar
