
ya`lemü mâ beyne eydîhim vemâ ḫalfehüm velâ yüḥîṭûne bihî `ilmâ.
Türkçe:
Onların önden gönderdiklerini de arkada bıraktıklarını da bilir, ama onlar O'nu ilimle kuşatamazlar.
İngilizce:
He knows what (appears to His creatures as) before or after or behind them: but they shall not compass it with their knowledge.
Fransızca:
Il connaît ce qui est devant eux et ce qui est derrière eux, alors qu'eux-mêmes ne Le cernent pas de leur science.
Almanca:
ER kennt das, was vor ihnen und was hinter ihnen liegt. Sie jedoch haben kein umfassendes Wissen über Ihn.
Rusça:
Он знает их будущее и прошлое, но они не способны объять Его своим знанием.
Arapça:
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah, onların geleceklerini de, geçmişlerini de bilir. Onlar ise O'nu ilmen kavrayamazlar.
Diyanet Vakfı:
O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz:

ve`aneti-lvucûhü lilḥayyi-lḳayyûm. veḳad ḫâbe men ḥamele żulmâ.
Türkçe:
Bütün yüzler o Hayy ve Kayyûm önünde yere inmiştir. Zulüm taşıyan perişan olup gitmiştir.
İngilizce:
(All) faces shall be humbled before (Him) - the Living, the Self-Subsisting, Eternal: hopeless indeed will be the man that carries iniquity (on his back).
Fransızca:
Et les visages s'humilieront devant Le Vivant, Celui qui subsiste par Lui-même" al-Qayyum" , et malheureux sera celui qui [se présentera devant Lui] chargé d'une iniquité.
Almanca:
Und die Gesichter sind geneigt vor Dem Lebendigen, Dem Allverantwortlichen. Und bereits versagte jeder, der Unrecht auf sich lud.
Rusça:
Лица смирятся перед Живым и Поддерживающим жизнь, и разочарование постигнет тех, кто понесет бремя несправедливости.
Arapça:
۞ وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bütün yüzler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah'a baş eğmiştir. Bir zulüm yüklenen gerçekten hüsrana uğramıştır.
Diyanet Vakfı:
Bütün yüzler (insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.

vemey ya`mel mine-ṣṣâliḥâti vehüve mü'minün felâ yeḫâfü żulmev velâ haḍmâ.
Türkçe:
Mümin olarak hayra ve barışa yönelik iyilikler yapan ise ne haksızlığa uğratılmaktan korkar ne de ezilip horlanmaktan.
İngilizce:
But he who works deeds of righteousness, and has faith, will have no fear of harm nor of any curtailment (of what is his due).
Fransızca:
Et quiconque aura fait de bonnes oeuvres tout en étant croyant, ne craindra ni injustice ni oppression.
Almanca:
Doch wer von gottgefällig Gutem tut, während er Mumin ist, der fürchtet weder Ungerechtigkeit noch Minderung.
Rusça:
А тот, кто совершал праведные дела, будучи верующим, не будет бояться ни несправедливости, ни ущемления.
Arapça:
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Her kim de mümin olarak salih amelleri işlerse, artık o, ne bir haksızlıktan ve ne de çiğnenmekden korkar.
Diyanet Vakfı:
Her kim, mümin olarak iyi olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.

vekeẕâlike enzelnâhü ḳur'ânen `arabiyyev veṣarrafnâ fîhi mine-lve`îdi le`allehüm yetteḳûne ev yuḥdiŝü lehüm ẕikrâ.
Türkçe:
Biz onu işte böyle, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onun içinde tehditleri türlü ifadelerle sıraladık ki sakınabilsinler, yahut da Kur'an onlara yeni bir hatırlatıcı/hatırlatma sunsun.
İngilizce:
Thus have We sent this down - an arabic Qur'an - and explained therein in detail some of the warnings, in order that they may fear Allah, or that it may cause their remembrance (of Him).
Fransızca:
C'est ainsi que nous l'avons fait descendre un Coran en [langue] arabe, et Nous y avons multiplié les menaces, afin qu'ils deviennent pieux ou qu'il les incite à s'exhorter ?
Almanca:
Und solcherart sandten WIR ihn hinab als einen arabischen Quran und erläuterten in ihm von der Ermahnung, damit sie Taqwa gemäß handeln und damit er ihnen eine Besinnung bewirkt.
Rusça:
Таким образом Мы ниспослали его в виде Корана на арабском языке и подробно разъяснили в нем Свои угрозы, чтобы они устрашились или чтобы это стало для них назиданием.
Arapça:
وَكَذَٰلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte böylece biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik. Onda tehditlerden nice türlüsünü tekrar tekrar açıkladık ki belki sakınırlar, yahut onlara bir ibret ve uyanış verir.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki onlar (bu sayede günahtan) korunurlar; yahut da o (Kur'an) kendileri için bir ibret ortaya koyar.

fete`âle-llâhü-lmelikü-lḥaḳḳ. velâ ta`cel bilḳur'âni min ḳabli ey yuḳḍâ ileyke vaḥyüh. veḳur rabbi zidnî `ilmâ.
Türkçe:
O Melik/o hak hükümdar olan Allah, yüceler yücesidir. Sana vahyi tamamlanmadan önce, Kur'an hakkında aceleci olma. Şöyle de:"Rabbim, ilmimi artır!"
İngilizce:
High above all is Allah, the King, the Truth! Be not in haste with the Qur'an before its revelation to thee is completed, but say, "O my Lord! advance me in knowledge."
Fransızca:
Que soit exalté Allah, le Vrai Souverain ! Ne te hâte pas [de réciter] le Coran avant que ne te soit achevée sa révélation . Et dis : "ô mon Seigneur, accroît mes connaissances ! "
Almanca:
Und hocherhaben ist ALLAH, Der Allherrschende, Der Wahrhaftigste! Und übereile dich nicht mit der Rezitation des Quran, bevor dir dessen Wahy komplett verkündet wurde. Und sag: "Mein HERR! Lasse mir noch mehr Wissen zuteil werden!"
Rusça:
Превыше всего Аллах, Истинный Царь! Не торопись читать Коран, пока ниспослание откровения тебе не будет завершено, и говори: "Господи! Приумножь мои знания".
Arapça:
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۗ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَىٰ إِلَيْكَ وَحْيُهُ ۖ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hükmü her yerde geçerli gerçek hükümdar olan Allah yücedir. (Ey Muhammed!) Kur'ân sana vahyedilirken, vahiy bitmeden önce (unutma korkusu ile) Kur'ân'ı okumada acele etme; "Rabbim! benim ilmimi artır" de.
Diyanet Vakfı:
Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı (okumakta) acele etme ve "Rabbim, benim ilmimi artır" de.

veleḳad `ahidnâ ilâ âdeme min ḳablü fenesiye velem necid lehû `azmâ.
Türkçe:
Yemin olsun, biz daha önce Âdem'e ahit verdik de unuttu; biz onda bir kararlılık bulamadık.
İngilizce:
We had already, beforehand, taken the covenant of Adam, but he forgot: and We found on his part no firm resolve.
Fransızca:
En effet, Nous avons auparavant fait une recommandation à Adam; mais il oublia; et Nous n'avons pas trouvé chez lui de résolution ferme.
Almanca:
Und gewiß, bereits wiesen WIR Adam vorher an, doch er vergaß, und WIR stellten bei ihm keinen Vorsatz fest.
Rusça:
Прежде Мы заключили завет с Адамом, но он запамятовал, и Мы не нашли у него твердой воли.
Arapça:
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَىٰ آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Doğrusu bundan önce Âdem'e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik, fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz, daha önce de Âdem'e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık.

veiẕ ḳulnâ lilmelâiketi-scüdû liâdeme fesecedû illâ iblîs. ebâ.
Türkçe:
Hani meleklere "Âdem'e secde edin!" demiştik de İblis müstesna hepsi secde etmişti. İblis dayatmıştı.
İngilizce:
When We said to the angels, "Prostrate yourselves to Adam", they prostrated themselves, but not Iblis: he refused.
Fransızca:
Et quand Nous dîmes aux Anges : "Prosternez-vous devant Adam", ils se prosternèrent, excepté Iblis qui refusa.
Almanca:
(Und erinnere daran), als WIR den Engeln sagten: "Vollzieht Sudschud für Adam!" Sie vollzogen Sudschud, außer Iblis hat es abgelehnt.
Rusça:
Вот сказали Мы ангелам: "Падите ниц перед Адамом!" Они пали ниц, и только Иблис отказался.
Arapça:
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bir vakit meleklere: "Âdem(e hürmet) için secde edin" demiştik; İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o çekinmişti.
Diyanet Vakfı:
Bir zaman biz meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik. Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti.

feḳulnâ yâ âdemü inne hâẕâ `adüvvül leke velizevcike felâ yuḫricennekümâ mine-lcenneti feteşḳâ.
Türkçe:
Bunun üzerine biz şöyle demiştik: "Ey Âdem! Şu, senin de eşinin de düşmanıdır, dikkat et de sizi cennetten çıkarmasın; sonra bedbaht olursun."
İngilizce:
Then We said: "O Adam! verily, this is an enemy to thee and thy wife: so let him not get you both out of the Garden, so that thou art landed in misery.
Fransızca:
Alors Nous dîmes : "ô Adam, celui-là est vraiment un ennemi pour toi et ton épouse. Prenez garde qu'il vous fasse sortir du Paradis, car alors tu seras malheureux.
Almanca:
Dann sagten WIR: "Adam! Gewiß, dieser ist ein Feind für dich und für deine Gattin. Also lasst ihn nicht euch beide aus der Dschanna herausbringen, sonst mußt du dich mühen.
Rusça:
Мы сказали: "О Адам! Это - враг тебе и твоей жене. Пусть же он не выведет вас из Рая, а не то ты станешь несчастным.
Arapça:
فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَٰذَا عَدُوٌّ لَّكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَىٰ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz de (Âdem'e) şöyle demiştik: "Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun)."
Diyanet Vakfı:
Bunun üzerine: Ey Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin!

inne leke ellâ tecû`a fîhâ velâ ta`râ.
Türkçe:
"Senin burada ne acıkman söz konusudur ne de çıplak kalman."
İngilizce:
There is therein (enough provision) for thee not to go hungry nor to go naked,
Fransızca:
Car tu n'y auras pas faim ni ne sera nu,
Almanca:
Es wird dir gewiß gewährt, daß du 2 darin weder hungerst noch nackt wirst.
Rusça:
В нем ты не будешь голодным и нагим.
Arapça:
إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَىٰ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Doğrusu senin acıkmaman ve çıplak kalmaman (ancak) cennettedir.
Diyanet Vakfı:
Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak.

veenneke lâ tażmeü fîhâ velâ taḍḥâ.
Türkçe:
"Ve sen burada ne susayacaksın ne de güneşten yanacaksın."
İngilizce:
Nor to suffer from thirst, nor from the sun's heat.
Fransızca:
tu n'y auras pas soif ni ne seras frappé par l'ardeur du soleil".
Almanca:
Und daß du darin weder dürstest noch unter Sonnenhitze leidest."
Rusça:
В нем ты не будешь страдать от жажды и зноя".
Arapça:
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَىٰ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve sen orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın"
Diyanet Vakfı:
Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın.
Sayfalar
