Sayfa 163

velev enne ehle-lḳurâ âmenû vetteḳav lefetaḥnâ `aleyhim berakâtim mine-ssemâi vel'arḍi velâkin keẕẕebû feeḫaẕnâhüm bimâ kânû yeksibûn.

Türkçe:
O medeniyetlerin halkı inanıp korunsalardı, elbette ki üzerlerine gökten ve yerden bereketler saçardık. Ama yalanladılar, biz de onları, kazanır olduklarıyla yakalayıverdik.
İngilizce:
If the people of the towns had but believed and feared Allah, We should indeed have opened out to them (All kinds of) blessings from heaven and earth; but they rejected (the truth), and We brought them to book for their misdeeds.
Fransızca:
Si les habitants des cités avaient cru et avaient été pieux, Nous leur aurions certainement accordé des bénédictions du ciel et de la terre. Mais ils ont démenti et Nous les avons donc saisis, pour ce qu'ils avaient acquis.
Almanca:
Und hätten die Bewohner der Ortschaften doch den Iman verinnerlicht und Taqwa gemäß gehandelt, gewiß hätten WIR ihnen dann Baraka von dem Himmel und der Erde gewährt! Doch sie leugneten, so richteten WIR sie zugrunde wegen dem, was sie sich (an Verfehlungen) zu erwerben pflegten.
Rusça:
Если бы жители селений уверовали и стали богобоязненны, Мы раскрыли бы перед ними благодать с неба и земли. Но они сочли это ложью, и Мы схватили их за то, что они приобретали.
Arapça:
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَىٰ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَلَٰكِن كَذَّبُوا فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(O) ülkelerin halkı inanıp (Allah'ın azabından) korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açardık; fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarıyla yakaladık.
Diyanet Vakfı:
O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.

efeemine ehlü-lḳurâ ey ye'tiyehüm be'sünâ beyâtev vehüm nâimûn.

Türkçe:
O kentlerin halkı, uyudukları bir sırada, şiddetimizin bir gece kendilerine gelmeyeceğinden emin mi idiler?
İngilizce:
Did the people of the towns feel secure against the coming of Our wrath by night while they were asleep?
Fransızca:
Les gens des cités sont-ils sûrs que Notre châtiment rigoureux ne les atteindra pas la nuit, pendant qu'ils sont endormis ?
Almanca:
Fühlen sich etwa die Bewohner der Ortschaften davor sicher, daß Unsere Peinigung sie nachts überkommt, während sie schlafen?!
Rusça:
Неужели жители селений не опасались того, что Наше наказание постигнет их ночью, когда они спят?
Arapça:
أَفَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَىٰ أَن يَأْتِيَهُم بَأْسُنَا بَيَاتًا وَهُمْ نَائِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Acaba o ülkelerin halkı, geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler?
Diyanet Vakfı:
Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?

eveemine ehlü-lḳurâ ey ye'tiyehüm be'sünâ ḍuḥav vehüm yel`abûn.

Türkçe:
Yoksa o kentler halkının, bir kuşluk vakti oynayıp eğlenirken azabımızın yakalarına yapışmayacağına ilişkin bir garantileri mi vardı?
İngilizce:
Or else did they feel secure against its coming in broad daylight while they played about (care-free)?
Fransızca:
Les gens des cités sont-ils sûrs que Notre châtiment rigoureux ne les atteindra pas le jour, pendant qu'ils s'amusent ?
Almanca:
Oder fühlen sich etwa die Bewohner der Ortschaften davor sicher, daß Unsere Peinigung sie morgens überkommt, während sie sich vergnügen?!
Rusça:
Неужели жители селений не опасались того, что Наше наказание постигнет их утром, когда они забавляются?
Arapça:
أَوَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَىٰ أَن يَأْتِيَهُم بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yoksa o ülkelerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken onlara azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler?
Diyanet Vakfı:
Ya da o ülkelerin halkı kuşluk vakti eğlenirlerken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?

efeeminû mekra-llâh. felâ ye'menü mekra-llâhi ille-lḳavmü-lḫâsirûn.

Türkçe:
Allah'ın tuzağından emin miydiler? Hüsrana uğrayan topluluktan başkası Allah'ın tuzağından emin olamaz.
İngilizce:
Did they then feel secure against the plan of Allah?- but no one can feel secure from the Plan of Allah, except those (doomed) to ruin!
Fransızca:
Sont-ils à l'abri du stratagème d'Allah ? Seuls les gens perdus se sentent à l'abri du stratagème d'Allah.
Almanca:
Fühlen sie sich etwa sicher vor ALLAHs Versuchung?! Vor ALLAHs Versuchung fühlen sich doch nur die verlierenden Leute sicher.
Rusça:
Неужели они не опасались хитрости Аллаха? Хитрости Аллаха не опасаются только люди, терпящие убыток!
Arapça:
أَفَأَمِنُوا مَكْرَ اللَّهِ ۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللَّهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'ın tuzağından (kurtulacaklarına) emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın tuzağından emin olmaz.
Diyanet Vakfı:
Allah'ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz.

evelem yehdi lilleẕîne yeriŝûne-l'arḍa mim ba`di ehlihâ el lev neşâü eṣabnâhüm biẕünûbihim. venaṭbe`u `alâ ḳulûbihim fehüm lâ yesme`ûn.

Türkçe:
Tüm bu olanlar, eski sahiplerinden sona yeryüzüne mirasçı olanlara şunu göstermedi mi? Dilersek onları günahları yüzünden belaya çarptırırız, kalpleri üzerine mühür basarız da artık söz dinleyemez olurlar.
İngilizce:
To those who inherit the earth in succession to its (previous) possessors, is it not a guiding, (lesson) that, if We so willed, We could punish them (too) for their sins, and seal up their hearts so that they could not hear?
Fransızca:
N'est-il pas prouvé à ceux qui reçoivent la terre en héritage des peuples précédents que, si Nous voulions, Nous les frapperions pour leurs péchés et scellerions leurs coeurs, et ils n'entendraient plus rien ?
Almanca:
Wurde etwa denjenigen, welche das Land nach seinen (vorherigen) Bewohnern beerben, noch nicht deutlich, daß WIR, hätten WIR es gewollt, sie wegen ihrer Verfehlungen zugrunde richten können?! Doch WIR versiegeln ihre Herzen, so vernehmen sie nichts mehr.
Rusça:
Разве не ясно тем, которые унаследовали землю от ее прежних жителей, что если бы Мы пожелали, то покарали бы их за грехи? Мы запечатываем их сердца, и они не способны слышать.
Arapça:
أَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذِينَ يَرِثُونَ الْأَرْضَ مِن بَعْدِ أَهْلِهَا أَن لَّوْ نَشَاءُ أَصَبْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ ۚ وَنَطْبَعُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.
Diyanet Vakfı:
Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olanlara hala şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.

tilke-lḳurâ neḳuṣṣu `aleyke min embâihâ. veleḳad câethüm rusülühüm bilbeyyinât. femâ kânû liyü'minû bimâ keẕẕebû min ḳabl. keẕâlike yaṭbe`u-llâhü `alâ ḳulûbi-lkâfirîn.

Türkçe:
İşte o kentler/medeniyetler! Haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz sana. Yemin olsun, resulleri onlara açık-seçik deliller getirmişti. Ama daha önce yalanlamış oldukları için inanamadılar. Küfre sapanların kalplerini Allah işte böyle mühürler.
İngilizce:
Such were the towns whose story We (thus) relate unto thee: There came indeed to them their messengers with clear (signs): But they would not believe what they had rejected before. Thus doth Allah seal up the hearts of those who reject faith.
Fransızca:
Voilà les cités dont Nous te racontons certaines de leurs nouvelles. [A ceux-là,] en vérité, leurs messagers leur avaient apporté les preuves, mais ils n'étaient pas prêts à accepter ce qu'auparavant ils avaient traité de mensonge. C'est ainsi qu'Allah scelle les coeurs des mécréants.
Almanca:
Dies sind die Ortschaften, von deren Begebenheiten WIR dir (einen Teil) berichtet haben. Und gewiß, bereits kamen zu ihnen ihre Gesandten mit den deutlichen Zeichen, so würden sie nicht den Iman an das verinnerlichen, was sie vorher abgeleugnet haben. Solcherart versiegelt ALLAH die Herzen der Kafir.
Rusça:
Мы рассказываем тебе повествования об этих селениях. Их посланники приходили к ним с ясными знамениями. Однако они не хотели уверовать в то, что они сочли ложью прежде. Так Аллах запечатывает сердца неверующих.
Arapça:
تِلْكَ الْقُرَىٰ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَائِهَا ۚ وَلَقَدْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِن قَبْلُ ۚ كَذَٰلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِ الْكَافِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.
Diyanet Vakfı:
İşte o ülkeler... Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.

vemâ vecednâ liekŝerihim min `ahd. veiv vecednâ ekŝerahüm lefâsiḳîn.

Türkçe:
Onların birçoğunda ahde vefadan eser bulmadık. Onların birçoğunu tam sapıklar olarak bulduk.
İngilizce:
Most of them We found not men (true) to their covenant: but most of them We found rebellious and disobedient.
Fransızca:
Et Nous n'avons trouvé chez la plupart d'entre eux aucun respect de l'engagement; mais Nous avons trouvé la plupart d'entre eux pervers.
Almanca:
Und WIR stellten bei den meisten von ihnen keine Vertragstreue fest. Jedoch stellten WIR die meisten von ihnen als Fasiq fest.
Rusça:
Большинство из них Мы не нашли верными завету. Воистину, Мы нашли большинство из них нечестивцами.
Arapça:
وَمَا وَجَدْنَا لِأَكْثَرِهِم مِّنْ عَهْدٍ ۖ وَإِن وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onların çoğunda, sözde durma (diye bir şey) bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.
Diyanet Vakfı:
Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

ŝümme be`aŝnâ mim ba`dihim mûsâ biâyâtinâ ilâ fir`avne vemeleihî feżalemû bihâ. fenżur keyfe kâne `âḳibetü-lmüfsidîn.

Türkçe:
Onların ardından Mûsa'yı, ayetlerimizle Firavun'a ve kodamanlarına gönderdik de ayetlerimiz karşısında zulme saptılar. Bir bak, nasıl olmuştur bozguncuların sonu!
İngilizce:
Then after them We sent Moses with Our signs to Pharaoh and his chiefs, but they wrongfully rejected them: So see what was the end of those who made mischief.
Fransızca:
Puis, après [ces messagers,] Nous avons envoyé Moïse avec Nos miracles vers Pharaon et ses notables. Mais ils se montrèrent injustes envers Nos signes. Considère donc quelle fut la fin des corrupteurs.
Almanca:
Dann entsandten WIR nach ihnen Musa mit Unseren Ayat zu Pharao und seinen Entscheidungsträgern, so begingen sie ihnen gegenüber Unrecht. Also siehe, wie das Anschließende von den Verderben-Anrichtenden war.
Rusça:
После них Мы отправили Мусу (Моисея) с Нашими знамениями к Фараону и его знати, но они поступили с ними несправедливо. Посмотри же, каким был конец злодеев!
Arapça:
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَىٰ بِآيَاتِنَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَظَلَمُوا بِهَا ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra onların arkasından Musa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve topluluğuna gönderdik. Tuttular o mucizeleri inkâr ettiler. Ettiler de bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu!
Diyanet Vakfı:
Sonra onların ardından Musa'yı mucizelerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkar ettiler; ama, bak ki, fesatçıların sonu ne oldu!

veḳâle mûsâ yâ fir`avnü innî rasûlüm mir rabbi-l`âlemîn.

Türkçe:
Mûsa dedi ki: "Ey Firavun! Kuşkun olmasın ki ben, âlemlerin Rabbi'nin bir resulüyüm."
İngilizce:
Moses said: "O Pharaoh! I am a messenger from the Lord of the worlds,-
Fransızca:
Et Moïse dit : "ô Pharaon, je suis un Messager de la part du Seigneur de l'Univers,
Almanca:
Musa sagte: "Pharao! Gewiß, ich bin ein Gesandter vom HERRN aller Schöpfung.
Rusça:
Муса (Моисей) сказал: "О Фараон! Я - посланник от Господа миров.
Arapça:
وَقَالَ مُوسَىٰ يَا فِرْعَوْنُ إِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Musa: "Ey Firavun! Bil ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim." dedi.
Diyanet Vakfı:
Musa dedi ki: "Ey Firavun! Ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.
Sayfa 163 beslemesine abone olun.