Al-Araf-- الأعراف

 
00:00

evelem yehdi lilleẕîne yeriŝûne-l'arḍa mim ba`di ehlihâ el lev neşâü eṣabnâhüm biẕünûbihim. venaṭbe`u `alâ ḳulûbihim fehüm lâ yesme`ûn.

Arapça:

أَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذِينَ يَرِثُونَ الْأَرْضَ مِن بَعْدِ أَهْلِهَا أَن لَّوْ نَشَاءُ أَصَبْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ ۚ وَنَطْبَعُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ

Türkçe:

Tüm bu olanlar, eski sahiplerinden sona yeryüzüne mirasçı olanlara şunu göstermedi mi? Dilersek onları günahları yüzünden belaya çarptırırız, kalpleri üzerine mühür basarız da artık söz dinleyemez olurlar.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.

Diyanet Vakfı:

Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olanlara hala şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.

İngilizce:

To those who inherit the earth in succession to its (previous) possessors, is it not a guiding, (lesson) that, if We so willed, We could punish them (too) for their sins, and seal up their hearts so that they could not hear?

Fransızca:

N'est-il pas prouvé à ceux qui reçoivent la terre en héritage des peuples précédents que, si Nous voulions, Nous les frapperions pour leurs péchés et scellerions leurs coeurs, et ils n'entendraient plus rien ?

Almanca:

Wurde etwa denjenigen, welche das Land nach seinen (vorherigen) Bewohnern beerben, noch nicht deutlich, daß WIR, hätten WIR es gewollt, sie wegen ihrer Verfehlungen zugrunde richten können?! Doch WIR versiegeln ihre Herzen, so vernehmen sie nichts mehr.

Rusça:

Разве не ясно тем, которые унаследовали землю от ее прежних жителей, что если бы Мы пожелали, то покарали бы их за грехи? Мы запечатываем их сердца, и они не способны слышать.

Açıklama:
 
00:00

tilke-lḳurâ neḳuṣṣu `aleyke min embâihâ. veleḳad câethüm rusülühüm bilbeyyinât. femâ kânû liyü'minû bimâ keẕẕebû min ḳabl. keẕâlike yaṭbe`u-llâhü `alâ ḳulûbi-lkâfirîn.

Arapça:

تِلْكَ الْقُرَىٰ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَائِهَا ۚ وَلَقَدْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِن قَبْلُ ۚ كَذَٰلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِ الْكَافِرِينَ

Türkçe:

İşte o kentler/medeniyetler! Haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz sana. Yemin olsun, resulleri onlara açık-seçik deliller getirmişti. Ama daha önce yalanlamış oldukları için inanamadılar. Küfre sapanların kalplerini Allah işte böyle mühürler.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.

Diyanet Vakfı:

İşte o ülkeler... Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.

İngilizce:

Such were the towns whose story We (thus) relate unto thee: There came indeed to them their messengers with clear (signs): But they would not believe what they had rejected before. Thus doth Allah seal up the hearts of those who reject faith.

Fransızca:

Voilà les cités dont Nous te racontons certaines de leurs nouvelles. [A ceux-là,] en vérité, leurs messagers leur avaient apporté les preuves, mais ils n'étaient pas prêts à accepter ce qu'auparavant ils avaient traité de mensonge. C'est ainsi qu'Allah scelle les coeurs des mécréants.

Almanca:

Dies sind die Ortschaften, von deren Begebenheiten WIR dir (einen Teil) berichtet haben. Und gewiß, bereits kamen zu ihnen ihre Gesandten mit den deutlichen Zeichen, so würden sie nicht den Iman an das verinnerlichen, was sie vorher abgeleugnet haben. Solcherart versiegelt ALLAH die Herzen der Kafir.

Rusça:

Мы рассказываем тебе повествования об этих селениях. Их посланники приходили к ним с ясными знамениями. Однако они не хотели уверовать в то, что они сочли ложью прежде. Так Аллах запечатывает сердца неверующих.

Açıklama:
 
00:00

vemâ vecednâ liekŝerihim min `ahd. veiv vecednâ ekŝerahüm lefâsiḳîn.

Arapça:

وَمَا وَجَدْنَا لِأَكْثَرِهِم مِّنْ عَهْدٍ ۖ وَإِن وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ

Türkçe:

Onların birçoğunda ahde vefadan eser bulmadık. Onların birçoğunu tam sapıklar olarak bulduk.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Onların çoğunda, sözde durma (diye bir şey) bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

Diyanet Vakfı:

Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

İngilizce:

Most of them We found not men (true) to their covenant: but most of them We found rebellious and disobedient.

Fransızca:

Et Nous n'avons trouvé chez la plupart d'entre eux aucun respect de l'engagement; mais Nous avons trouvé la plupart d'entre eux pervers.

Almanca:

Und WIR stellten bei den meisten von ihnen keine Vertragstreue fest. Jedoch stellten WIR die meisten von ihnen als Fasiq fest.

Rusça:

Большинство из них Мы не нашли верными завету. Воистину, Мы нашли большинство из них нечестивцами.

Açıklama:
 
00:00

ŝümme be`aŝnâ mim ba`dihim mûsâ biâyâtinâ ilâ fir`avne vemeleihî feżalemû bihâ. fenżur keyfe kâne `âḳibetü-lmüfsidîn.

Arapça:

ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَىٰ بِآيَاتِنَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَظَلَمُوا بِهَا ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ

Türkçe:

Onların ardından Mûsa'yı, ayetlerimizle Firavun'a ve kodamanlarına gönderdik de ayetlerimiz karşısında zulme saptılar. Bir bak, nasıl olmuştur bozguncuların sonu!

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Sonra onların arkasından Musa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve topluluğuna gönderdik. Tuttular o mucizeleri inkâr ettiler. Ettiler de bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu!

Diyanet Vakfı:

Sonra onların ardından Musa'yı mucizelerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkar ettiler; ama, bak ki, fesatçıların sonu ne oldu!

İngilizce:

Then after them We sent Moses with Our signs to Pharaoh and his chiefs, but they wrongfully rejected them: So see what was the end of those who made mischief.

Fransızca:

Puis, après [ces messagers,] Nous avons envoyé Moïse avec Nos miracles vers Pharaon et ses notables. Mais ils se montrèrent injustes envers Nos signes. Considère donc quelle fut la fin des corrupteurs.

Almanca:

Dann entsandten WIR nach ihnen Musa mit Unseren Ayat zu Pharao und seinen Entscheidungsträgern, so begingen sie ihnen gegenüber Unrecht. Also siehe, wie das Anschließende von den Verderben-Anrichtenden war.

Rusça:

После них Мы отправили Мусу (Моисея) с Нашими знамениями к Фараону и его знати, но они поступили с ними несправедливо. Посмотри же, каким был конец злодеев!

Açıklama:
 
00:00

veḳâle mûsâ yâ fir`avnü innî rasûlüm mir rabbi-l`âlemîn.

Arapça:

وَقَالَ مُوسَىٰ يَا فِرْعَوْنُ إِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ

Türkçe:

Mûsa dedi ki: "Ey Firavun! Kuşkun olmasın ki ben, âlemlerin Rabbi'nin bir resulüyüm."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Musa: "Ey Firavun! Bil ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim." dedi.

Diyanet Vakfı:

Musa dedi ki: "Ey Firavun! Ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.

İngilizce:

Moses said: "O Pharaoh! I am a messenger from the Lord of the worlds,-

Fransızca:

Et Moïse dit : "ô Pharaon, je suis un Messager de la part du Seigneur de l'Univers,

Almanca:

Musa sagte: "Pharao! Gewiß, ich bin ein Gesandter vom HERRN aller Schöpfung.

Rusça:

Муса (Моисей) сказал: "О Фараон! Я - посланник от Господа миров.

Açıklama:
 
00:00

ḥaḳîḳun `alâ el lâ eḳûle `ale-llâhi ille-lḥaḳḳ. ḳad ci'tüküm bibeyyinetim mir rabbiküm feersil me`iye benî isrâîl.

Arapça:

حَقِيقٌ عَلَىٰ أَن لَّا أَقُولَ عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ ۚ قَدْ جِئْتُكُم بِبَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَرْسِلْ مَعِيَ بَنِي إِسْرَائِيلَ

Türkçe:

"Allah hakkında gerçek dışında bir şey söylememek benim üzerimde bir varoluş borcudur. Ben size Rabbinizden bir beyyine getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Allah'a karşı ilk görevim, hak olandan başka bir şey söylemememdir. Gerçekten ben size Rabbinizden bir mucize getirdim, artık İsrailoğullarını benimle gönder.

Diyanet Vakfı:

Allah hakkında gerçekten başkasını söylememek benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık bir delil getirdim; artık İsrailoğullarını benimle bırak!"

İngilizce:

One for whom it is right to say nothing but truth about Allah. Now have I come unto you (people), from your Lord, with a clear (Sign): So let the Children of Israel depart along with me."

Fransızca:

je ne dois dire sur Allah que la vérité. Je suis venu à vous avec une preuve de la part de votre Seigneur. Laisse donc partir avec moi les Enfants d'Israël."

Almanca:

Mir obliegt es, daß ich nichts über ALLAH außer der Wahrheit sage. Bereits brachte ich euch doch ein klares Zeichen von eurem HERRN mit, so schicke mit mir die Kinder Israils!"

Rusça:

Мне полагается говорить об Аллахе только правду. Я принес вам ясное знамение от вашего Господа. Пошли же со мной сынов Исраила (Израиля)".

Açıklama:
 
00:00

ḳâle in künte ci'te biâyetin fe'ti bihâ in künte mine-ṣṣâdiḳîn.

Arapça:

قَالَ إِن كُنتَ جِئْتَ بِآيَةٍ فَأْتِ بِهَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ

Türkçe:

Firavun dedi: "Bir mucize getirdinse, doğru sözlülerden isen onu ortaya çıkar!"

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Firavun: "Eğer bir mucize getirdiysen ve eğer doğru söyleyenlerden isen onu göster" dedi.

Diyanet Vakfı:

(Firavun) dedi ki: Eğer bir mucize getirdiysen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster bakalım.

İngilizce:

(Pharaoh) said: "If indeed thou hast come with a Sign, show it forth,- if thou tellest the truth."

Fransızca:

"Si tu es venu avec un miracle, dit (Pharaon,) apporte-le donc, si tu es du nombre des véridiques."

Almanca:

Er sagte: "Solltest du eine Aya mitgebracht haben, so bringe sie vor, solltest du von den Wahrhaftigen sein."

Rusça:

Он сказал: "Если ты принес знамение, то покажи его, если ты говоришь правду".

Açıklama:
 
00:00

feelḳâ `aṣâhü feiẕâ hiye ŝü`bânüm mübîn.

Arapça:

فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ

Türkçe:

Bunun üzerine Mûsa, asasını yere attı; birden korkunç bir ejderha oluverdi o.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Bunun üzerine Musa, asâsını yere bırakıverdi, o da birdenbire kocaman bir ejderha kesiliverdi.

Diyanet Vakfı:

Bunun üzerine Musa asasını yere attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi!

İngilizce:

Then (Moses) threw his rod, and behold! it was a serpent, plain (for all to see)!

Fransızca:

Il jeta son bâton et voilà que c' était un serpent évident.

Almanca:

So warf er seinen Stock und er wurde zu einer sichtbaren Schlange.

Rusça:

Он бросил свой посох, и тот превратился в явную змею.

Açıklama:
 
00:00

veneza`a yedehû feiẕâ hiye beyḍâü linnâżirîn.

Arapça:

وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ

Türkçe:

Elini çekip çıkardı; birden o el, bakanların önünde bembeyaz kesildi.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Ve Musa elini koynundan çıkarıverdi, eli bembeyaz olmuş, bakanların gözünü kamaştırıyordu.

Diyanet Vakfı:

Ve elini (cebinden) çıkardı. Birdenbire o da seyredenlere bembeyaz görünüverdi.

İngilizce:

And he drew out his hand, and behold! it was white to all beholders!

Fransızca:

Et il sortit sa main et voilà quelle était blanche (éclatante), pour ceux qui regardaient.

Almanca:

Dann zog er seine Hand (aus dem Hemd) heraus und sie wurde hell für die Zuschauer.

Rusça:

Затем он вытащил руку, и она стала белой для смотрящих.

Açıklama:
 
00:00

ḳâle-lmeleü min ḳavmi fir`avne inne hâẕâ lesâḥirun `alîm.

Arapça:

قَالَ الْمَلَأُ مِن قَوْمِ فِرْعَوْنَ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ

Türkçe:

Firavun toplumunun kodamanları şöyle konuştular: "Bu adam gerçekten çok bilgili bir büyücü."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Firavun'un kavminden ileri gelenler, "Muhakkak bu çok bilgili bir sihirbazdır." dediler.

Diyanet Vakfı:

Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok bilgili bir sihirbazdır.

İngilizce:

Said the Chiefs of the people of Pharaoh: "This is indeed a sorcerer well-versed.

Fransızca:

Les notables du peuple de Pharaon dirent : "Voilà, certes, un magicien chevronné.

Almanca:

Die Entscheidungsträger vom Pharaos Leuten sagten: "Gewiß, dieser ist doch ein im Wissen fundierter Magier!

Rusça:

Знать из народа Фараона сказала: "Воистину, он - знающий колдун.

Açıklama:

Sayfalar

Al-Araf--  الأعراف beslemesine abone olun.