
va`de-llâh. lâ yuḫlifü-llâhü va`dehû velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn.
Türkçe:
Allah'ın vaadi bu! Allah kendi vaadine ters düşmez. Ne var ki, insanların çokları bilmiyorlar.
İngilizce:
(It is) the promise of Allah. Never does Allah depart from His promise: but most men understand not.
Fransızca:
C'est [là] la promesse d'Allah. Allah ne manque jamais à Sa promesse mais la plupart des gens ne savent pas.
Almanca:
Dies ist ein Versprechen von ALLAH. ALLAH verletzt nie Sein Versprechen. Doch die meisten Menschen wissen es nicht.
Rusça:
Таково обещание Аллаха, и Аллах не нарушает Своего обещания, однако большинство людей не знают этого.
Arapça:
وَعْدَ اللَّهِ ۖ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'ın vaadi budur. Allah, vaadinden caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Diyanet Vakfı:
(Bu) Allah'ın vadettiğidir. Allah vadinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.

ya`lemûne żâhiram mine-lḥayâti-ddünyâ. vehüm `ani-l'âḫirati hüm gâfilûn.
Türkçe:
Onlar basit ve iğreti hayattan, bir dış görünüşü bilirler. Ama âhiretten tam bir gaflet içindedirler onlar!
İngilizce:
They know but the outer (things) in the life of this world: but of the End of things they are heedless.
Fransızca:
Ils connaissent un aspect de la vie présente, tandis qu'ils sont inattentifs à l'au-delà.
Almanca:
Sie kennen (nur) Oberflächliches vom diesseitigen Leben und sie sind dem Jenseits gegenüber achtlos.
Rusça:
Они знают о мирской жизни только явное и беспечны к Последней жизни.
Arapça:
يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِّنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar, sadece bu dünya hayatının dış yüzünü bilirler. Ahiretten ise onlar hep gafildirler.
Diyanet Vakfı:
Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler.

evelem yetefekkerû fî enfüsihim. mâ ḫaleḳa-llâhü-ssemâvâti vel'arḍa vemâ beynehümâ illâ bilḥaḳḳi veecelim müsemmâ. veinne keŝîram mine-nnâsi biliḳâi rabbihim lekâfirûn.
Türkçe:
Kendi benliklerinin içinde olup bitenleri de mi düşünmediler! Allah gökleri, yeri ve bu ikisi arasındakileri ancak hak üzere ve belirlenmiş bir süreye bağlı olarak yaratmıştır. Şu da bir gerçek ki, insanlardan çokları Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr ediyorlar.
İngilizce:
Do they not reflect in their own minds? Not but for just ends and for a term appointed, did Allah create the heavens and the earth, and all between them: yet are there truly many among men who deny the meeting with their Lord (at the Resurrection)!
Fransızca:
N'ont-ils pas médité en eux-mêmes ? Allah n'a créé les cieux et la terre et ce qui est entre eux, qu'à juste raison et pour un terme fixé. Beaucoup de gens cependant ne croient pas en la rencontre de leur Seigneur.
Almanca:
Dachten sie etwa nicht über sich selbst nach?! ALLAH erschuf die Himmel, die Erde und das, was zwischen ihnen ist, nur nach Gesetzmäßigkeit und einer festgelegten Frist. Und gewiß, viele von den Menschen betreiben doch Kufr gegenüber der Begegnung mit ihrem HERRN.
Rusça:
Неужели они не размышляли о самих себе? Аллах создал небеса, землю и то, что между ними, только ради истины и только на определенный срок. Но многие люди не веруют во встречу со своим Господом.
Arapça:
أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِم ۗ مَّا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى ۗ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Gerçekten insanların çoğu, Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
Diyanet Vakfı:
Kendi kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkar, etmektedirler.

evelem yesîrû fi-l'arḍi feyenżurû keyfe kâne `âḳibetü-lleẕîne min ḳablihim. kânû eşedde minhüm ḳuvvetev veeŝârü-l'arḍa ve`amerûhâ ekŝera mimmâ `amerûhâ vecâethüm rusülühüm bilbeyyinât. femâ kâne-llâhü liyażlimehüm velâkin kânû enfüsehüm yażlimûn.
Türkçe:
Yeryüzünde dolaşıp bir bakmıyorlar mı ki, nasıl oldu kendilerinden öncekilerin sonu? Onlar kuvvet yönünden bunlardan daha ağır ve baskındılar. Toprağı eşip deşip didik didik etmişlerdi. Ve yeryüzünü, bunların imar ettiklerinden çok daha fazla imar etmişlerdi. Ve resulleri onlara açık-seçik deliller getirmişti. O halde, Allah onlara zulmediyor değildi. Doğrusu, onlardı öz benliklerine zulmedip duranlar.
İngilizce:
Do they not travel through the earth, and see what was the end of those before them? They were superior to them in strength: they tilled the soil and populated it in greater numbers than these have done: there came to them their messengers with Clear (Signs). (Which they rejected, to their own destruction): It was not Allah Who wronged them, but they wronged their own souls.
Fransızca:
N'ont-ils pas parcouru la terre pour voir ce qu'il est advenu de ceux qui ont vécu avant eux ? Ceux-là les surpassaient en puissance et avaient labouré et peuplé la terre bien plus qu'ils ne l'ont fait eux-mêmes. Leurs messagers leur vinrent avec des preuves évidentes. Ce n'est pas Allah qui leur fît du tort; mais ils se firent du tort à eux-mêmes.
Almanca:
Zogen sie etwa nicht auf der Erde umher, damit sie sehen, wie das Anschließende Derjenigen vor ihnen war?! Sie waren noch mächtiger als sie, sie pflügten die Erde und bebauten sie noch mehr als diese sie bebauten. Auch ihre Gesandten kamen zu ihnen mit den klaren Zeichen. Also es gebührt ALLAH nicht, ihnen Unrecht anzutun, doch sie pflegten sich selbst Unrecht anzutun.
Rusça:
Неужели они не странствовали по земле и не видели, каким был конец тех, кто был до них? Они превосходили их силой, возделывали землю и отстраивали ее лучше, чем это делают они (мекканские язычники). Их посланники приносили им ясные знамения. Аллах не был несправедлив к ним - они сами поступили несправедливо по отношению к себе.
Arapça:
أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَأَثَارُوا الْأَرْضَ وَعَمَرُوهَا أَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ ۖ فَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar, yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş baksınlar? Onlar, kendilerinden daha güçlüydüler. Toprağı sürmüşler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri delillerle gelmişlerdi. Demek Allah onlara zulmetmiyordu. Fakat onlar, kendilerine zulmediyorlardı.
Diyanet Vakfı:
Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.

ŝümme kâne `âḳibete-lleẕîne esâü-ssûâ en keẕẕebû biâyâti-llâhi vekânû bihâ yestehziûn.
Türkçe:
Sonra o çirkinlik ve kötülük sergileyenlerin sonu, çirkinlik ve kötülüğün en beteri oldu. Çünkü Allah'ın ayetlerini yalanlamışlardı ve o ayetlerle alay ediyorlardı.
İngilizce:
In the long run evil in the extreme will be the End of those who do evil; for that they rejected the Signs of Allah, and held them up to ridicule.
Fransızca:
Puis, mauvaise fut la fin de ceux qui faisaient le mal, ayant traité de mensonges les versets d'Allah et les ayant raillés.
Almanca:
Dann war das Anschließende derjenigen, die schlecht handelten, das Schlechte, da sie ALLAHs Ayat ableugneten und sie zu verspotten pflegten.
Rusça:
Концом тех, кто творил зло, стало зло, потому что они сочли ложью знамения Аллаха и насмехались над ними.
Arapça:
ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذِينَ أَسَاءُوا السُّوأَىٰ أَن كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِئُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra o kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini yalan saydılar ve onlarla alay ediyorlardı.
Diyanet Vakfı:
Sonunda, Allah'ın ayetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların akıbetleri pek fena oldu.

allâhü yebdeü-lḫalḳa ŝümme yü`îdühû ŝümme ileyhi türce`ûn.
Türkçe:
Allah yaratışa başlar, sonra onu varlık alanından çekip tekrar yaratır. En sonunda O'na döndürülürsünüz.
İngilizce:
It is Allah Who begins (the process of) creation; then repeats it; then shall ye be brought back to Him.
Fransızca:
C'est Allah qui commence la création; ensuite Il la refait; puis, vers Lui vous serez ramenés.
Almanca:
ALLAH beginnt die Erschaffung, dann wiederholt ER sie, dann werdet ihr zu Ihm zurückgebracht.
Rusça:
Аллах создает творение в первый раз, а затем воссоздает его. А после этого вы будете возвращены к Нему.
Arapça:
اللَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah yaratmayı ilkin yapar, sonra da çevirir, onu yeniden yapar. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz.
Diyanet Vakfı:
Allah, ilkin mahlukunu yaratır, (ölümden) sonra da bunu (yaratmayı), tekrarlar. Sonunda hep O'na döndürüleceksiniz.

veyevme teḳûmü-ssâ`atü yüblisü-lmücrimûn.
Türkçe:
Kıyametin kopacağı gün, günahkârlar sus-pus olacaklardır.
İngilizce:
On the Day that the Hour will be established, the guilty will be struck dumb with despair.
Fransızca:
Et le jour où l'Heure arrivera, les criminels seront frappés de désespoir.
Almanca:
Und an dem Tag, wenn die Stunde anschlägt, schweigen die schwer Verfehlenden.
Rusça:
В тот день, когда наступит Час, грешники придут в отчаяние.
Arapça:
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kıyamet saatinin gelip çattığı gün suçlular, her ümidi keserler.
Diyanet Vakfı:
Kıyametin kopacağı gün, günahkarlar (ümitsizlik içinde) susacaklardır.

velem yekül lehüm min şürakâihim şüf`âü vekânû bişürakâihim kâfirîn.
Türkçe:
Allah'a ortak tuttukları arasından, kendileri için şefaatçılar çıkmayacaktır. Kendi yandaşlarına nankörlük etmektedir onlar.
İngilizce:
No intercessor will they have among their "Partners" and they will (themselves) reject their "Partners".
Fransızca:
Et ils n'auront point d'intercesseurs parmi ceux qu'ils associaient [à Allah] et ils renieront même leurs divinités.
Almanca:
Und für sie gibt es unter den von ihnen Beigesellten keine Fürbittenden. Und sie pflegen dann den von ihnen Beigesellten gegenüber Kufr zu betreiben.
Rusça:
Никто из их сотоварищей не заступится за них, и они отвергнут своих сотоварищей.
Arapça:
وَلَمْ يَكُن لَّهُم مِّن شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ وَكَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'a ortak koştuklarından, kendilerine şefaat edecekler de bulunmaz. Onlar, o zaman Allah'a koştukları ortakları inkâr ederler.
Diyanet Vakfı:
(Allah'a koştukları) ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçı çıkmayacaktır. Zaten onlar, ortaklarını da inkar edeceklerdir.

veyevme teḳûmü-ssâ`atü yevmeiẕiy yeteferraḳûn.
Türkçe:
Saat gelip çattığı gün, o gün, hepsi birbirinden ayrılacaktır.
İngilizce:
On the Day that the Hour will be established,- that Day shall (all men) be sorted out.
Fransızca:
Le jour où l'Heure arrivera, ce jour-là ils se sépareront [les uns des autres].
Almanca:
Und an dem Tag, wenn die Stunde anschlägt, an diesem Tag werden sie auseinandergehen.
Rusça:
В тот день, когда наступит Час, они (творения) разделятся.
Arapça:
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kıyamet saatinin gelip çattığı gün varya, o gün (inananlarla inanmayanlar) ayrılırlar.
Diyanet Vakfı:
Kıyamet kopacağı gün, işte o gün (müminlerle inkarcılar) birbirlerinden ayrılacaklardır.

feemme-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti fehüm fî ravḍatey yuḥberûn.
Türkçe:
İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar bir bahçe içinde mutlu kılınırlar.
İngilizce:
Then those who have believed and worked righteous deeds, shall be made happy in a Mead of Delight.
Fransızca:
Ceux qui auront cru et accompli de bonnes oeuvres se réjouiront dans un jardin;
Almanca:
Also hinsichtlich derjenigen, die den Iman verinnerlicht und gottgefällig Gutes getan haben, diese sind in einem Garten, sie freuen sich.
Rusça:
Те, которые уверовали и совершали праведные деяния, будут радоваться (или слушать пение) в Райском саду.
Arapça:
فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şimdi iman edip salih ameller yapmış olanlara gelince, onlar bir bahçe içinde neşelenirler.
Diyanet Vakfı:
İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar, cennette nimetlere ve sevince mazhar olacaklardır.
