
cennâtü `adnin tecrî min taḥtihe-l'enhâru ḫâlidîne fîhâ. veẕâlike cezâü men tezekkâ.
Arapça:
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ وَذَٰلِكَ جَزَاءُ مَن تَزَكَّىٰ
Türkçe:
Adn cennetleri ki, altlarından ırmaklar akar; sürekli kalacaklar içlerinde. Arınıp temizlenenlerin ödülü işte budur.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Adn cennetleri vardır ki, altlarından ırmaklar akar, onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. Ve işte bu, (küfür ve isyandan) arınanların mükafatıdır. Meâli Şerifi
Diyanet Vakfı:
İçinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri! İşte arınanların mükafatı budur.
İngilizce:
Gardens of Eternity, beneath which flow rivers: they will dwell therein for aye: such is the reward of those who purify themselves (from evil).
Fransızca:
les jardins du séjours (éternel), sous lesquels coulent les ruisseaux, où ils demeureront éternellement. Et voilà la récompense de ceux qui se purifient [de la mécréance et des pêchés].
Almanca:
die 'Adn-Dschannat, die von Flüssen durchflossen sind. Darin werden sie ewig bleiben. Und dies ist die Belohnung für denjenigen, der sich rein hält.
Rusça:
сады Эдема, в которых текут реки. Они пребудут там вечно. Таково воздаяние тем, кто очистился.
Açıklama:

veleḳad evḥaynâ ilâ mûsâ en esri bi`ibâdî faḍrib lehüm ṭarîḳan fi-lbaḥri yebesâ. lâ teḫâfü derakev velâ taḫşâ.
Arapça:
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَىٰ
Türkçe:
Yemin olsun, Mûsa'ya şöyle vahyetmiştik: "Kullarımı geceleyin yürüt! Denizde onlar için kuru bir yol aç! Size yetişecekler diye korkma, endişelenme.!"
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Gerçekten Musa'ya şöyle vahyettik: "Kullarımla geceleyin yürü (Mısır'dan çık) de (asânı vurarak) onlara denizde kuru bir yol aç; (artık firavun tarafından) yetişilmekten korkmazsın ve (boğulmaktan) endişe de etmezsin."
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki biz Musa'ya: Kullarımla birlikte geceleyin yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızın ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik.
İngilizce:
We sent an inspiration to Moses: "Travel by night with My servants, and strike a dry path for them through the sea, without fear of being overtaken (by Pharaoh) and without (any other) fear."
Fransızca:
Nous révélâmes à Moïse : "Pars la nuit, à la tête de Mes serviteurs, puis, trace-leur un passage à sec dans la mer : sans craindre une poursuite et sans éprouver aucune peur".
Almanca:
Und gewiß, bereits ließen WIR Musa Wahy zuteil werden: "Brich nachts auf mit Meinen Dienern, dann schlage ihnen einen getrockneten Weg ins Meer! Habe keine Angst vor Verfolgung und fürchte dich nicht!"
Rusça:
Мы внушили Мусе (Моисею) откровение: "Ночью отправляйся в путь с Моими рабами и проложи для них по морю сухую дорогу. Не бойся, что тебя настигнут, и не опасайся!"
Açıklama:

feetbe`ahüm fir`avnü bicünûdihî fegaşiyehüm mine-lyemmi mâ gaşiyehüm.
Arapça:
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُم مِّنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ
Türkçe:
Derken, Firavun, ordusuyla birlikte onların arkasına düştü. Ama denizden onları sarıp kuşatan, sarıp kuşattı.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Firavun ordularıyla hemen onları takip etti, denizden kendilerini sarıveren (korkunç boğulma) sarıverdi
Diyanet Vakfı:
Bunun üzerine o, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.
İngilizce:
Then Pharaoh pursued them with his forces, but the waters completely overwhelmed them and covered them up.
Fransızca:
Pharaon les poursuivit avec ses armées. La mer les submergea bel et bien.
Almanca:
Dann verfolgte sie Pharao mit seinen Soldaten, dann überschwemmte sie vom Fluß, was sie überschwemmte.
Rusça:
Фараон со своим войском бросился преследовать их, но море накрыло их полностью.
Açıklama:

veeḍalle fir`avnü ḳavmehû vemâ hedâ.
Arapça:
وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدَىٰ
Türkçe:
Firavun kendi toplumunu saptırmıştı; kılavuzluk edemedi.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Böylece Firavun kavmini yanlış yola sürükledi ve doğru yola götürmedi.
Diyanet Vakfı:
Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola sevketmedi.
İngilizce:
Pharaoh led his people astray instead of leading them aright.
Fransızca:
Pharaon égara ainsi son peuple et ne le mît pas sur le droit chemin.
Almanca:
Und Pharao verleitete seine Leute und leitete sie nicht recht.
Rusça:
Фараон ввел в заблуждение свой народ и не повел его прямым путем.
Açıklama:

yâ benî isrâîle ḳad enceynâküm min `adüvviküm veve`adnâküm cânibe-ṭṭûri-l'eymene venezzelnâ `aleykümü-lmenne vesselvâ.
Arapça:
يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ
Türkçe:
Ey İsrailoğulları, şu bir gerçek ki, biz sizi düşmanınızdan kurtardık. Tûr'un sağ yanında size vaatte bulunduk. Ve üstünüze kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tûr dağının sağ yanında size söz verdik, üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
Diyanet Vakfı:
Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık; Tur'un sağ tarafına (gelmeniz için) size vade tanıdık ve size kudret helvası ile bıldırcın eti lütfettik.
İngilizce:
O ye Children of Israel! We delivered you from your enemy, and We made a Covenant with you on the right side of Mount (Sinai), and We sent down to you Manna and quails:
Fransızca:
ô Enfants d'Israël, Nous vous avons déjà délivrés de votre ennemi, et Nous vous avons donné rendez-vous sur le flanc droit du Mont. Et Nous avons fait descendre sur vous la manne et les cailles.
Almanca:
Kinder Israils! WIR erretteten euch bereits von eurem Feind, verabredeten Uns mit euch an der 2 rechten Seite des Tur-Bergs und ließen euch Al-mann und As-salwa zuteil werden.
Rusça:
О сыны Исраила (Израиля)! Мы спасли вас от вашего врага и дали вам обещание на правом склоне горы. Мы также ниспослали вам манну и перепелов.
Açıklama:

külû min ṭayyibâti mâ razaḳnâküm velâ taṭgav fîhi feyeḥille `aleyküm gaḍabî. vemey yaḥlil `aleyhi gaḍabî feḳad hevâ.
Arapça:
كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي ۖ وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَىٰ
Türkçe:
Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin! Bu konuda azgınlık etmeyin! Yoksa öfkem üzerinize çöker. Ve kimin üstüne öfkem inerse o uçuruma gider.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Size verdiğimiz rızıkların en temizlerinden yiyin ve bunda taşkınlık etmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o mahvolur.
Diyanet Vakfı:
Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar. Her kim ki kendisini gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir.
İngilizce:
(Saying): "Eat of the good things We have provided for your sustenance, but commit no excess therein, lest My Wrath should justly descend on you: and those on whom descends My Wrath do perish indeed!
Fransızca:
"Mangez des bonnes choses que Nous vous avons attribuées et ne vous montrez pas ingrats, sinon Ma colère s'abattra sur vous : et celui sur qui Ma colère s'abat, va sûrement vers l'abîme.
Almanca:
Esst von den Tay-yibat vom Rizq, das WIR euch gewährten, und begeht darin keine Übertretungen, sonst widerfährt euch Mein Zorn. Und wem Mein Zorn widerfährt, ist bereits zugrunde gerichtet.
Rusça:
Вкушайте блага, которыми Мы наделили вас, но не преступайте посредством их границы дозволенного, а не то на вас падет Мой гнев. А всякий, на кого падет Мой гнев, погибнет.
Açıklama:

veinnî legaffârul limen tâbe veâmene ve`amile ṣâliḥan ŝümme-htedâ.
Arapça:
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِّمَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَىٰ
Türkçe:
Ve ben, tövbe eden, inanan, hayra ve barışa yönelik iş yapıp sonra da düzgün bir biçimde yol alan kimseye karşı, gerçekten çok affediciyim, Gaffâr'ım.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bununla beraber, şüphe yok ki ben, tevbe eden, iman edip salih amel işleyen, sonra da hak yolda sebat gösteren kimse için çok bağışlayıcıyım.
Diyanet Vakfı:
Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.
İngilizce:
But, without doubt, I am (also) He that forgives again and again, to those who repent, believe, and do right, who,- in fine, are ready to receive true guidance.
Fransızca:
Et Je suis Grand Pardonneur à celui qui se repent, croit, fait bonne oeuvre, puis se met sur le bon chemin".
Almanca:
Und gewiß, ICH bin bestimmt allvergebend für denjenigen, der reuig wurde, den Iman verinnerlichte, gottgefällig Gutes tat und dann Rechtleitung fand.
Rusça:
Воистину, Я прощаю тех, кто раскаялся, уверовал, стал поступать праведно, а потом последовал прямым путем.
Açıklama:

vemâ a`celeke `an ḳavmike yâ mûsâ.
Arapça:
۞ وَمَا أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَا مُوسَىٰ
Türkçe:
Seni toplumundan çabucak uzaklaştıran neydi, ey Mûsa?
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Musa! Seni kavminden (ayırıp) daha çabuk (gelmeye) sevkeden nedir? (dedik.)
Diyanet Vakfı:
Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa!
İngilizce:
(When Moses was up on the Mount, Allah said:) "What made thee hasten in advance of thy people, O Moses?"
Fransızca:
"Pourquoi Moïse t'es-tu hâté de quitter ton peuple ? "
Almanca:
Und was ließ dich hier vor deinen Leuten sein, Musa?
Rusça:
Аллах сказал: "О Муса (Моисей)! Зачем ты поспешил оставить свой народ?"
Açıklama:

ḳâle hüm ülâi `alâ eŝerî ve`aciltü ileyke rabbi literḍâ.
Arapça:
قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَىٰ أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ
Türkçe:
Dedi: "Onlar, benim eserim üzerindeler. Ben sana gelmede acele davrandım ki, benden hoşnut olasın, ey Rabbim!"
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Musa: "Onlar benim izimdeler (arkamdan beni takip edip geliyorlar). Ben sana acele ettim (geldim) ki, hoşnud olasın" dedi.
Diyanet Vakfı:
Musa: İşte, dedi, onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim Rabbim.
İngilizce:
He replied: "Behold, they are close on my footsteps: I hastened to thee, O my Lord, to please thee."
Fransızca:
Ils sont là sur mes traces, dit Moïse. Et je me suis hâté vers Toi, Seigneur, afin que Tu sois satisfait.
Almanca:
Er sagte: "Sie sind da, sie folgen meinen Spuren. Und ich eilte zu Dir, mein HERR! - damit du (mir) Wohlgefallen erweist."
Rusça:
Он сказал: "Они находятся неподалеку и следуют по моим стопам, я же поторопился к Тебе, Господи, чтобы Ты остался доволен".
Açıklama:

ḳâle feinnâ ḳad fetennâ ḳavmeke mim ba`dike veeḍallehümü-ssâmiriyy.
Arapça:
قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِن بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
Türkçe:
Buyurdu: "Biz senden sonra toplumunu tam bir biçimde imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah: "Doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı" dedi.
Diyanet Vakfı:
Allah buyurdu: Senden sonra biz, kavmini (Harun ile kalan İsrailoğullarını) imtihan ettik ve Samiri onları yoldan çıkardı.
İngilizce:
(Allah) said: "We have tested thy people in thy absence: the Samiri has led them astray."
Fransızca:
Allah dit : "Nous avons mis ton peuple à l'épreuve après ton départ. Et le Samiri les a égarés" .
Almanca:
ER sagte: "WIR ließen doch deine Leute nach dir der Fitna aussetzen. Und As-samiri verleitete sie."
Rusça:
Он (Аллах) сказал: "Мы подвергли твой народ искушению после того, как ты оставил их, и самаритянин ввел их в заблуждение".
Açıklama:
Sayfalar
