
ḳul lev entüm temlikûne ḫazâine raḥmeti rabbî iẕel leemsektüm ḫaşyete-l'infâḳ. vekâne-l'insânü ḳatûrâ.
Türkçe:
De ki: "Eğer Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da harcanır-biter korkusuyla cimri davranırdınız." İnsan çok cimridir.
İngilizce:
Say: "If ye had control of the Treasures of the Mercy of my Lord, behold, ye would keep them back, for fear of spending them: for man is (every) niggardly!"
Fransızca:
Dis : "Si c'était vous qui possédiez les trésors de la miséricorde de mon Seigneur; vous lésineriez, certes, de peur de les dépenser. Et l'homme est très avare !
Almanca:
Sag: "Würdet ihr über die Magazine der Gnade meines HERRN verfügen, dann würdet ihr gewiß aus Furcht vor dem Aufgebraucht-Sein knausern." Der Mensch ist doch äußerst geizig.
Rusça:
Скажи: "Если бы вы владели сокровищницами милости моего Господа, то все равно скупились бы из страха обеднеть, ибо человек скуп".
Arapça:
قُل لَّوْ أَنتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَائِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذًا لَّأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْإِنفَاقِ ۚ وَكَانَ الْإِنسَانُ قَتُورًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Ey Muhammed!) De ki: "Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, fakirlik korkusunu yine de elden bırakmazdınız." Doğrusu insan çok cimridir.
Diyanet Vakfı:
De ki: Rabbimin rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsanoğlu da pek eli sıkıdır!

veleḳad âteynâ mûsâ tis`a âyâtim beyyinâtin fes'el benî isrâîle iẕ câehüm feḳâle lehû fir`avnü innî leeżunnüke yâ mûsâ mesḥûrâ.
Türkçe:
Yemin olsun, biz, Mûsa'ya açık-seçik dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor: Hani, Mûsa onlara geldiğinde Firavun ona şöyle demişti: "Ben senin kesinlikle büyülendiğini düşünüyorum, ey Mûsa!"
İngilizce:
To Moses We did give Nine Clear Signs: As the Children of Israel: when he came to them, Pharaoh said to him: "O Moses! I consider thee, indeed, to have been worked upon by sorcery!
Fransızca:
Et certes, Nous donnâmes à Moïse neuf miracle évidents . Demande donc aux Enfants d'Israël, lorsqu'il leur vint et que Pharaon lui dit : "ô Moïse, je pense que tu es ensorcelé".
Almanca:
Und gewiß, bereits ließen WIR Musa neun eindeutige Ayat zuteil werden. So frage die Kinder Israils, als er zu ihnen kam und Pharao dann ihm sagte: "Gewiß, ich denke doch über dich, du Musa! - daß du verzaubert bist."
Rusça:
Мы даровали Мусе (Моисею) девять ясных знамений. Спроси сынов Исраила (Израиля) о том, как Муса (Моисей) пришел к ним, и Фараон сказал ему: "О Муса (Моисей)! Воистину, я полагаю, что ты околдован".
Arapça:
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَىٰ تِسْعَ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ ۖ فَاسْأَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ إِذْ جَاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ إِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا مُوسَىٰ مَسْحُورًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun biz Musa'ya apaçık dokuz mucize verdik. (Ey Peygamber!) İsrailoğullarına sor, Musa kendilerine geldiğinde Firavun ona: "Ey Musa! Ben senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum" demişti.
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz ayet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, "Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!"

ḳâle leḳad `alimte mâ enzele hâülâi illâ rabbü-ssemâvâti vel'arḍi beṣâir. veinnî leeżunnüke yâ fir`avnü meŝbûrâ.
Türkçe:
Mûsa dedi: "Yemin olsun, sen bilmektesin ki, bunları, basîretle görülebilecek ibretler halinde/basîretler olarak o, göklerin ve yerin Rabbinden başkası indirmedi. Vallahi ben seni mahvolmuş görüyorum, ey Firavun!"
İngilizce:
Moses said, "Thou knowest well that these things have been sent down by none but the Lord of the heavens and the earth as eye-opening evidence: and I consider thee indeed, O Pharaoh, to be one doomed to destruction!"
Fransızca:
Il dit : "Tu sais fort bien que ces choses [les miracles], seul le Seigneur des cieux et de la terre les a fait descendre comme autant de preuves illuminantes; et certes, ô Pharaon, je te crois perdu".
Almanca:
Er sagte: "Gewiß, bereits weißt du doch, daß diese (Ayat) kein anderer hinabsandte außer Dem HERRN der Himmel und der Erde als etwas Einblick-Gewährendes. Und gewiß, ich denke doch über dich, du Pharao! - daß du verleitet bist."
Rusça:
Он сказал: "Ты уже знаешь, что не кто иной, а только Господь небес и земли ниспослал их в качестве наглядных знамений. О Фараон! Я полагаю, что тебя постигнет погибель".
Arapça:
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا أَنزَلَ هَٰؤُلَاءِ إِلَّا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ بَصَائِرَ وَإِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Musa dedi ki: "Ey Firavun! Pekâlâ bilirsin ki, bu mucizeleri, birer ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de seni helak olmuş zannediyorum."
Diyanet Vakfı:
(Musa Firavun'a:) "Pek ala biliyorsun ki, dedi, bunları, birer ibret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin hakikaten mahvolduğunu sanıyorum!"

feerâde ey yestefizzehüm mine-l'arḍi feagraḳnâhü vemem me`ahû cemî`â.
Türkçe:
Firavun onları o topraktan sürüp çıkarmak istedi de biz onu ve yanındakilerin tümünü boğduk.
İngilizce:
So he resolved to remove them from the face of the earth: but We did drown him and all who were with him.
Fransızca:
[Pharaon] voulut donc les expulser du pays. Alors Nous les noyâmes tous, lui et ceux qui étaient avec lui.
Almanca:
Dann wollte er sie vom Lande durch Bedrängen vertreiben, dann ertränkten WIR ihn und alle, die mit ihm waren, allesamt.
Rusça:
Фараону захотелось изгнать их с земли, но Мы потопили его и всех, кто был с ним.
Arapça:
فَأَرَادَ أَن يَسْتَفِزَّهُم مِّنَ الْأَرْضِ فَأَغْرَقْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ جَمِيعًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Derken Firavun, Musa'yı ve İsrailoğullarını Mısır'dan sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
Diyanet Vakfı:
Derken, Firavun onları ülkeden çıkarmak istedi. Bu yüzden biz onu ve maiyyetindekilerin hepsini (denizde) boğduk.

veḳulnâ mim ba`dihî libenî isrâîle-skünü-l'arḍa feiẕâ câe va`dü-l'âḫirati ci'nâ biküm lefîfâ.
Türkçe:
Bunun ardından, İsrailoğullarına şöyle dedik: "Şu toprakta oturun. Âhiret vaadi/ikinci vaat gelince, sizi toplayıp bir araya getireceğiz."
İngilizce:
And We said thereafter to the Children of Israel, "Dwell securely in the land (of promise)": but when the second of the warnings came to pass, We gathered you together in a mingled crowd.
Fransızca:
Et après lui, Nous dîmes aux Enfants d'Israël : "Habitez la terre". Puis, lorsque viendra la promesse de la (vie) dernière, Nous vous ferons venir en foule.
Almanca:
UndWIR sagten nach ihm den Kindern Israils: "Bewohnt das Land, und wenn das Versprechen des Letzteren kommt, werden WIR euch in vermischten Scharen bringen."
Rusça:
После этого Мы сказали сынам Исраила (Израиля): "Живите на этой земле. А когда исполнится последнее обещание, Мы соберем вас всех вместе".
Arapça:
وَقُلْنَا مِن بَعْدِهِ لِبَنِي إِسْرَائِيلَ اسْكُنُوا الْأَرْضَ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَفِيفًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Arkasından İsrailoğullarına şöyle dedik: "Firavun"un sizi çıkarmak istediği arazide siz oturun! Sonra ahiret vaadi (kıyamet) geldiği vakit, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz."
Diyanet Vakfı:
Arkasından da İsrailoğullarına: "O topraklarda oturun! Ahiret vadi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz" dedik.

vebilḥaḳḳi enzelnâhü vebilḥaḳḳi nezel. vemâ erselnâke illâ mübeşşirav veneẕîrâ.
Türkçe:
Biz onu hak ile indirdik ve o hak ile indi. Seni de ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
İngilizce:
We sent down the (Qur'an) in Truth, and in Truth has it descended: and We sent thee but to give Glad Tidings and to warn (sinners).
Fransızca:
Et c'est en toute vérité que Nous l'avons fait descendre (le Coran), et avec la vérité il est descendu, et Nous t'avons envoyé qu'en annonciateur et avertisseur.
Almanca:
Und gemäß der Wahrheit sandten WIR ihn hinab und gemäß der Wahrheit kam er herab. Und WIR schickten dich als Gesandten nur als Überbringer froher Botschaft und als Ermahnenden.
Rusça:
Мы ниспослали его (Коран) с истиной, и он сошел с истиной, а тебя Мы послали только добрым вестником и предостерегающим увещевателем.
Arapça:
وَبِالْحَقِّ أَنزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ ۗ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz bu Kur'an'ı hak olarak indirdik, O, bütün hakikatleri içinde toplayarak indi. Ey Peygamber! Biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
Diyanet Vakfı:
Biz Kur'an'ı hak olarak indirdik; o da hakkı getirdi. Seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

veḳur'ânen feraḳnâhü litaḳraehû `ale-nnâsi `alâ mükŝiv venezzelnâhü tenzîlâ.
Türkçe:
Onu, okunacak şeyleri toplayan bir kitap/ bir Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye kısımlara ayırıp ağır ağır indirdik.
İngilizce:
(It is) a Qur'an which We have divided (into parts from time to time), in order that thou mightest recite it to men at intervals: We have revealed it by stages.
Fransızca:
(Nous avons fait descendre) un Coran que Nous avons fragmenté, pour que tu le lises lentement aux gens. Et Nous l'avons fait descendre graduellement.
Almanca:
Und ein Quran, den WIR in Teilen einteilten, damit du ihn den Menschen in Gemächlichkeit rezitierst. Und WIR sandten ihn doch nach und nach hinab.
Rusça:
Мы разделили Коран для того, чтобы ты читал его людям не спеша. Мы ниспослали его частями.
Arapça:
وَقُرْآنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَىٰ مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sana Kur'ân'ı verdik ve onu insanlara sindire sindire okuyasın diye (kısımlara) ayırdık ve biz onu yavaş yavaş indirdik.
Diyanet Vakfı:
Biz onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (ayet ayet, sure sure) ayırdık; ve onu peyderpey indirdik.

ḳul âminû bihî ev lâ tü'minû. inne-lleẕîne ûtü-l`ilme min ḳablihî iẕâ yütlâ `aleyhim yeḫirrûne lil'eẕḳâni süccedâ.
Türkçe:
De ki: "İster inanın ona, ister inanmayın. O, kendilerine daha önce ilim verilmiş olanlara okunduğunda, onlar, çeneleri üstü secdelere kapanıyorlar."
İngilizce:
Say: "Whether ye believe in it or not, it is true that those who were given knowledge beforehand, when it is recited to them, fall down on their faces in humble prostration,
Fransızca:
Dis : "Croyez-y ou n'y croyez pas. Ceux à qui la connaissance a été donnée avant cela, lorsqu'on le leur récite, tombent, prosternés, le menton contre la terre"
Almanca:
Sag: "Bekundet den Iman an ihn oder bekundet keinen Iman, (für Uns ist dies unerheblich)!" Gewiß, diejenigen, denen das Wissen vor ihm zuteil wurde, wenn er ihnen rezitiert wird, fallen auf ihr Angesicht in Sudschud nieder,
Rusça:
Скажи: "Веруйте в него (Коран) или не веруйте! Воистину, когда его читают тем, кому прежде было даровано знание, они падают ниц, касаясь земли своими подбородками.
Arapça:
قُلْ آمِنُوا بِهِ أَوْ لَا تُؤْمِنُوا ۚ إِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مِن قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ سُجَّدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! De ki: İster ona (Kur'ân'a) inanın, ister inanmayın; o daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda onlar, yüzleri üstü secdeye kapanırlar.
Diyanet Vakfı:
De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.

veyeḳûlûne sübḥâne rabbinâ in kâne va`dü rabbinâ lemef`ûlâ.
Türkçe:
Ve diyorlar: "Rabbimizin şanı yücedir, Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir!"
İngilizce:
And they say: 'Glory to our Lord! Truly has the promise of our Lord been fulfilled!'
Fransızca:
et disent : "Gloire à notre Seigneur ! La promesse de notre Seigneur est assurément accomplie".
Almanca:
und sagen: "Gepriesen-erhaben ist unser HERR. Das Versprechen unseres HERRN wird gewiß erfüllt."
Rusça:
Они говорят: "Хвала нашему Господу! Воистину, обещание нашего Господа непременно исполнится".
Arapça:
وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا إِن كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve derler ki: Rabbimizi tenzih ederiz. Şüphesiz ki Rabbimizin vaadi gerçekleşir.
Diyanet Vakfı:
Ve derlerdi ki: Rabbimizi tesbih ederiz. Rabbimizin vadi mutlaka yerine getirilir.

veyeḫirrûne lil'eẕḳâni yebkûne veyezîdühüm ḫuşû`â.
Türkçe:
Ağlayarak çeneleri üstü kapanıyorlar; o onların huşûunu artırıyor.
İngilizce:
They fall down on their faces in tears, and it increases their (earnest) humility.
Fransızca:
Et ils tombent sur leur menton, pleurant, et cela augmente leur humilité .
Almanca:
Und sie fallen auf ihr Angesicht nieder, sie weinen, und er läßt sie noch mehr Ehrfurcht empfinden.
Rusça:
Они падают ниц, касаясь земли подбородками и рыдая. И это приумножает их смирение".
Arapça:
وَيَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا ۩
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar. Hem de bu Kur'ân'ı işitmek onların Allah'a teslimiyetlerini daha da artırır.
Diyanet Vakfı:
Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kur'an okumak) onların saygısını artırır.
Sayfalar
