
veḳâlû len nü'mine leke ḥattâ tefcüra lenâ mine-l'arḍi yembû`â.
Türkçe:
Dediler ki: "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadığın sürece sana asla inanmayacağız!"
İngilizce:
They say: "We shall not believe in thee, until thou cause a spring to gush forth for us from the earth,
Fransızca:
Et ils dirent : "Nous ne croirons pas en toi, jusqu'à ce que tu aies fait jaillir de terre, pour nous, une source;
Almanca:
Und sie sagten: "Wir werden dir keinen Iman schenken, bis du für uns von der Erde 2 eine Quelle entspringen läßt,
Rusça:
Они говорят: "Ни за что мы не уверуем, пока ты не исторгнешь для нас из земли источник;
Arapça:
وَقَالُوا لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّىٰ تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْأَرْضِ يَنبُوعًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kâfirler şöyle dediler: "Sen, bizim için yerden suyu kesilmeyen bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız."
Diyanet Vakfı:
Onlar: "Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız."

ev tekûne leke cennetüm min neḫîliv ve`inebin fetüfeccira-l'enhâra ḫilâlehâ tefcîrâ.
Türkçe:
"Yahut senin, hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın."
İngilizce:
Or (until) thou have a garden of date trees and vines, and cause rivers to gush forth in their midst, carrying abundant water;
Fransızca:
ou que tu aies un jardin de palmiers et de vignes, entre lesquels tu feras jaillir des ruisseaux en abondance;
Almanca:
oder bis du über Dschanna von Dattelpalmen und Rebstöcken verfügst, in der die Flüsse in Strömen sprudeln,
Rusça:
или пока не будет у тебя пальмовой рощи и виноградника, в которых ты проложишь реки;
Arapça:
أَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِّن نَّخِيلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْأَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْجِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Veyahut hurmalıklardan ve üzümlüklerden senin bir bahçen olsun da ortasından şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın.
Diyanet Vakfı:
"Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın."

ev tüsḳiṭa-ssemâe kemâ za`amte `aleynâ kisefen ev te'tiye billâhi velmelâiketi ḳabîlâ.
Türkçe:
"Yahut iddia ettiğin gibi göğü, parçalar halinde üzerimize düşürmelisin, yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza dikmelisin."
İngilizce:
Or thou cause the sky to fall in pieces, as thou sayest (will happen), against us; or thou bring Allah and the angels before (us) face to face:
Fransızca:
ou que tu fasses tomber sur nous, comme tu le prétends, le ciel en morceaux, ou que tu fasses venir Allah et les Anges en face de nous ;
Almanca:
oder du läßt über uns den Himmel, wie du es behauptet hast, in Stücke fallen, oder du bringst ALLAH und die Engel uns gegenüber,
Rusça:
или пока не обрушишь на нас небо кусками, как ты это утверждаешь; или не предстанешь перед нами вместе с Аллахом и ангелами;
Arapça:
أَوْ تُسْقِطَ السَّمَاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفًا أَوْ تَأْتِيَ بِاللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ قَبِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yahut söyleyip zannettiğin gibi, göğü başımıza parça parça düşüresin veya Allah'ı ve melekleri söylediğine şahit getiresin.
Diyanet Vakfı:
"Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin."

ev yekûne leke beytüm min zuḫrufin ev terḳâ fi-ssemâ'. velen nü'mine liruḳiyyike ḥattâ tünezzile `aleynâ kitâben naḳraüh. ḳul sübḥâne rabbî hel küntü illâ beşerar rasûlâ.
Türkçe:
"Yahut altından bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin. Ancak senin göğe çıktığına, okuyacağımız bir kitabı bize indireceğin zamana kadar, asla inanmayız!" De ki: "Rabbimin şanı yücedir. Ben, insan bir resulden başka neyim ki?"
İngilizce:
Or thou have a house adorned with gold, or thou mount a ladder right into the skies. No, we shall not even believe in thy mounting until thou send down to us a book that we could read. Say: "Glory to my Lord! Am I aught but a man,- a messenger?"
Fransızca:
ou que tu aies une maison [garnie] d'ornements; ou que tu sois monté au ciel. Encore ne croirons-nous pas à ta montée au ciel, jusqu'à ce que tu fasses descendre sur nous un Livre que nous puissions lire". Dis[-leur]: "Gloire à mon Seigneur ! Ne suis-je qu'un être humain-Messager ? "
Almanca:
oder du verfügst über ein Haus aus Gold, oder du fliegst in den Himmel, und wir werden keinen Iman an dein Fliegen verinnerlichen, bis du uns eine Schrift zuteil werden läßt, die wir lesen können." Sag: "Gepriesen-erhaben ist mein HERR! Bin ich etwa etwas anderes als ein Mensch, ein Gesandter?!"
Rusça:
или пока у тебя не будет дома из драгоценностей; или пока ты не взойдешь на небо. Но мы не поверим в твое восхождение, пока ты не спустишься с Писанием, которое мы станем читать". Скажи: "Пречист мой Господь! Я же - всего лишь человек и посланник".
Arapça:
أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِّن زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَىٰ فِي السَّمَاءِ وَلَن نُّؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتَّىٰ تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَّقْرَؤُهُ ۗ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي هَلْ كُنتُ إِلَّا بَشَرًا رَّسُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yahut altından bir evin olsun, ya da göğe çıkmalısın. Ona çıktığına da asla inanmayız. Ta ki bize, okuyacağımız bir kitap indiresin. De ki: "Rabbimi tenzih ederim. Nihayet ben de, peygamber olan bir insandan başka bir şey değilim."
Diyanet Vakfı:
"Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız." De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.

vemâ mene`a-nnâse ey yü'minû iẕ câehümü-lhüdâ illâ en ḳâlû ebe`aŝe-llâhü beşerar rasûlâ.
Türkçe:
Kendilerine hak kılavuzcusu geldiğinde, insanların iman etmelerine, şöyle demelerinden başka bir şey engel olmadı: "Allah, bir insan mı resul gönderdi?"
İngilizce:
What kept men back from belief when Guidance came to them, was nothing but this: they said, "Has Allah sent a man (like us) to be (His) Messenger?"
Fransızca:
Et rien n'empêcha les gens de croire, quand le guide leur est parvenu, si ce n'est qu'ils disaient : "Allah envoie-t-Il un être humain-Messager ? "
Almanca:
Und nichts hinderte die Menschen daran, den Iman zu verinnerlichen, als zu ihnen die Rechtleitung kam, außer daß sie sagten: "Schickte ALLAH etwa einen Menschen als Gesandten?"
Rusça:
Людям помешало уверовать после того, как к ним явилось верное руководство, только то, что они сказали: "Неужели Аллах отправил посланником человека?"
Arapça:
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ إِلَّا أَن قَالُوا أَبَعَثَ اللَّهُ بَشَرًا رَّسُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber gelince, insanların iman etmelerine engel olan sebep sadece: "Allah bir insanı mı Peygamber gönderdi?" demeleridir.
Diyanet Vakfı:
Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların (buna) inanmalarını sırf, "Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri engellemiştir.

ḳul lev kâne fi-l'arḍi melâiketüy yemşûne muṭmeinnîne lenezzelnâ `aleyhim mine-ssemâi meleker rasûlâ.
Türkçe:
De ki: "Eğer yeryüzünde doygunluğa ulaşmış melekler dolaşır olsaydı, elbette gökten onlara bir melek-resul gönderirdik."
İngilizce:
Say, "If there were settled, on earth, angels walking about in peace and quiet, We should certainly have sent them down from the heavens an angel for a messenger."
Fransızca:
Dis : "S'il y avait sur terre des Anges marchant tranquillement, Nous aurions certes fait descendre sur eux du ciel un Ange-Messager".
Almanca:
Sag: "Wären auf der Erde Engel, die darauf sicher gehen würden, hätten WIR ihnen vom Himmel gewiß einen Engel als Gesandten herabgesandt."
Rusça:
Скажи: "Если бы по земле спокойно ходили ангелы, то Мы отправили бы к ним посланником с неба ангела".
Arapça:
قُل لَّوْ كَانَ فِي الْأَرْضِ مَلَائِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِم مِّنَ السَّمَاءِ مَلَكًا رَّسُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Ey Muhammed! Mekkelilere) şöyle de: "Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette onlara gökten peygamber olarak bir melek indirirdik."
Diyanet Vakfı:
Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.

ḳul kefâ billâhi şehîdem beynî vebeyneküm. innehû kâne bi`ibâdihî ḫabîram beṣîrâ.
Türkçe:
De ki: "Benimle sizin aranızda tanık olarak Allah yeter. O, kullarından haberdardır, onları görmektedir."
İngilizce:
Say: "Enough is Allah for a witness between me and you: for He is well acquainted with His servants, and He sees (all things).
Fransızca:
Dis : "Allah suffit comme témoin entre vous et moi". Il est, sur Ses serviteurs, Parfaitement Connaisseur et Clairvoyant.
Almanca:
Sag: "ALLAH genügt als Zeuge zwischen mir und euch! Gewiß, ER ist über Seine Diener allkundig, allsehend."
Rusça:
Скажи: "Довольно того, что Аллах является Свидетелем между мною и вами. Воистину, Он знает и видит Своих рабов".
Arapça:
قُلْ كَفَىٰ بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ ۚ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarının yaptığından haberdardır, yaptıklarını çok iyi görendir."
Diyanet Vakfı:
De ki: Benimle sizin aranızda gerçek şahit olarak Allah kafidir. Zira O, kullarını hakikaten bilip görmektedir.

vemey yehdi-llâhü fehüve-lmühted. vemey yuḍlil felen tecide lehüm evliyâe min dûnih. venaḥşüruhüm yevme-lḳiyâmeti `alâ vucûhihim `umyev vebükmev veṣummâ. me'vâhüm cehennem. küllemâ ḫabet zidnâhüm se`îrâ.
Türkçe:
Allah kime hidayet verirse doğru olan yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, böyleleri için O'nun dışında dostlar bulamazsın. Kıyamet günü böylelerini kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzleri üstüne sürerek haşrederiz. Varacakları yer cehennemdir ki, alevi dindikçe kızgın ateşini körükleyiveririz.
İngilizce:
It is he whom Allah guides, that is on true Guidance; but he whom He leaves astray - for such wilt thou find no protector besides Him. On the Day of Judgment We shall gather, them together, prone on their faces, blind, dumb, and deaf: their abode will be Hell: every time it shows abatement, We shall increase from them the fierceness of the Fire.
Fransızca:
Celui qu'Allah guide, c'est lui le bien-guidé et ceux qu'il égare... tu ne leur trouveras jamais d'alliés en dehors de Lui et au Jour de la Résurrection, Nous les rassemblons traînés sur leur visages, aveugles, muets et sourds. L'Enfer sera leur demeure : chaque fois que son feu s'affaiblit, Nous leur accroîtrons la flamme ardente.
Almanca:
Und wen ALLAH rechtleitet, ist zweifellos der Rechtgeleitete, und wen ER abirren läßt, für die findest du gewiß keine Wali anstelle von Ihm! Und WIR werden sie am Tag der Auferstehung auf ihren Gesichtern versammeln - blind, stumm und taub. Ihre Unterkunft ist Dschahannam. Immer wieder wenn es verglimmt, fügen WIR ihnen mehr Flammen hinzu.
Rusça:
Тот, кого Аллах ведет прямым путем, следует прямым путем. А для того, кого Аллах вводит в заблуждение, ты не найдешь покровителей вместо Него. В День воскресения Мы соберем их лежащими ничком, слепыми, немыми, глухими. Их пристанищем будет Геенна. Как только она утихает, Мы добавляем им пламени.
Arapça:
وَمَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ ۖ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُمْ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِهِ ۖ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّا ۖ مَّأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ ۖ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَعِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah kime hidayet verirse, o doğru yoldadır. Kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık bunlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı bulamazsın. Ve biz, o kâfirleri kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları halde, yüzleri üstü sürünerek haşredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir; ateşi dindikçe onun ateşini artırırız.
Diyanet Vakfı:
Allah kime hidayet verirse, işte doğru yolu bulan odur; kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık onlara, Allah'tan başka dostlar bulamazsın. Kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz. Onların varacağı ve kalacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini artırırız.

ẕâlike cezâühüm biennehüm keferû biâyâtinâ veḳâlû eiẕâ künnâ `iżâmev verufâten einnâ lemeb`ûŝûne ḫalḳan cedîdâ.
Türkçe:
Cezaları işte budur. Çünkü ayetlerimizi inkâr ettiler ve şöyle dediler: "Biz, bir kemik yığını olduktan, un-ufak hale geldikten sonra mı, sahi bundan sonra mı, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?"
İngilizce:
That is their recompense, because they rejected Our signs, and said, "When we are reduced to bones and broken dust, should we really be raised up (to be) a new Creation?"
Fransızca:
Telle sera leur sanction parce qu'ils ne croient pas en Nos preuves et disent : "Quand nous serons ossements et poussière, serons-nous ressuscités en une nouvelle création ? "
Almanca:
Dies ist die ihnen bestimmte Vergeltung, weil sie gewiß Kufr Unseren Ayat gegenüber betrieben und sagten: "Nachdem wir zu Knochen und Staub geworden sind, werden wir etwa sicher als neue Schöpfung erweckt?"
Rusça:
Таково возмездие им за то, что они не уверовали в Наши знамения и говорили: "Неужели после того, как мы превратимся в прах и частички, мы будем воскрешены в новом творении?"
Arapça:
ذَٰلِكَ جَزَاؤُهُم بِأَنَّهُمْ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا وَقَالُوا أَإِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bu onların cezasıdır! Çünkü onlar, âyetlerimizi inkâr etmişler ve: "Sahi bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, yeni bir yaratılışla diriltilmiş olacağız?" demişlerdir.
Diyanet Vakfı:
Cezaları işte budur! Çünkü onlar, ayetlerimizi inkar etmişler ve: "Sahi bizler, bir kemik yığını ve kokuşmuş toprak olduktan sonra yeni bir yaratılışla diriltilmiş mi olacağız?" demişlerdir.

evelem yerav enne-llâhe-lleẕî ḫaleḳa-ssemâvâti vel'arḍa ḳâdirun `alâ ey yaḫlüḳa miŝlehüm vece`ale lehüm ecelel lâ raybe fîh. feebe-żżâlimûne illâ küfûrâ.
Türkçe:
Görmediler mi ki, o, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerlerini yaratmaya da Kaadir'dir. Onlar için bir süre belirlemiştir, bunda kuşku yok. Ama zalimler, inkârdan başka bir şeyde direnmiyorlar.
İngilizce:
See they not that Allah, Who created the heavens and the earth, has power to create the like of them (anew)? Only He has decreed a term appointed, of which there is no doubt. But the unjust refuse (to receive it) except with ingratitude.
Fransızca:
N'ont-ils pas vu qu'Allah qui a créé les cieux et la terre est capable de créer leur pareils ? Il leur a fixé un terme, sur lequel il n'y a aucun doute, mais les injustes s'obstinent dans leur mécréance.
Almanca:
Haben sie etwa nicht gesehen, daß ALLAH, Der die Himmel und die Erde erschuf, im Stande ist, ihresgleichen zu schaffen?! Und ER setzte für sie eine Frist, über die es keinen Zweifel gibt. Doch die Unrecht-Begehenden lehnten alles außer dem äußersten Kufr ab.
Rusça:
Неужели они не видят, что Аллах, Который сотворил небеса и землю, может сотворить подобных им? Он установил для них срок, в котором нет сомнения, но беззаконники отвергают все, кроме неверия.
Arapça:
۞ أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ قَادِرٌ عَلَىٰ أَن يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ أَجَلًا لَّا رَيْبَ فِيهِ فَأَبَى الظَّالِمُونَ إِلَّا كُفُورًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, kendilerinin aynı olan insanları yaratmaya da kadir olduğunu görüp bilmediler mi? Allah onlar için şüphe edilmeyen bir vâde takdir etmiştir. Fakat zalimler, inkârlarında yine de ısrar ederler.
Diyanet Vakfı:
Düşünmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya da kadirdir! Allah, onlar için bir vade takdir etti. Bunda şüphe yoktur. Ama zalimler, inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
Sayfalar
