
velev raḥimnâhüm vekeşefnâ mâ bihim min ḍurril leleccû fî ṭugyânihim ya`mehûn.
Türkçe:
Eğer biz onlara acıyıp da üstlerindeki sıkıntıyı kaldırsaydık, azgınlıkları içinde sersem sersem bocalamaya devam edeceklerdi.
İngilizce:
If We had mercy on them and removed the distress which is on them, they would obstinately persist in their transgression, wandering in distraction to and fro.
Fransızca:
Si Nous leur faisions miséricorde et écartions d'eux le mal, ils persisteraient certainement dans leur transgression, confus et hésitants.
Almanca:
Und würden WIR ihnen Gnade erweisen und ihnen das wegnehmen, was sie an Schädigendem traf, gewiß würden sie noch mehr in ihrer Maßlosigkeit verharren und abirren.
Rusça:
Если бы Мы смилостивились над ними и избавили их от беды, они все равно продолжали бы слепо скитаться, настаивая на своем беззаконии.
Arapça:
۞ وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِم مِّن ضُرٍّ لَّلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer onlara acıyıp da için de bulundukları sıkıntıyı giderseydik, iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.
Diyanet Vakfı:
Eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, iyice körleşerek azgınlıklarında direnirlerdi.

veleḳad eḫaẕnâhüm bil`aẕâbi feme-stekânû lirabbihim vemâ yeteḍarra`ûn.
Türkçe:
Yemin olsun, biz onları azapla yakaladık. Ama yine de Rablerine boyun eğmediler. Sığınıp yakarmıyorlar.
İngilizce:
We inflicted Punishment on them, but they humbled not themselves to their Lord, nor do they submissively entreat (Him)!-
Fransızca:
Nous les avons certes saisis du châtiment, mais ils ne se sont pas soumis à leur Seigneur; de même qu'ils ne [Le] supplient point,
Almanca:
Und gewiß, bereits richteten WIR sie mit der Peinigung zugrunde, dann weder gaben sie sich ihrem HERRN hin, noch baten sie unterwürfig um Hilfe.
Rusça:
Мы подвергли их мучениям, но они не смирились перед своим Господом и не взмолились перед Ним.
Arapça:
وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine Rablerine boyun eğmediler, tazarru' ve niyazda da bulunmadılar.
Diyanet Vakfı:
Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine Rablerine boyun eğmediler, tazarru ve niyazda da bulunmuyorlar.

ḥattâ iẕâ fetaḥnâ `aleyhim bâben ẕâ `aẕâbin şedîdin iẕâ hüm fîhi müblisûn.
Türkçe:
Nihayet, üzerlerine şiddetli bir azabın kapısını açtığımızda hemencecik ümitsizliğe düşüverecekler.
İngilizce:
Until We open on them a gate leading to a severe Punishment: then Lo! they will be plunged in despair therein!
Fransızca:
jusqu'au jour où Nous ouvrirons sur eux une porte au dur châtiment, et voilà qu'ils en seront désespérés.
Almanca:
Als WIR dann für sie eine Tür mit harter Peinigung öffneten, da waren sie darüber verzweifelt.
Rusça:
Когда же Мы распахнем перед ними врата тяжких мучений, они придут там в отчаяние.
Arapça:
حَتَّىٰ إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır!
Diyanet Vakfı:
En nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır!

vehüve-lleẕî enşee lekümü-ssem`a vel'ebṣâra vel'ef'ideh. ḳalîlem mâ teşkürûn.
Türkçe:
Allah odur ki; sizin için işitme gücü, gözler ve gönüller oluşturdu. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!
İngilizce:
It is He Who has created for you (the faculties of) hearing, sight, feeling and understanding: little thanks it is ye give!
Fransızca:
Et c'est Lui qui a créé pour vous l'ouïe, les yeux et les coeurs. Mais vous êtes rarement reconnaissants.
Almanca:
Und ER ist Derjenige, Der für euch das Hören, das Sehen und den Verstand entstehen ließ. Doch ihr seid selten dankbar.
Rusça:
Он - Тот, Кто сотворил для вас слух, зрение и сердца. Но как мала ваша благодарность!
Arapça:
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۚ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Halbuki sizin için o kulağı, o gözleri ve o gönülleri yaratan O'dur. Ne de az şükrediyorsunuz!
Diyanet Vakfı:
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne de az şükrediyorsunuz!

vehüve-lleẕî ẕera'eküm fi-l'arḍi veileyhi tuḥşerûn.
Türkçe:
Sizi yeryüzünde yaratıp yayan da O'dur. O'nun huzurunda haşredileceksiniz.
İngilizce:
And He has multiplied you through the earth, and to Him shall ye be gathered back.
Fransızca:
C'est Lui qui vous a répandus sur la terre, et c'est vers Lui que vous serez rassemblés.
Almanca:
Und ER ist Derjenige, Der euch auf der Erde vermehren ließ, und vor Ihm werdet ihr versammelt.
Rusça:
Он - Тот, Кто расселил вас по земле, и к Нему вы будете собраны.
Arapça:
وَهُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve sizi yeryüzünde yaratıp türeden O'dur. Sırf O'nun huzuruna toplanacaksınız.
Diyanet Vakfı:
Ve O, sizi yeryüzünde yaratıp türetendir. Sırf O'nun huzurunda toplanacaksınız.

vehüve-lleẕî yuḥyî veyümîtü velehu-ḫtilâfü-lleyli vennehâr. efelâ ta`ḳilûn.
Türkçe:
O hayat veriyor, O öldürüyor. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişi O'nun için. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
İngilizce:
It is He Who gives life and death, and to Him (is due) the alternation of Night and Day: will ye not then understand?
Fransızca:
Et c'est Lui qui donne la vie et qui donne la mort; et l'alternance de la nuit et du jour dépend de Lui. Ne raisonnerez-vous donc pas ?
Almanca:
Und ER ist Derjenige, Der lebendig macht und sterben läßt. Und Ihm unterliegt die Aufeinanderfolge von Nacht und Tag. Besinnt ihr euch etwa nicht?!
Rusça:
Он - Тот, Кто дарует жизнь и умерщвляет. Он чередует ночь и день. Неужели вы не разумеете?
Arapça:
وَهُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?
Diyanet Vakfı:
Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir. Hala aklınızı kullanmaz mısınız!

bel ḳâlû miŝle mâ ḳâle-l'evvelûn.
Türkçe:
İşin doğrusu şu: Onlar da öncekilerin söylediği gibi söylediler.
İngilizce:
On the contrary they say things similar to what the ancients said.
Fransızca:
Ils ont plutôt tenu les mêmes propos que les anciens.
Almanca:
Nein, sondern sie sagten das Gleiche, was die Früheren sagten.
Rusça:
О нет! Они говорят то же, что говорили первые поколения.
Arapça:
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْأَوَّلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hayır, öncekilerin söylediklerinin benzerini söylediler.
Diyanet Vakfı:
Buna rağmen onlar, öncekilerin dedikleri gibi dediler.

ḳâlû eiẕâ mitnâ vekünnâ türâbev ve`iżâmen einnâ lemeb`ûŝûn.
Türkçe:
Dediler ki: "Ölüp, toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman mı, gerçekten o zaman mı diriltileceğiz?"
İngilizce:
They say: "What! when we die and become dust and bones, could we really be raised up again?
Fransızca:
Ils ont dit : "lorsque nous serons morts et que nous serons poussière et ossements, serons-nous vraiment ressuscités ?
Almanca:
Sie sagten: "Wenn wir starben und zu Erde und Knochen wurden, würden wir etwa doch erweckt werden?!
Rusça:
Они говорят: "Неужели мы будем воскрешены после того, как умрем и превратимся в прах и кости?
Arapça:
قَالُوا أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Dediler ki: "Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?"
Diyanet Vakfı:
Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?

leḳad vu`idnâ naḥnü veâbâünâ hâẕâ min ḳablü in hâẕâ illâ esâṭîru-l'evvelîn.
Türkçe:
"Yemin olsun, biz de bizden önce atalarımız da bununla tehdit edildik. Öncekilerin masallarından başka bir şey değil bu!"
İngilizce:
Such things have been promised to us and to our fathers before! they are nothing but tales of the ancients!
Fransızca:
On nous a promis cela, ainsi qu'à nos ancêtres auparavant; ce ne sont que de vieilles sornettes".
Almanca:
Gewiß, bereits wurde uns und unseren Vorfahren dieses vorher angedroht. Dies sind nichts anderes als die Legenden der Vorfahren."
Rusça:
Это обещают нам, а еще раньше это обещали нашим отцам. Это - всего лишь сказки древних народов".
Arapça:
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا هَٰذَا مِن قَبْلُ إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yemin ederiz ki, gerek bize, gerekse daha önce atalarımıza böyle bir vaadde bulunuldu; (fakat) bu geçmiştekilerin masallarından başka bir şey değildir!
Diyanet Vakfı:
Hakikaten, gerek bize, gerekse daha önce atalarımıza böyle bir vaadde bulunuldu; (fakat) bu geçmiştekilerin masallarından başka bir şey değildir!

ḳul limeni-l'arḍu vemen fîhâ in küntüm ta`lemûn.
Türkçe:
De ki: "Eğer biliyorsanız, yeryüzü ve içindekiler kimindir?"
İngilizce:
Say: "To whom belong the earth and all beings therein? (say) if ye know!"
Fransızca:
Dis : "A qui appartient la terre et ceux qui y sont ? si vous savez".
Almanca:
Sag: "Wem gehört die Erde und das, was auf ihr ist, solltet ihr wissen?"
Rusça:
Скажи: "Кому принадлежит земля и те, кто на ней, если только вы знаете?"
Arapça:
قُل لِّمَنِ الْأَرْضُ وَمَن فِيهَا إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Resulüm!) de ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?"
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?
Sayfalar
