
ḳâlû tellâhi leḳad âŝerake-llâhü `aleynâ vein künnâ leḫâṭiîn.
Türkçe:
Dediler: "Vallahi, Allah seni bizden üstün kıldı/seni bize tercih etti. Doğrusu biz de büyük suç işlemiştik."
İngilizce:
They said: "By Allah! indeed has Allah preferred thee above us, and we certainly have been guilty of sin!"
Fransızca:
- Ils dirent : "Par Allah ! Vraiment Allah t'a préféré à nous et nous avons été fautifs".
Almanca:
Sie sagten: "Bei ALLAH! Gewiß, bereits hat ALLAH dich vor uns bevorzugt und wir waren doch Verfehlende."
Rusça:
Они сказали: "Клянемся Аллахом! Аллах предпочел тебя нам. Мы же были грешниками".
Arapça:
قَالُوا تَاللَّهِ لَقَدْ آثَرَكَ اللَّهُ عَلَيْنَا وَإِن كُنَّا لَخَاطِئِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Dediler ki: "Allah'a yemin olsun, Allah seni bize üstün kıldı. Biz gerçekten de büyük hata işlemiştik".
Diyanet Vakfı:
(Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.

ḳâle lâ teŝrîbe `aleykümü-lyevm. yagfiru-llâhü leküm. vehüve erḥamü-rrâḥimîn.
Türkçe:
Yûsuf dedi: "Bugün azarlanmayacaksınız. Allah sizi affeder. O, rahmet edenlerin en merhametlisidir."
İngilizce:
He said: "This day let no reproach be (cast) on you: Allah will forgive you, and He is the Most Merciful of those who show mercy!
Fransızca:
- Il dit : "Pas de récrimination contre vous aujourd'hui ! Qu'Allah vous pardonne. C'est Lui Le plus Miséricordieux des miséricordieux.
Almanca:
Er sagte: "Es werden euch heute keine Vorwürfe gemacht. ALLAH möge euch vergeben. Und ER ist Der Allgnädigste aller Gnädigen.
Rusça:
Он сказал: "Сегодня я не стану укорять вас. Да простит вас Аллах, ибо Он - Милосерднейший из милосердных.
Arapça:
قَالَ لَا تَثْرِيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ ۖ يَغْفِرُ اللَّهُ لَكُمْ ۖ وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yusuf dedi: "Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur. Allah, sizi, mağfiretiyle bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir."
Diyanet Vakfı:
(Yusuf) dedi ki: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir."

iẕhebû biḳamîṣî hâẕâ feelḳûhü `alâ vechi ebî ye'ti beṣîrâ. ve'tûnî biehliküm ecme`în.
Türkçe:
"Şu gömleğimi götürün, babamın yüzü üstüne koyun ki, gözü görür hale gelsin. Ve sonra da bütün ailenizle toplanıp bana gelin."
İngilizce:
Go with this my shirt, and cast it over the face of my father: he will come to see (clearly). Then come ye (here) to me together with all your family.
Fransızca:
Emportez ma tunique que voici, et appliquez-la sur le visage de mon père : il recouvrera [aussitôt] la vue. Et amenez-moi toute votre famille".
Almanca:
Nehmt dieses mein Hemd mit, dann legt es auf meines Vaters Gesicht, dann wird er wieder sehen können, und bringt mir eure ganze Familie mit!"
Rusça:
Ступайте с моей рубахой и накиньте ее на лицо моего отца, и тогда он прозреет, а потом привезите ко мне всю свою семью".
Arapça:
اذْهَبُوا بِقَمِيصِي هَٰذَا فَأَلْقُوهُ عَلَىٰ وَجْهِ أَبِي يَأْتِ بَصِيرًا وَأْتُونِي بِأَهْلِكُمْ أَجْمَعِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Alın şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne sürün, gözü açılır. Ve bütün ailenizle toplanıp bana gelin."
Diyanet Vakfı:
"Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin."

velemmâ feṣaleti-l`îru ḳâle ebûhüm innî leecidü rîḥa yûsüfe levlâ en tüfennidûn.
Türkçe:
Kervan oradan ayrılanca, öte yandan babaları şöyle seslendi: "Yemin olsun, ben Yûsuf'un kokusunu duyuyorum! Umarım bana bunaklık isnat etmezsiniz."
İngilizce:
When the caravan left (Egypt), their father said: "I do indeed scent the presence of Joseph: Nay, think me not a dotard."
Fransızca:
- Et dès que la caravane franchit la frontière [de Canaan], leur père dit : "Je décèle, certes, l'odeur de Joseph, même si vous dites que je radote".
Almanca:
Und als die Karawane aufbrach, sagte ihr Vater: "Ich rieche den Duft von Yusuf. Würdet ihr mich der Faselei nicht bezichtigen, (würdet ihr mir glauben)."
Rusça:
Как только караван покинул Египет, их отец сказал: "Воистину, я чувствую запах Йусуфа (Иосифа), если только вы не считаете меня выжившим из ума стариком".
Arapça:
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْعِيرُ قَالَ أَبُوهُمْ إِنِّي لَأَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ ۖ لَوْلَا أَن تُفَنِّدُونِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ne zaman ki, kafile (Mısır'dan) ayrıldı, öteden babaları dedi ki: "Eğer bana bunak demezseniz, doğrusu ben Yusuf'un kokusunu alıyorum."
Diyanet Vakfı:
Kafile (Mısır'dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum! dedi.

ḳâlû tellâhi inneke lefî ḍalâlike-lḳadîm.
Türkçe:
Dediler: "Vallahi, sen hâlâ o eski sapıklığında diretiyorsun!"
İngilizce:
They said: "By Allah! truly thou art in thine old wandering mind."
Fransızca:
Ils lui dirent : "Par Allah te voilà bien dans ton ancien égarement".
Almanca:
Sie sagten: "Bei ALLAH! Gewiß, du bleibst doch bei deinem alten Irrtum."
Rusça:
Они сказали: "Клянемся Аллахом, ты пребываешь в своем старом заблуждении".
Arapça:
قَالُوا تَاللَّهِ إِنَّكَ لَفِي ضَلَالِكَ الْقَدِيمِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Dediler ki: "Vallahi sen hâlâ o eski şaşkınlığındasın."
Diyanet Vakfı:
(Onlar da:) Vallahi sen hala eski şaşkınlığındasın, dediler.

felemmâ en câe-lbeşîru elḳâhü `alâ vechihî fertedde beṣîrâ. ḳâle elem eḳul leküm innî a`lemü mine-llâhi mâ lâ ta`lemûn.
Türkçe:
Müjdeci gelip gömleği yüzünün üstüne bırakınca, gözü derhal görür hale geldi. Yakub: "Ben size demedim mi? Allah'ın izniyle sizin bilmediklerinizi bilirim." diye konuştu.
İngilizce:
Then when the bearer of the good news came, He cast (the shirt) over his face, and he forthwith regained clear sight. He said: "Did I not say to you, 'I know from Allah that which ye know not?'"
Fransızca:
Puis quand arriva le porteur de bonne annonce, il l'appliqua [la tunique] sur le visage de Jacob. Celui-ci recouvra [aussitôt] la vue, et dit : "Ne vous ai-je pas dit que je sais, par Allah, ce que vous ne savez pas ? "
Almanca:
Und als der Freudenbote kam, hat er es (das Hemd) auf sein Gesicht gelegt, so konnte er wieder sehen. Er sagte: "Habe ich euch nicht gesagt, daß ich von ALLAH weiß, was ihr nicht wisst?!"
Rusça:
Когда же прибыл добрый вестник, накинул рубаху на его лицо и тот прозрел, он сказал: "Разве я не говорил вам, что мне известно от Аллаха то, чего вы не знаете?"
Arapça:
فَلَمَّا أَن جَاءَ الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَىٰ وَجْهِهِ فَارْتَدَّ بَصِيرًا ۖ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ مِنَ اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Fakat ne zaman ki, gerçekten müjdeci geldi, gömleği Yakub'un yüzüne koydu, hemen gözü açıldı. "Ben size demedim mi, ben Allah'dan sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi.
Diyanet Vakfı:
Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya'kub) görür oldu. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi! dedi.

ḳâlû yâ ebâne-stagfir lenâ ẕünûbenâ innâ künnâ ḫâṭiîn.
Türkçe:
Oğulları dediler: "Ey babamız! Günahlarımızın affını dile. Gerçekten biz hata işledik."
İngilizce:
They said: "O our father! ask for us forgiveness for our sins, for we were truly at fault."
Fransızca:
- Ils dirent : "ô notre père, implore pour nous la rémission de nos péchés. Nous étions vraiment fautifs".
Almanca:
Sie sagten: "Unser Vater! Bitte für uns um die Vergebung unserer Verfehlungen, denn wir waren gewiß Verfehlende."
Rusça:
Они сказали: "Отец наш! Попроси прощения нашим грехам. Воистину, мы были грешниками".
Arapça:
قَالُوا يَا أَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Dediler ki: "Ey babamız, bizim için Allah'a istiğfar eyle. Biz gerçekten büyük günah işlemiştik."
Diyanet Vakfı:
(Oğulları) dediler ki: Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkarlar idik.

ḳâle sevfe estagfiru leküm rabbî. innehû hüve-lgafûru-rraḥîm.
Türkçe:
Dedi: "Rabbimden sizin için af dileyeceğim. Çok affedicidir O, çok merhametlidir!"
İngilizce:
He said: "Soon will I ask my Lord for forgiveness for you: for he is indeed Oft-Forgiving, Most Merciful."
Fransızca:
- Il dit : "J'implorerai pour vous le pardon de mon Seigneur. Car c'est Lui le Pardonneur, le Très Miséricordieux".
Almanca:
Er sagte: "Ich werde meinen HERRN für euch um Vergebung bitten. Gewiß, ER ist Der Allvergebende, Der Allgnädige."
Rusça:
Он сказал: "Я попрошу моего Господа простить вас, ведь Он - Прощающий, Милосердный".
Arapça:
قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي ۖ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Dedi ki: "Sizin için Rabbimden ilerde bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz o çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Diyanet Vakfı:
(Ya'kub:) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi.

felemmâ deḫalû `alâ yûsüfe âvâ ileyhi ebeveyhi veḳâle-dḫulû miṣra in şâe-llâhü âminîn.
Türkçe:
Nihayet, Yûsuf'un huzuruna vardıklarında Yûsuf, ana-babasına sarılıp kucakladı. Ve şöyle dedi: "Girin Mısır'a, Allah dilerse emniyet ve güven içinde olacaksınız."
İngilizce:
Then when they entered the presence of Joseph, he provided a home for his parents with himself, and said: "Enter ye Egypt (all) in safety if it please Allah."
Fransızca:
Lorsqu'ils s'introduisirent auprès de Joseph, celui-ci accueillit ses père et mère, et leur dit : "Entrez en égypte, en toute sécurité, si Allah le veut ! "
Almanca:
Und als sie bei Yusuf eintraten, nahm er seine Eltern zu sich und sagte: "Tretet in Ägypten ein, so ALLAH will, als Sicherheitsgenießende."
Rusça:
Когда они вошли к Йусуфу (Иосифу), он прижал к себе родителей и сказал: "Входите в Египет без опаски, если этого пожелает Аллах".
Arapça:
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَىٰ يُوسُفَ آوَىٰ إِلَيْهِ أَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ إِن شَاءَ اللَّهُ آمِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ne zaman ki, onlar Yusuf'un yanına vardılar, işte o zaman Yusuf anasını ve babasını kucakladı, yanına aldı ve "Buyurun Allah'ın dilemesiyle güven içinde Mısır'a girin" dedi.
Diyanet Vakfı:
(Hep beraber Mısır'a gidip) Yusufun yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, "Güven içinde Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin!" dedi.

verafe`a ebeveyhi `ale-l`arşi veḫarrû lehû süccedâ. veḳâle yâ ebeti hâẕâ te'vîlü ru'yâye min ḳabl. ḳad ce`alehâ rabbî ḥaḳḳâ. veḳad aḥsene bî iẕ aḫracenî mine-ssicni vecâe biküm mine-lbedvi mim ba`di en nezega-şşeyṭânü beynî vebeyne iḫvetî. inne rabbî leṭîfül limâ yeşâ'. innehû hüve-l`alîmü-lḥakîm.
Türkçe:
Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı. Hepsi, Yûsuf'un önünde secde eder gibi eğildiler. Yûsuf dedi: "Babacığım, işte bu, benim önceden gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. O, bana çok güzel lütuflarda bulundu, şeytan, benimle kardeşlerim arasına yamukluk soktuktan sora, O beni zındandan çıkardı. Sizi de çölden getirdi. Rabbim, dilediği şeyde çok ince lütuflar sergiliyor. Alîm olan O'dur, Hakîm olan O'dur."
İngilizce:
And he raised his parents high on the throne (of dignity), and they fell down in prostration, (all) before him. He said: "O my father! this is the fulfilment of my vision of old! Allah hath made it come true! He was indeed good to me when He took me out of prison and brought you (all here) out of the desert, (even) after Satan had sown enmity between me and my brothers. Verily my Lord understandeth best the mysteries of all that He planneth to do, for verily He is full of knowledge and wisdom.
Fransızca:
Et il éleva ses parents sur le trône, et tous tombèrent devant lui, prosternés Et il dit : "ô mon père, voilà l'interprétation de mon rêve de jadis. Allah l'a bel et bien réalisé... Et Il m'a certainement fait du bien quand Il m'a fait sortir de prison et qu'Il vous a fait venir de la campagne, [du désert], après que le Diable ait suscité la discorde entre mes frères et moi. Mon Seigneur est plein de douceur pour ce qu'Il veut. Et c'est Lui L'Omniscient, le Sage.
Almanca:
Dann erhob er seine Eltern auf den Thron und sie (die Brüder) fielen vor ihm in Sudschud nieder. Er sagte: "Mein Vater! Dies ist die Deutung meines Traumgesichts von vorher, bereits ließ mein HERR es bewahrheiten. Und bereits hat ER mir Gutes erwiesen, als ER mich vom Gefängnis entlassen und euch von der Wüste kommen ließ, nachdem der Satan Zwietracht zwischen mir und meinen Brüdern stiftete. Gewiß, mein HERR ist allgütig dem gegenüber, was ER will. Gewiß, ER ist Der Allwissende, Der Allweise.
Rusça:
Он поднял своих родителей на трон, и они пали ниц перед ним. Он сказал: "Отец мой! Это есть толкование моего давнего сна. Господь мой сделал его явью. Он облагодетельствовал меня, освободив из темницы, и привел вас из пустыни после того, как сатана посеял вражду между мною и моими братьями. Воистину, мой Господь добр, к кому пожелает. Воистину, Он - Знающий, Мудрый.
Arapça:
وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا ۖ وَقَالَ يَا أَبَتِ هَٰذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَايَ مِن قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقًّا ۖ وَقَدْ أَحْسَنَ بِي إِذْ أَخْرَجَنِي مِنَ السِّجْنِ وَجَاءَ بِكُم مِّنَ الْبَدْوِ مِن بَعْدِ أَن نَّزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي ۚ إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاءُ ۚ إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Anasıyla babasını yüksek bir taht üzerine oturttu ve hepsi birden Yusuf için secdeye kapandılar. Bunun üzerine Yusuf dedi ki: "İşte bu durum, o rüyamın çıkmasıdır. Gerçekten Rabbim onu hak rüya kıldı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkarmakla ve sizi çölden getirmekle Rabbim bana hakikaten ihsan buyurdu. Doğrusu Rabbim dilediğine lutfunu ihsan eder. Şüphesiz O, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir."
Diyanet Vakfı:
Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."
Sayfalar
