
velleẕîne yü'tûne mâ âtev veḳulûbühüm veciletün ennehüm ilâ rabbihim râci`ûn.
Arapça:
وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوا وَّقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَىٰ رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ
Türkçe:
Onlar ki, verdiklerini, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek verirler;
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve, Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar;
Diyanet Vakfı:
Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar;
İngilizce:
And those who dispense their charity with their hearts full of fear, because they will return to their Lord;-
Fransızca:
qui donnent ce qu'ils donnent, tandis que leurs coeurs sont pleins de crainte [à la pensée] qu'ils doivent retourner à leur Seigneur.
Almanca:
und diejenigen, die das geben, was sie gaben, während ihre Herzen ehrfurcht-erfüllt sind, da sie zu ihrem HERRN zurückkehren werden,
Rusça:
которые раздают милостыню, тогда как их сердца страшатся того, что им суждено вернуться к своему Господу, -
Açıklama:

ülâike yüsâri`ûne fi-lḫayrâti vehüm lehâ sâbiḳûn.
Arapça:
أُولَٰئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ
Türkçe:
İşte bunlar, hayırlarda yarışırlar. Ve hayırlarda önde gidenler de onlardır.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.
Diyanet Vakfı:
İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.
İngilizce:
It is these who hasten in every good work, and these who are foremost in them.
Fransızca:
Ceux-là se précipitent vers les bonnes actions et sont les premiers à les accomplir.
Almanca:
diese eilen initiativ zum (gottgefällig) Guten, und sind daran die ersten voran.
Rusça:
все они спешат вершить добрые дела и опережают в этом других.
Açıklama:

velâ nükellifü nefsen illâ vus`ahâ veledeynâ kitâbüy yenṭiḳu bilḥaḳḳi vehüm lâ yużlemûn.
Arapça:
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۖ وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ ۚ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Türkçe:
Biz, hiçbir benliğe gücünün yeteceğinden daha azını yüklemenin dışında bir teklifte bulunmayız. Bizim katımızda, hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara haksızlık edilmez.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
Diyanet Vakfı:
Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
İngilizce:
On no soul do We place a burden greater than it can bear: before Us is a record which clearly shows the truth: they will never be wronged.
Fransızca:
Nous n'imposons à personne que selon sa capacité. Et auprès de Nous existe un Livre qui dit la vérité, et ils ne seront pas lésés.
Almanca:
Und WIR erlegen keinem Menschen auf außer dem, was er vermag. Und WIR haben ein Register, das die Wahrheit artikuliert. Und ihnen wird kein Unrecht zugefügt.
Rusça:
Мы не возлагаем на человека сверх его возможностей. У Нас есть Писание, которое глаголет истину, и с ними не поступят несправедливо.
Açıklama:

bel ḳulûbühüm fî gamratim min hâẕâ velehüm a`mâlüm min dûni ẕâlike hüm lehâ `âmilûn.
Arapça:
بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِّنْ هَٰذَا وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِّن دُونِ ذَٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ
Türkçe:
Fakat onların kalpleri bundan gaflet içindedir. Onların bundan başka da işleri vardır ki, hep o işler için çalışmaktadırlar.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hayır, onların kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan öte birtakım kötü işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar.
Diyanet Vakfı:
Hayır, onların (o inkarcıların) kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan (bu şirk ve inkarcılıklarından) öte birtakım (kötü) işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar.
İngilizce:
But their hearts are in confused ignorance of this; and there are, besides that, deeds of theirs, which they will (continue) to do,-
Fransızca:
Mais leurs coeurs restent dans l'ignorance à l'égard de cela [le Coran]. [En outre] ils ont d'autres actes (vils) qu'ils accomplissent,
Almanca:
Nein, sondern ihre Herzen sind in Achtlosigkeit demgegenüber. Und sie haben andere Taten als diese, die sie immer wieder tun.
Rusça:
Однако их сердца слепы к этому (Корану). А наряду с этим они совершают менее тяжкие злодеяния.
Açıklama:

ḥattâ iẕâ eḫaẕnâ mütrafîhim bil`aẕâbi iẕâ hüm yec'erûn.
Arapça:
حَتَّىٰ إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِم بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ
Türkçe:
Sonunda, servet ve refahla şımarmışlarını azapla yakaladığımızda, hemen bağırıp dövünmeye başlarlar.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını sıkıntıya uğrattığımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar.
Diyanet Vakfı:
En nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını sıkıntıya (veya azaba) uğrattığımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar.
İngilizce:
Until, when We seize in Punishment those of them who received the good things of this world, behold, they will groan in supplication!
Fransızca:
jusqu'à ce que par le châtiment Nous saisissions les plus aisés parmi eux et voilà qu'ils crient au secours.
Almanca:
Wenn WIR dann ihre Luxurierenden mit der Peinigung zugrunde richten, dann schreien sie um Hilfe.
Rusça:
А когда Мы подвергнем наказанию изнеженных роскошью среди них, они завопят громким голосом.
Açıklama:

lâ tec'erü-lyevme inneküm minnâ lâ tünṣarûn.
Arapça:
لَا تَجْأَرُوا الْيَوْمَ ۖ إِنَّكُم مِّنَّا لَا تُنصَرُونَ
Türkçe:
"Bağırıp dövünmeyin bugün, bizim karşımızda kimseden yardım göremezsiniz."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Boşuna feryad etmeyin bugün! Zira bizden yardım göremeyeceksiniz.
Diyanet Vakfı:
Boşuna sızlanmayın bugün! Zira bizden yardım göremeyeceksiniz!
İngilizce:
(It will be said): "Groan not in supplication this day: for ye shall certainly not be helped by Us.
Fransızca:
"Ne criez pas aujourd'hui. Nul ne vous protégera contre Nous.
Almanca:
Schreit heute nicht um Hilfe! Gewiß, ihr werdet von Uns nicht unterstützt.
Rusça:
Не вопите сегодня! Воистину, Мы не окажем вам помощи.
Açıklama:

ḳad kânet âyâtî tütlâ `aleyküm feküntüm `alâ a`ḳâbiküm tenkisûn.
Arapça:
قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ تَنكِصُونَ
Türkçe:
"Ayetlerimiz size okunuyordu da siz ökçeleriniz üzerine gerisin geri dönüyordunuz."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Çünkü âyetlerimiz size okunurdu da, buna karşı siz arkanızı dönerdiniz.
Diyanet Vakfı:
Çünkü ayetlerim size okunurdu da, siz, buna karşı kibirlenerek arkanızı döner, geceleyin (Kabe'nin etrafında toplanarak) hezeyanlar savururdunuz.
İngilizce:
My Signs used to be rehearsed to you, but ye used to turn back on your heels-
Fransızca:
Mes versets vous étaient récités auparavant; mais vous vous [en] détourniez,
Almanca:
Bereits wurden euch Meine Ayat stets vorgetragen, dann pflegtet ihr auf euren Fersen (zum Kufr) umzukehren
Rusça:
Вам читали Мои аяты, но вы пятились от них,
Açıklama:

müstekbirîne bih. sâmiran tehcürûn.
Arapça:
مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ
Türkçe:
"Ona karşı büyüklük taslayarak, gece boyunca hezeyanlar savuruyordunuz."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kafa tutardınız ve geceleyin hezeyanlar savururdunuz.
Diyanet Vakfı:
Çünkü ayetlerim size okunurdu da, siz, buna karşı kibirlenerek arkanızı döner, geceleyin (Kabe'nin etrafında toplanarak) hezeyanlar savururdunuz.
İngilizce:
In arrogance: talking nonsense about the (Qur'an), like one telling fables by night.
Fransızca:
enflant d'orgueil, et vous les dénigriez au cours de vos veillées".
Almanca:
in äußerster Arroganz ihm gegenüber, und ihr habt nachts dagegen gelästert.
Rusça:
возгордившись ею (Каабой) и произнося скверные речи по ночам.
Açıklama:

efelem yeddebberü-lḳavle em câehüm mâ lem ye'ti âbâehümü-l'evvelîn.
Arapça:
أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُم مَّا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ
Türkçe:
Sözü gereğince düşünmediler de ondan mı, yoksa kendilerine ilk atalarına gelmeyen bir şey geldi diye mi?
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar bu sözü (Kur'ân'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
Diyanet Vakfı:
Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
İngilizce:
Do they not ponder over the Word (of Allah), or has anything (new) come to them that did not come to their fathers of old?
Fransızca:
Ne méditent-ils donc pas sur la parole (le Coran) ? Ou est-ce que leur est venu ce qui n'est jamais venu à leurs premiers ancêtres ?
Almanca:
Haben sie etwa über das Vorgetragene nicht nachgedacht?! Oder kam etwa zu ihnen das, was zu ihren ersten Ahnen nicht kam?!
Rusça:
Неужели они не задумываются над Словом? Или же к ним явилось то, что не приходило к их отцам?
Açıklama:

em lem ya`rifû rasûlehüm fehüm lehû münkirûn.
Arapça:
أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
Türkçe:
Yoksa resullerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yoksa peygamberlerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
Diyanet Vakfı:
Yoksa Peygamberlerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar ediyorlar?
İngilizce:
Or do they not recognise their Messenger, that they deny him?
Fransızca:
Ou n'ont-ils pas connu leur Messager, au point de le renier ?
Almanca:
Oder kannten sie etwa ihren Gesandten nicht, so daß sie ihm gegenüber ableugnend waren?!
Rusça:
Или же они не узнали своего Посланника и принялись отвергать его?
Açıklama:
Sayfalar
