
illâ âle lûṭ. innâ lemüneccûhüm ecme`în.
Türkçe:
"Yalnız Lût'un ailesi suçlu değildir. Biz onların hepsini kurtaracağız."
İngilizce:
Excepting the adherents of Lut: them we are certainly (charged) to save (from harm),- All -
Fransızca:
à l'exception de la famille de Lot que nous sauverons tous
Almanca:
Nur Luts Familie, die werden wir zweifelsohne erretten, allesamt,
Rusça:
И только семью Лута (Лота) мы спасем целиком,
Arapça:
إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ancak Lût ailesi müstesnâdır. Biz, onların hepsini muhakkak kurtaracağız.
Diyanet Vakfı:
"Ancak Lut ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız."

ille-mraetehû ḳaddernâ innehâ lemine-lgâbirîn.
Türkçe:
"Lût'un karısı hariç. O günahkârlarla geride kalacaktır. Öyle takdir ettik."
İngilizce:
Except his wife, who, We have ascertained, will be among those who will lag behind.
Fransızca:
sauf sa femme. "Nous (Allah) avions déterminé qu'elle sera du nombre des exterminés.
Almanca:
außer seiner Ehefrau. Wir bestimmten: "Gewiß, sie gehört doch zu den Vergehenden."
Rusça:
кроме его жены. Мы решили, что она останется позади".
Arapça:
إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا ۙ إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yalnız Lût'un karısı müstesnâ, çünkü onun helak edilenlerle birlikte yok edilmesini takdir ettik.
Diyanet Vakfı:
"(Fakat Lut'un) karısı müstesna; biz onun geri kalanlardan olmasını takdir ettik."

felemmâ câe âle lûṭini-lmürselûn.
Türkçe:
Elçiler Lût ailesine geldiklerinde,
İngilizce:
At length when the messengers arrived among the adherents of Lut,
Fransızca:
Puis lorsque les envoyés vinrent auprès de la famille de Lot
Almanca:
Und als die Entsandten zur Familie Luts kamen,
Rusça:
Когда посланцы пришли к Луту (Лоту),
Arapça:
فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Melek olan elçiler, Lût kavmine gelince,
Diyanet Vakfı:
Melek olan elçiler Lut ailesine gelince,

ḳâle inneküm ḳavmüm münkerûn.
Türkçe:
Lût: "Siz tanınmayan kimselersiniz." dedi.
İngilizce:
He said: "Ye appear to be uncommon folk."
Fransızca:
celui-ci dit : "Vous êtes [pour moi] des gens inconnus".
Almanca:
sagte er: "Ihr seid ziemlich unbekannte Leute."
Rusça:
он сказал: "Воистину, вы - люди незнакомые".
Arapça:
قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Lût dedi ki: "Doğrusu siz ürkülecek bir kavimsiniz."
Diyanet Vakfı:
Lut onlara: "Hakikaten siz tanınmayan kimselersiniz" dedi.

ḳâlû bel ci'nâke bimâ kânû fîhi yemterûn.
Türkçe:
Dediler: "Sana öyle bir şey getirdik ki,onun hakkında kuşkulanıp duruyorlardı."
İngilizce:
They said: "Yea, we have come to thee to accomplish that of which they doubt.
Fransızca:
- Ils dirent : "Nous sommes plutôt venus à toi en apportant (le châtiment) à propos duquel ils doutaient.
Almanca:
Sie sagten: "Nein, sondern wir brachten dir das, was sie anzuzweifeln pflegten.
Rusça:
Они сказали: "Но мы явились к тебе с тем, в чем они сомневались.
Arapça:
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Elçiler dediler ki: "Bilakis biz sana onların şüphe ettiği azabı getirdik."
Diyanet Vakfı:
Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı ve helakı) getirdik.

veeteynâke bilḥaḳḳi veinnâ leṣâdiḳûn.
Türkçe:
"Sana gerçeği getirdik. Biz, özü-sözü doğru olanlarız."
İngilizce:
We have brought to thee that which is inevitably due, and assuredly we tell the truth.
Fransızca:
Et nous venons à toi avec la vérité. Et nous sommes véridiques.
Almanca:
Und wir kamen zu dir mit derWahrheit, und gewiß, wir sind doch wahrhaftig.
Rusça:
Мы принесли тебе истину, и мы говорим правду.
Arapça:
وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sana gerçeği getirdik; biz elbette doğru söylüyoruz.
Diyanet Vakfı:
Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.

feesri biehlike biḳiṭ`im mine-lleyli vettebi` edbârahüm velâ yeltefit minküm eḥadüv vemḍû ḥayŝü tü'merûn.
Türkçe:
"Gecenin bir yerinde aileni yola çıkar. Sen de arkalarından onları izle. Hiçbiriniz geri dönüp bakmasın. Emredildiğiniz yere kadar gidin."
İngilizce:
Then travel by night with thy household, when a portion of the night (yet remains), and do thou bring up the rear: let no one amongst you look back, but pass on whither ye are ordered.
Fransızca:
Pars donc avec ta famille en fin de nuit et suis leurs arrières; et que nul d'entre vous ne se retourne. Et allez là où on vous le commande".
Almanca:
So brich mit deiner Familie am Ende der Nacht auf und bleibe hinter ihnen und keiner von euch wendet sich um. So geht dorthin, wohin es euch auferlegt wurde!"
Rusça:
Среди ночи выведи свою семью и сам иди вслед за ними. И пусть никто из вас не оборачивается. Ступайте туда, куда вам приказано".
Arapça:
فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِّنَ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Gecenin bir bölümünde aileni yola çıkar, sen de arkalarından yürü ve sizden kimse ardına bakmasın; istenen yere gidin.
Diyanet Vakfı:
Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere gidin."

veḳaḍaynâ ileyhi ẕâlike-l'emra enne dâbira hâülâi maḳṭû`um muṣbiḥîn.
Türkçe:
Ona şu emri bir hüküm olarak ilettik: Şunlar, kökleri kesilmiş olarak sabahlayacaklardır.
İngilizce:
And We made known this decree to him, that the last remnants of those (sinners) should be cut off by the morning.
Fransızca:
Et Nous lui annonçâmes cet ordre : que ces gens-là, au matin, seront anéantis jusqu'au dernier.
Almanca:
Und WIR haben ihm diese Bestimmung erteilt: "Diese werden doch beim Morgengrauen bis auf den Letzten vernichtet."
Rusça:
Мы объявили ему приговор о том, что к утру все они будут уничтожены.
Arapça:
وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَٰلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَٰؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُّصْبِحِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz, Lût'a şu kesin emri vahyettik: "Bu kâfirler sabaha çıkarken muhakkak kökleri kesilmiş olacaktır."
Diyanet Vakfı:
Ona (Lut'a) şu hükmümüzü vahyettik: "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların ardı kesilmiş olacaktır."

vecâe ehlü-lmedîneti yestebşirûn.
Türkçe:
Şehir halkı geldi. Muştulanmış olmanın sevincini yaşıyorlardı.
İngilizce:
The inhabitants of the city came in (mad) joy (at news of the young men).
Fransızca:
Et les habitants de la ville (Sodome) vinrent [à lui] dans la joie.
Almanca:
Und die Stadtbewohner kamen voller Erwartung einer frohen Botschaft.
Rusça:
Жители города пришли, ликуя.
Arapça:
وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şehir halkı, insan şeklindeki güzel yüzlü melekleri görünce, onlara iğrenç işlerini yapabileceklerini düşünüp sevinerek geldiler.
Diyanet Vakfı:
Şehir halkı, birbirlerini kutlayarak, (meleklerin yanına) geldiIer.

ḳâle inne hâülâi ḍayfî felâ tefḍaḥûn.
Türkçe:
Lût dedi: "Bunlar benim konuklarımdır, aman beni utandırmayın!"
İngilizce:
Lut said: "These are my guests: disgrace me not:
Fransızca:
- Il dit : "Ceux-ci sont mes hôtes, ne me déshonorez donc pas.
Almanca:
Er sagte: "Diese sind doch meine Gäste, so bringt mich nicht um die Ehre!
Rusça:
Он сказал им: "Это - мои гости, не позорьте же меня.
Arapça:
قَالَ إِنَّ هَٰؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Lût, kavmine şöyle dedi: "Bunlar benim misafirlerimdir, beni rüsvay etmeyin."
Diyanet Vakfı:
(Lut) onlara "Bunlar benim misafirimdir. Sakın beni utandırmayın;
Sayfalar
