054. Kamer - (Ay) Al-Qamar—القمر

 
00:00

fefetaḥnâ ebvâbe-ssemâi bimâim münhemir.

Arapça:

فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُّنْهَمِرٍ

Türkçe:

Biz de açtık gök kapılarını seller gibi akan bir su ile.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık.

Diyanet Vakfı:

Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.

İngilizce:

So We opened the gates of heaven, with water pouring forth.

Fransızca:

Nous ouvrîmes alors les portes du ciel à une eau torrentielle,

Almanca:

Dann öffneten WIR dir Tore des Himmels mit geschütteten Wassermassen,

Rusça:

Мы открыли врата неба, откуда стала изливаться вода,

 
00:00

vefeccerne-l'arḍa `uyûnen felteḳe-lmâü `alâ emrin ḳad ḳudir.

Arapça:

وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ

Türkçe:

Ve yardık/fışkırttık yeryüzünü pınar pınar. Sonunda kesin ölçülere bağlanmış bir oluş üzere birleşti sular.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.

Diyanet Vakfı:

Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti.

İngilizce:

And We caused the earth to gush forth with springs, so the waters met (and rose) to the extent decreed.

Fransızca:

et fîmes jaillir la terre en sources. Les eaux se rencontrèrent d'après un ordre qui était déjà décrété dans une chose [faite].

Almanca:

und WIR ließen aus der Erde Quellen entspringen, dann traf sich das Wasser für eine Angelegenheit, die bereits bestimmt wurde,

Rusça:

и разверзли землю, из которой забились ключи. Воды небес и земли слились для дела, которое было предопределено.

 
00:00

veḥamelnâhü `alâ ẕâti elvâḥiv vedüsür.

Arapça:

وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ

Türkçe:

Ve taşıdık onu levhalar ve çivilerden oluşturulan şey üstünde.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle (çakılmış gemi) üzerinde taşıdık.

Diyanet Vakfı:

Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.

İngilizce:

But We bore him on an (Ark) made of broad planks and caulked with palm-fibre:

Fransızca:

Et Nous le portâmes sur un objet [fait] de planches et de clous [l'arche],

Almanca:

und WIR ließen ihn auf etwas von Planken und Nägeln tragen.

Rusça:

Мы понесли его в ковчеге из досок и гвоздей.

 
00:00

tecrî bia`yüninâ. cezâel limen kâne küfira.

Arapça:

تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِّمَن كَانَ كُفِرَ

Türkçe:

Akıp gidiyordu gözlerimizin önünde, bir ödül olarak nankörlüğe uğratılan kişi için.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Nankörlük edilen (kulumuz)e bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

Diyanet Vakfı:

İnkar edilmiş olana (Nuh'a) bir mükafat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

İngilizce:

She floats under our eyes (and care): a recompense to one who had been rejected (with scorn)!

Fransızca:

voguant sous Nos yeux : récompense pour celui qu'on avait renié [Noé].

Almanca:

Es fuhr unter Unserer Aufsicht als Vergeltung für denjenigen, der Kufr zu betreiben pflegte.

Rusça:

Он поплыл у Нас на Глазах в воздаяние тому, в кого не уверовали (или тем, которые не уверовали).

 
00:00

veleḳat teraknâhâ âyeten fehel mim müddekir.

Arapça:

وَلَقَد تَّرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ

Türkçe:

Yemin olsun ki, biz onu bir ibret ve işaret olarak arkaya bıraktık. Yok mu araştırıp öğüt alacak?

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

Diyanet Vakfı:

Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

İngilizce:

And We have left this as a Sign (for all time): then is there any that will receive admonition?

Fransızca:

Et Nous la laissâmes, comme un signe [d'avertissement]. Y a-t-il quelqu'un pour réfléchir ?

Almanca:

Und gewiß, bereits ließen WIR es als eine Aya! Gibt es etwa einen sich Erinnernden?!

Rusça:

Мы оставили его (корабль или рассказ о Нухе) в качестве знамения. Но есть ли поминающие?

 
00:00

fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür.

Arapça:

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ

Türkçe:

Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler)

Diyanet Vakfı:

Benim azabım ve uyarılarım nasılmış!

İngilizce:

But how (terrible) was My Penalty and My Warning?

Fransızca:

Comment furent Mon châtiment et Mes avertissements ?

Almanca:

Also wie waren Meine Peinigung und Meine Ermahnungen?!

Rusça:

Какими же были мучения от Меня и предостережения Мои!

 
00:00

veleḳad yesserne-lḳur'âne liẕẕikri fehel mim müddekir.

Arapça:

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ

Türkçe:

Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?!

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

Diyanet Vakfı:

Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?

İngilizce:

And We have indeed made the Qur'an easy to understand and remember: then is there any that will receive admonition?

Fransızca:

En effet, Nous avons rendu le Coran facile pour la médiation . Y a-t-il quelqu'un pour réfléchir ?

Almanca:

Und gewiß, bereits erleichterten WIR den Quran zur Ermahnung. Gibt es etwa einen sich Erinnernden?!

Rusça:

Мы облегчили Коран для поминания. Но есть ли поминающие?

 
00:00

keẕẕebet `âdün fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür.

Arapça:

كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ

Türkçe:

Âd da yalanlamıştı. Ama nasıl oldu azabım ve uyarılarım!

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Âd (kavmi) da yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu?

Diyanet Vakfı:

Ad kavmi (Peygamberleri Hud'u) yalanladı da azabım ve tehdidim nasılmış (gördüler).

İngilizce:

The 'Ad (people) (too) rejected (Truth): then how terrible was My Penalty and My Warning?

Fransızca:

Les Aad ont traité de menteur (leur Messager). Comment furent Mon châtiment et Mes avertissements ?

Almanca:

Abgeleugnet hat 'Aad. Also wie waren Meine Peinigung und Meine Ermahnungen?!

Rusça:

Адиты сочли лжецами посланников. Какими же были мучения от Меня и предостережения Мои!

 
00:00

innâ erselnâ `aleyhim rîḥan ṣarṣaran fî yevmi naḥsim müstemirr.

Arapça:

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُّسْتَمِرٍّ

Türkçe:

Biz onların üzerine uğursuzluğu kesiksiz bir günde, dondurucu/uğultulu bir kasırga gönderdik.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Biz onların üstüne, uğursuzluğu devam eden bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik.

Diyanet Vakfı:

Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik.

İngilizce:

For We sent against them a furious wind, on a Day of violent Disaster,

Fransızca:

Nous avons envoyé contre eux un vent violent et glacial, en un jour néfaste et interminable;

Almanca:

Gewiß, WIR schickten über sie einen Wirbelsturm an einem unheilvollen, andauernden Tag,

Rusça:

Мы наслали на них морозный (или завывающий) ветер в день, злосчастье которого продолжалось.

 
00:00

tenzi`u-nnâse keennehüm a`câzü naḫlim münḳa`ir.

Arapça:

تَنزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُّنقَعِرٍ

Türkçe:

İnsanları, köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

(O rüzgar) insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

Diyanet Vakfı:

O rüzgar, insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

İngilizce:

Plucking out men as if they were roots of palm-trees torn up (from the ground).

Fransızca:

il arrachait les gens comme des souches de palmiers déracinés.

Almanca:

er zog die Menschen heraus, als wären sie Stümpfe entwurzelter Dattelpalmen.

Rusça:

Он вырывал людей, словно стволы выкорчеванных пальм.

Sayfalar

054. Kamer - (Ay) Al-Qamar—القمر beslemesine abone olun.