Rubu 79

velev erâdü-lḫurûce lee`addû lehû `uddetev velâkin kerihe-llâhü-mbi`âŝehüm feŝebbeṭahüm veḳîle-ḳ`udû me`a-lḳâ`idîn.

Türkçe:
Sefere çıkmak isteselerdi elbette ki, bir sefer hazırlığına girişirlerdi. Ama Allah, harekete geçmelerini istemedi de onları yerlerine çiviledi ve "oturun, oturanlarla beraber" denildi.
İngilizce:
If they had intended to come out, they would certainly have made some preparation therefor; but Allah was averse to their being sent forth; so He made them lag behind, and they were told, "Sit ye among those who sit (inactive)."
Fransızca:
Et s'ils avaient voulu partir (au combat), ils lui auraient fait des préparatifs. Mais leur départ répugna à Allah; Il les a rendus paresseux. Et il leur fut dit : "Restez avec ceux qui restent" .
Almanca:
Und hätten sie den Aufbruch gewollt, gewiß hätten sie dafür das Notwendige vorbereitet. Doch ALLAH verabscheute ihren Aufbruch, so hat ER sie (noch mehr) entmutigt und es wurde gesagt: "Bleibt zurück (als Drückeberger) mit den Zurückbleibenden!"
Rusça:
Если бы они желали выступить в поход, то приготовились бы к этому. Однако Аллах не пожелал, чтобы они отправились в поход, и задержал их. Им было сказано: "Отсиживайтесь вместе с теми, кто остался отсиживаться".
Arapça:
۞ وَلَوْ أَرَادُوا الْخُرُوجَ لَأَعَدُّوا لَهُ عُدَّةً وَلَٰكِن كَرِهَ اللَّهُ انبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَقِيلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer sizinle beraber cihada çıkmak isteselerdi, elbette onunla ilgili olarak bir takım hazırlıklar yaparlardı. Fakat Allah davranmalarını istemedi de onları yoldan alıkoydu ve (kendilerine): "oturun oturanlarla beraber" denildi.
Diyanet Vakfı:
Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri koydu; onlara "Oturanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!" denildi.

lev ḫaracû fîküm mâ zâdûküm illâ ḫabâlev veleevḍa`û ḫilâleküm yebgûnekümü-lfitneh. vefîküm semmâ`ûne lehüm. vellâhü `alîmüm biżżâlimîn.

Türkçe:
Aranızda sefere çıkmış olsalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmayacaktı; sizi fitneye uğratmak isteğiyle aranıza sokulacaklardı. İçinizde onlara gerçekten kulak verecekler de vardı. Allah, zalimleri iyice biliyor.
İngilizce:
If they had come out with you, they would not have added to your (strength) but only (made for) disorder, hurrying to and fro in your midst and sowing sedition among you, and there would have been some among you who would have listened to them. But Allah knoweth well those who do wrong.
Fransızca:
S'ils étaient sortis avec vous, ils n'auraient fait qu'accroître votre trouble et jeter la dissension dans vos rangs, cherchant à créer la discorde entre vous. Et il y en a parmi vous qui les écoutent. Et Allah connaît bien les injustes.
Almanca:
Und wären sie mit euch aufgebrochen, hätten sie euch außer Schlechtem nichts hinzugefügt und sich beeilt, Fitna unter euch zu verbreiten. Und unter euch sind welche, die ihnen zuhören. Und ALLAH ist allwissend über die Unrecht- Begehenden.
Rusça:
Если бы они выступили в поход вместе с вами, то не прибавили бы вам ничего, кроме беспорядка, торопливо ходили бы между вами и сеяли бы между вами смуту. Среди вас найдутся такие, которые станут прислушиваться к ним. Аллах знает беззаконников.
Arapça:
لَوْ خَرَجُوا فِيكُم مَّا زَادُوكُمْ إِلَّا خَبَالًا وَلَأَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَ وَفِيكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer içinizde sizinle beraber cihada çıkmış olsalardı, bozgunculuk etmekten başka şeye yaramayacaklardı ve aranıza fitne sokmak için uğraşacaklardı. İçinizde onların laflarına kanacaklar da vardı. Allah, o zalimleri iyi bilir.
Diyanet Vakfı:
Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir.

leḳadi-btegavu-lfitnete min ḳablü veḳallebû leke-l'ümûra ḥattâ câe-lḥaḳḳu veżahera emru-llâhi vehüm kârihûn.

Türkçe:
Yemin olsun ki, onlar önceden de fitne çıkarmak istemiş ve nice işleri sana, olduğundan başka türlü göstermişlerdi. Nihayet hak geldi, onların istememesine rağmen Allah'ın emri galebe çaldı.
İngilizce:
Indeed they had plotted sedition before, and upset matters for thee, until,- the Truth arrived, and the Decree of Allah became manifest much to their disgust.
Fransızca:
Ils ont, auparavant, cherché à semer la discorde (dans vos rangs) et à embrouiller tes affaires jusqu'à ce que vint la vérité et triomphât le commandement d'Allah, en dépit de leur hostilité.
Almanca:
Gewiß, bereits waren sie vorher um Fitna bemüht und wollten deine Angelegenheiten (durch Intrigen) durcheinander bringen, bis dieWahrheit kam und die Sache ALLAHs siegte, während sie (diesem) abgeneigt sind.
Rusça:
Они и раньше стремились посеять смуту и представляли тебе дела в искаженном виде, пока не явилась истина и не проявилось веление Аллаха, хотя это и было им ненавистно.
Arapça:
لَقَدِ ابْتَغَوُا الْفِتْنَةَ مِن قَبْلُ وَقَلَّبُوا لَكَ الْأُمُورَ حَتَّىٰ جَاءَ الْحَقُّ وَظَهَرَ أَمْرُ اللَّهِ وَهُمْ كَارِهُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şurası kesindir ki, bunlar daha önce de fitne çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Nihayet hak yerini buldu ve Allah'ın emri onların zoruna gitmesine rağmen açığa çıktı.
Diyanet Vakfı:
Andolsun onlar önceden de fitne çıkarmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın emri yerini buldu.

veminhüm mey yeḳûlü-'ẕel lî velâ teftinnî. elâ fi-lfitneti seḳaṭû. veinne cehenneme lemüḥîṭatüm bilkâfirîn.

Türkçe:
İçlerinden bazısı: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme." der. Dikkat edin, fitnenin ta içine kendileri düşmüşlerdir. Ve cehennem o nankörleri elbete çepeçevre kuşatacaktır.
İngilizce:
Among them is (many) a man who says: "Grant me exemption and draw me not into trial." Have they not fallen into trial already? and indeed Hell surrounds the Unbelievers (on all sides).
Fransızca:
Parmi eux il en est qui dit : "Donne-moi la permission (de rester) et ne me mets pas en tentation." Or, c'est bien dans la tentation qu'ils sont tombés; l'Enfer est tout autour des mécréants .
Almanca:
Und manch einer von ihnen sagt: "Gewähre mir Erlaubnis (zurückzubleiben) und setze mich keiner Fitna aus!" Doch sie sind bereits in die Fitna gefallen. Und gewiß Dschahannam umfaßt unweigerlich die Kafir.
Rusça:
Среди них есть и такой, который говорит: "Позволь мне остаться дома и не искушай меня!" Безусловно, они уже впали в искушение. Воистину, Геенна объемлет неверующих.
Arapça:
وَمِنْهُم مَّن يَقُولُ ائْذَن لِّي وَلَا تَفْتِنِّي ۚ أَلَا فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُوا ۗ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İçlerinden "Aman bana izin ver, başımı derde sokma" diyen de var. Dikkat et, başlarını asıl kendileri derde soktular. Hiç şüphesiz cehennem, kâfirleri elbette kuşatacaktır.
Diyanet Vakfı:
Onlardan öylesi de var ki: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kafirleri mutlaka kuşatacaktır.

in tüṣibke ḥasenetün tesü'hüm. vein tüṣibke müṣîbetüy yeḳûlû ḳad eḫaẕnâ emranâ min ḳablü veyetevellev vehüm feriḥûn.

Türkçe:
Sana bir iyilik isabet etse bu onları üzer. Sana bir musibet dokunsa: "İşimizi önceden sağlam tutmuşuz." derler ve kibirli bir sevinçle dönüp giderler.
İngilizce:
If good befalls thee, it grieves them; but if a misfortune befalls thee, they say, "We took indeed our precautions beforehand," and they turn away rejoicing.
Fransızca:
Qu'un bonheur t'atteigne, ça les afflige. Et que t'atteigne un malheur, ils disent : "Heureusement que nous avions pris d'avance nos précautions." Et ils se détournent tout en exultant.
Almanca:
Wenn dich Gutes trifft, mißfällt es ihnen. Und wenn dich Unglück trifft, sagen sie: "Bereits haben wir vorher für uns Vorkehrungen getroffen." Dann wenden sie sich ab, während sie glücklich sind.
Rusça:
Если тебе перепадает благо, это огорчает их. Если же тебя постигает беда, они говорят: "Мы заранее приняли меры предосторожности для себя". И они уходят, забавляясь.
Arapça:
إِن تُصِبْكَ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ ۖ وَإِن تُصِبْكَ مُصِيبَةٌ يَقُولُوا قَدْ أَخَذْنَا أَمْرَنَا مِن قَبْلُ وَيَتَوَلَّوا وَّهُمْ فَرِحُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet gelirse "Biz zaten tedbirimizi önceden almıştık." derler ve sevine sevine dönüp giderler.
Diyanet Vakfı:
Eğer sana bir iyilik erişirse, bu onları üzer. Ve eğer başına bir musibet gelirse, "İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız" derler ve böbürlenerek dönüp giderler.

ḳul ley yüṣîbenâ illâ mâ ketebe-llâhü lenâ. hüve mevlânâ. ve`ale-llâhi felyetevekkeli-lmü'minûn.

Türkçe:
De ki onlara: "Hakkımızda Allah'ın yazdığından başkası bize asla ulaşmaz. O'dur bizim Mevlâ'mız. Yalnız Allah'a güvenip dayansın inananlar."
İngilizce:
Say: "Nothing will happen to us except what Allah has decreed for us: He is our protector": and on Allah let the Believers put their trust.
Fransızca:
Dis : "Rien ne nous atteindra, en dehors de ce qu'Allah a prescrit pour nous. Il est notre Protecteur. C'est en Allah que les croyants doivent mettre leur confiance".
Almanca:
Sag: "Uns wird nur das treffen, was ALLAH für uns niedergeschrieben hat. ER ist unser Maula!" Und ALLAH gegenüber sollen die Mumin Tawakkul üben!
Rusça:
Скажи: "Нас постигнет только то, что предписано нам Аллахом. Он - наш Покровитель. И пусть верующие уповают на одного Аллаха".
Arapça:
قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَا ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler."
Diyanet Vakfı:
De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.

ḳul hel terabbeṣûne binâ illâ iḥde-lḥusneyeyn. venaḥnü neterabbeṣu biküm ey yüṣîbekümü-llâhü bi`aẕâbim min `indihî ev bieydînâ. feterabbeṣû innâ me`aküm müterabbiṣûn.

Türkçe:
De ki: "Bizim için iki güzelliğin birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Biz de size Allah'ın, kendi katından veya bizim ellerimizle bir azap çarptırmasını bekliyoruz. Artık bekleyin, sizinle beraber biz de bekliyoruz."
İngilizce:
Say: "Can you expect for us (any fate) other than one of two glorious things- (Martyrdom or victory)? But we can expect for you either that Allah will send his punishment from Himself, or by our hands. So wait (expectant); we too will wait with you."
Fransızca:
Dis : "Qu'attendez-vous pour nous, sinon l'une des deux meilleures choses ? Tandis que ce que nous attendons pour vous, c'est qu'Allah vous inflige un châtiment de Sa part ou par nos mains. Attendez donc ! Nous attendons aussi, avec vous".
Almanca:
Sag: "Erwartet ihr für uns etwas anderes außer eines der beiden Schönen (Sieg oder Schahada fi-sabilillah)?" Und wir erwarten für euch, daß ALLAH euch mit einer Peinigung trifft entweder (direkt) von Sich oder durch uns. Also wartet ab, gewiß, wir warten ebenfalls mit euch ab.
Rusça:
Скажи: "Неужели вы ожидаете, что нам выпадет что-либо, кроме одного из двух благ? Мы тоже ждем, что Аллах поразит вас мучениями от Себя или же накажет вас нашими руками. Ждите, и мы подождем вместе с вами".
Arapça:
قُلْ هَلْ تَرَبَّصُونَ بِنَا إِلَّا إِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِ ۖ وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ أَن يُصِيبَكُمُ اللَّهُ بِعَذَابٍ مِّنْ عِندِهِ أَوْ بِأَيْدِينَا ۖ فَتَرَبَّصُوا إِنَّا مَعَكُم مُّتَرَبِّصُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Siz bizde iki güzelliğin (Zafer veya şehitliğin) birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size Allah'ın kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi siz gözetedurun, biz de sizinle beraber gözetmekteyiz."
Diyanet Vakfı:
De ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de, Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.

ḳul enfiḳû ṭav`an ev kerhel ley yüteḳabbele minküm. inneküm küntüm ḳavmen fâsiḳîn.

Türkçe:
Şunu da söyle: "İster kendi arzunuzla ister baskı ve zorla infak edin; sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, yoldan çıkan bir topluluk oldunuz."
İngilizce:
Say: "Spend (for the cause) willingly or unwillingly: not from you will it be accepted: for ye are indeed a people rebellious and wicked."
Fransızca:
Dis : "Dépensez bon gré, mal gré : jamais cela ne sera accepté de vous, car vous êtes des gens pervers".
Almanca:
Sag: "Spendet freiwillig oder widerwillig, dies wird von euch nie angenommen. Gewiß, ihr wart fisq-betreibende Leute."
Rusça:
Скажи: "Станете ли вы делать пожертвования по доброй воле или по принуждению - от вас все равно не будет принято, поскольку вы являетесь людьми нечестивыми".
Arapça:
قُلْ أَنفِقُوا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا لَّن يُتَقَبَّلَ مِنكُمْ ۖ إِنَّكُمْ كُنتُمْ قَوْمًا فَاسِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O münafıklara şunu da de ki; gerek isteyerek, gerek istemeyerek infak edip durun. O infak ettikleriniz sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Çünkü siz fasık bir kavimsiniz.
Diyanet Vakfı:
De ki: İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden (sadaka) asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz.

vemâ mene`ahüm en tuḳbele minhüm nefeḳâtühüm illâ ennehüm keferû billâhi vebirasûlihî velâ ye'tûne-ṣṣalâte illâ vehüm küsâlâ velâ yünfiḳûne illâ vehüm kârihûn.

Türkçe:
İnfaklarının onlardan kabul edilmesini engelleyen sadece şudur: Onlar, Allah'a ve resulüne nankörlük ettiler. Namaza/duaya ancak üşene üşene gelirler, infak edip dağıttıklarını da içlerinden gelmeyerek verirler.
İngilizce:
The only reasons why their contributions are not accepted are: that they reject Allah and His Messenger; that they come to prayer without earnestness; and that they offer contributions unwillingly.
Fransızca:
Ce qui empêche leurs dons d'être agréés, c'est le fait qu'ils n'ont pas cru en Allah et Son messager, qu'ils ne se rendent à la Salat que paresseusement, et qu'ils ne dépensent (dans les bonnes oeuvres) qu'à contrecœur.
Almanca:
Und nichts stand ihnen im Wege, damit ihre Spenden angenommen werden, außer daß sie Kufr ALLAH und Seinem Gesandten gegenüber betrieben haben, zum rituellen Gebet nur widerstrebend kommen und nur spenden, während sie dem abgeneigt sind.
Rusça:
Тому, чтобы их пожертвования были приняты, мешает только то, что они не веруют в Аллаха и Его Посланника, лениво совершают намаз и нехотя делают пожертвования.
Arapça:
وَمَا مَنَعَهُمْ أَن تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ إِلَّا أَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَبِرَسُولِهِ وَلَا يَأْتُونَ الصَّلَاةَ إِلَّا وَهُمْ كُسَالَىٰ وَلَا يُنفِقُونَ إِلَّا وَهُمْ كَارِهُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnfakların onlardan kabul olunmamasına sebep, gerçekte Allah'a ve Resulüne inanmamaları, namaza ancak üşene üşene gelmeleri, verdiklerini de ancak istemeye istemeye vermeleridir.
Diyanet Vakfı:
Onların harcamalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resulünü inkar etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir.

felâ tü`cibke emvâlühüm velâ evlâdühüm. innemâ yürîdü-llâhü liyü`aẕẕibehüm bihâ fi-lḥayâti-ddünyâ vetezheḳa enfüsühüm vehüm kâfirûn.

Türkçe:
Onların malları da evlatları da seni imrendirmesin. İş sadece şudur: Allah onlara şu iğreti hayatta azap etmeyi ve canlarının küfre sapmış bir halde çıkmasını istiyor.
İngilizce:
Let not their wealth nor their (following in) sons dazzle thee: in reality Allah's plan is to punish them with these things in this life, and that their souls may perish in their (very) denial of Allah.
Fransızca:
Que leurs biens et leurs enfants ne t'émerveillent point ! Allah ne veut par là que les châtier dans la vie présente, et que (les voir) rendre péniblement l'âme en état de mécréance.
Almanca:
Also finde keinen Gefallen weder an ihrem Vermögen noch an ihren Kindern! ALLAH will sie damit im diesseitigen Leben doch nur peinigen und (will), daß ihre Seelen (ihren Körper) beschwerlich verlassen, während sie noch Kafir sind.
Rusça:
Пусть не восхищают тебя их имущество и дети. Аллах желает только наказать их детьми и имуществом в мирской жизни, дабы они расстались со своими душами неверующими.
Arapça:
فَلَا تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَلَا أَوْلَادُهُمْ ۚ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُم بِهَا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ أَنفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onların malları da, evlatları da sakın seni imrendirmesin. Bu olsa olsa, Allah'ın onları dünya hayatında bu gibi şeylerle azaba uğratmasından ve canlarının kâfir olarak çıkmasını murat etmiş olmasından başka birşey değildir.
Diyanet Vakfı:
(Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kafir olarak canlarının çıkmasını istiyor.

Sayfalar

Rubu 79 beslemesine abone olun.