
venecceynâhü velûṭan ile-l'arḍi-lletî bâraknâ fîhâ lil`âlemîn.
Türkçe:
Biz onu da Lût'u da kurtarıp içinde âlemlere bereketler sakladığımız toprağa ulaştırdık.
İngilizce:
But We delivered him and (his nephew) Lut (and directed them) to the land which We have blessed for the nations.
Fransızca:
Et Nous le sauvâmes, ainsi que Lot, vers une terre que Nous avions bénie pour tout l'univers.
Almanca:
Und WIR erretteten ihn sowie Lut in das Land, das WIR mit Baraka für die ganze Schöpfung erfüllten.
Rusça:
Мы спасли его и Лута (Лота) и привели их на землю, которую Мы сделали благословенной для миров.
Arapça:
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onu da, Lût'u da, âlemler için bereketli ve kutsal kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık.
Diyanet Vakfı:
Biz, onu ve Lut'u kurtararak, içinde cümle aleme bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık.

vevehebnâ lehû isḥâḳ. veya`ḳûbe nâfileten. veküllen ce`alnâ ṣâliḥîn.
Türkçe:
Ona İshak'ı bağışladık, ayrıca Yakub'u da hediye ettik. Hepsini hak ve barış için çalışan insanlar yaptık.
İngilizce:
And We bestowed on him Isaac and, as an additional gift, (a grandson), Jacob, and We made righteous men of every one (of them).
Fransızca:
Et Nous lui donnâmes Isaac et, de surcroît Jacob, desquels Nous fîmes des gens de bien.
Almanca:
Und WIR schenkten ihm Ishaq und Ya'qub als zusätzliche Gabe. Und beide machten WIR zu gottgefällig Guttuenden.
Rusça:
Мы даровали ему Исхака (Исаака), а вдобавок - Йакуба (Иакова), и сделали их всех праведниками.
Arapça:
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً ۖ وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ona (İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan ettik ve herbirini salih kimseler kıldık.
Diyanet Vakfı:
Ona (İbrahim'e), İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya'kub'u lütfettik; herbirini salih insanlar yaptık.

vece`alnâhüm eimmetey yehdûne biemrinâ veevḥaynâ ileyhim fi`le-lḫayrâti veiḳâme-ṣṣalâti veîtâe-zzekâh. vekânû lenâ `âbidîn.
Türkçe:
Onları, bizim buyruğumuzla yol alan önderler yaptık. Onlara iyilikler yapmayı, duayı/namazı yerine getirmeyi, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, yalnız bize kulluk ediyorlardı.
İngilizce:
And We made them leaders, guiding (men) by Our Command, and We sent them inspiration to do good deeds, to establish regular prayers, and to practise regular charity; and they constantly served Us (and Us only).
Fransızca:
Nous les fîmes des dirigeants qui guidaient par Notre ordre. Et Nous leur révélâmes de faire le bien, d'accomplir la prière et d'acquitter la Zakat. Et ils étaient Nos adorateurs.
Almanca:
Und WIR machten sie zu Imamen, die gemäß Unserer Anweisung (die Menschen) rechtleiten, und WIR ließen ihnen mit dem Wahy zuteil werden, das gottgefällig Gute zu tun, das rituelle Gebet ordnungsgemäß zu verrichten und die Zakat zu entrichten. Und sie waren Uns gegenüber Dienende.
Rusça:
Мы сделали их вождями, которые по Нашему велению указывали на прямой путь. Мы внушили им вершить добрые дела, совершать намаз и выплачивать закят, и они поклонялись Нам.
Arapça:
وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءَ الزَّكَاةِ ۖ وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onları buyruğumuz altında (insanlara) doğru yolu gösterecek önderler kıldık. Kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdir.
Diyanet Vakfı:
Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.

velûṭan âteynâhü ḥukmev ve`ilmev venecceynâhü mine-lḳaryeti-lletî kânet ta`melü-lḫabâiŝ. innehüm kânû ḳavme sev'in fâsiḳîn.
Türkçe:
Lût'a da hükümranlık ve ilim verdik. Onu, pislikler üretip duran bir kentten kurtardık. O kent halkı yoldan çıkmış kötü bir kavimdi.
İngilizce:
And to Lut, too, We gave Judgment and Knowledge, and We saved him from the town which practised abominations: truly they were a people given to Evil, a rebellious people.
Fransızca:
Et Lot ! Nous lui avons apporté la capacité de juger et le savoir, et Nous l'avons sauvé de la cité où se commettaient les vices; ces gens étaient vraiment des gens du mal, des pervers.
Almanca:
Und Lut ließen WIR Weisheit und Wissen zuteil werden und erretteten ihn von der Ortschaft, (deren Einwohner) die Abscheulichkeiten zu tun pflegten. Gewiß, sie waren Leute der Schlechtigkeit, Fasiq.
Rusça:
Помяни также Лута (Лота), которому Мы даровали власть (мудрость или пророчество) и знание и которого Мы спасли от селения, жители которого совершали отвратительные поступки. Воистину, они были злодеями и нечестивцами.
Arapça:
وَلُوطًا آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَت تَّعْمَلُ الْخَبَائِثَ ۗ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz Lût'a da bir hüküm, bir ilim verdik. Onu çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar kötü, fasık bir kavimdi.
Diyanet Vakfı:
Lut'a gelince, ona da hüküm (hakimlik, peygamberlik, hükümdarlık) ve ilim verdik; onu, çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Zira onlar (o memleketin halkı), gerçekten fena işler yapan kötü bir kavimdi.

veedḫalnâhü fî raḥmetinâ. innehû mine-ṣṣâliḥîn.
Türkçe:
Onu rahmetimizin içine soktuk. O, hak ve barış için çalışanlardandı.
İngilizce:
And We admitted him to Our Mercy: for he was one of the Righteous.
Fransızca:
Et Nous l'avons fait entrer en Notre miséricorde. Il était vraiment du nombre des gens du bien.
Almanca:
Und WIR ließen ihn in Unsere Gnade eintreten. Gewiß, er war einer der gottgefällig Guttuenden.
Rusça:
Мы ввели его в Нашу милость, поскольку он был одним из праведников.
Arapça:
وَأَدْخَلْنَاهُ فِي رَحْمَتِنَا ۖ إِنَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onu ise rahmetimizin içine aldık. Çünkü o salihlerdendi.
Diyanet Vakfı:
Onu (Lut'u) rahmetimize kabul ettik; çünkü o, salihlerden idi.

venûḥan iẕ nâdâ min ḳablü festecebnâ lehû fenecceynâhü veehlehû mine-lkerbi-l`ażîm.
Türkçe:
Nûh'a gelince, o da daha önce bize yakarmıştı. Yakarışına cevap verdik de onu ve ailesini, o büyük sıkıntıdan kurtardık.
İngilizce:
(Remember) Noah, when he cried (to Us) aforetime: We listened to his (prayer) and delivered him and his family from great distress.
Fransızca:
Et Noé, quand auparavant il fit son appel. Nous l'exauçâmes et Nous le sauvâmes, ainsi que sa famille, de la grande angoisse,
Almanca:
Ebenfalls Nuh, als er vorher rief, erhörten WIR ihn, dann erretteten WIR ihn und seine Familie von der gewaltigen Not.
Rusça:
Помяни также Нуха (Ноя), который воззвал еще раньше. Мы ответили на его мольбу и спасли его и его семью от великой скорби.
Arapça:
وَنُوحًا إِذْ نَادَىٰ مِن قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nuh da daha önceleri bize yalvarmıştı; biz de onun duasını kabul ettik, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık.
Diyanet Vakfı:
Daha önce Nuh da dua etmiş, biz onun duasını kabul etmiştik. Böylece, kendisini ve (iman eden) yakınlarını büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.

veneṣarnâhü mine-lḳavmi-lleẕîne keẕẕebû biâyâtinâ. innehüm kânû ḳavme sev'in feagraḳnâhüm ecme`în.
Türkçe:
Ona, ayetlerimizi yalanlayan topluluğa karşı yardım ettik. Kötülüğün toplumuydu onlar. Hepsini birden batırıp boğduk.
İngilizce:
We helped him against people who rejected Our Signs: truly they were a people given to Evil: so We drowned them (in the Flood) all together.
Fransızca:
et Nous le secourûmes contre le peuple qui traitait Nos prodiges de mensonges. Il furent vraiment des gens du Mal. Nous les noyâmes donc tous.
Almanca:
Und WIR schützten ihn vor den Leuten, die Unsere Ayat ableugneten. Gewiß, sie waren Leute der Schlechtigkeit, dann ertränkten WIR sie allesamt.
Rusça:
Мы помогли ему в борьбе против людей, которые отвергали Наши знамения. Они были злодеями, и Мы потопили их всех.
Arapça:
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Âyetlerimizi yalanlayan kavminden onun öcünü aldık. Şüphesiz onlar kötü bir kavimdiler. Biz de hepsini (suda) boğduk.
Diyanet Vakfı:
Onu, ayetlerimizi inkar eden kavimden koruduk. Gerçekten onlar, fena bir kavim idi; bu yüzden topunu birden (suya) gömdük.

vedâvûde vesüleymâne iẕ yaḥkümâni fi-lḥarŝi iẕ nefeşet fîhi ganemü-lḳavm. vekünnâ liḥukmihim şâhidîn.
Türkçe:
Ve Dâvud ile Süleyman... Hani, halkın davarının yayıldığı ekinler hakkında hüküm veriyorlardı da biz hükümlerine tanıklar olmuştuk.
İngilizce:
And remember David and Solomon, when they gave judgment in the matter of the field into which the sheep of certain people had strayed by night: We did witness their judgment.
Fransızca:
Et David, et Salomon, quand ils eurent à juger au sujet d'un champ cultivé où des moutons appartenant à une peuplade étaient allés paître, la nuit. Et Nous étions témoin de leur jugement.
Almanca:
Ebenfalls Dawud und Sulaiman, als beide in der Angelegenheit des Ackerfeldes ein Urteil fällten, als darauf nachts die Schafe der Leute weideten. Und WIR waren gewiß ihrem Urteil gegenüber Zeugen.
Rusça:
Помяни также Давуда (Давида) и Сулеймана (Соломона), которые судили о ниве, потравленной ночью чужими овцами. Мы были Свидетелями их суда.
Arapça:
وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Davud ve Süleyman'ı da (hatırla). Hani onlar ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Hani milletin koyunları (geceleyin) içinde yayılmıştı, biz onların hükmüne şahittik.
Diyanet Vakfı:
Davud ve Süleyman'ı da (an). Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: bir gurup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik.

fefehhemnâhâ süleymân. veküllen âteynâ ḥukmev ve`ilmâ. veseḫḫarnâ me`a dâvûde-lcibâle yüsebbiḥne veṭṭayr. vekünnâ fâ`ilîn.
Türkçe:
Onu Süleyman'a derhal kavrattık. Her birine hükümdarlık ve bilgi verdik. Dâvud'a dağları boyun eğdirdik. Kuşlarla beraber tespih ediyorlardı. Yapmak isteyince yapanlarız biz!
İngilizce:
To Solomon We inspired the (right) understanding of the matter: to each (of them) We gave Judgment and Knowledge; it was Our power that made the hills and the birds celebrate Our praises, with David: it was We Who did (all these things).
Fransızca:
Nous la fîmes comprendre à Salomon . Et à chacun Nous donnâmes la faculté de juger et le savoir. Et Nous asservîmes les montagnes à exalter Notre Gloire en compagnie de David, ainsi que les oiseaux. Et c'est Nous qui sommes le Faiseur.
Almanca:
Dann machten WIR sie (die Angelegenheit) Sulaiman klar. Und beiden ließen WIRWeisheit und Wissen zuteil werden. Und WIR machten mit Dawud die Felsenberge gratis fügbar, sie lobpreisen sowie die Vögel. Und WIR taten es wirklich.
Rusça:
Мы помогли Сулейману (Соломону) разобраться в этом и даровали им обоим власть (мудрость или пророчество) и знание. Мы подчинили горы и птиц для того, чтобы они славили Нас вместе с Давудом (Давидом). Мы это сделали.
Arapça:
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ ۚ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ ۚ وَكُنَّا فَاعِلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz onu(n hükmünü) hemen Süleyman'a bildirmiştik; (zaten) herbirine hüküm ve ilim vermiştik. Davud'la beraber tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık. (Bütün bunları) yapan bizdik.
Diyanet Vakfı:
Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.

ve`allemnâhü ṣan`ate lebûsil leküm lituḥṣineküm mim be'siküm. fehel entüm şâkirûn.
Türkçe:
Ona, sizi sizin şiddetinizden koruyacak olan zırh yapma sanatını öğrettik. Peki, siz şükrediyor musunuz?
İngilizce:
It was We Who taught him the making of coats of mail for your benefit, to guard you from each other's violence: will ye then be grateful?
Fransızca:
Nous lui (David) apprîmes la fabrication des cottes de mailles afin qu'elles vous protègent contre vos violences mutuelles (la guerre). En êtes-vous donc reconnaissants ?
Almanca:
Und WIR brachten ihm die Herstellung der Panzerhemde für euch bei, damit sie euch Schutz vor eurer Gewalttätigkeit bieten. Seid ihr dann dankbar?!
Rusça:
Мы научили его (Давуда) изготовлять для вас кольчуги, чтобы они предохраняли вас от причиняемого вами вреда. Но разве вы благодарны?
Arapça:
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَّكُمْ لِتُحْصِنَكُم مِّن بَأْسِكُمْ ۖ فَهَلْ أَنتُمْ شَاكِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misiniz?
Diyanet Vakfı:
Ona, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik. Artık şükredecek misiniz?
Sayfalar
