İngilizce:
Fransızca:
Almanca:
Rusça:
Arapça:
İngilizce:
Fransızca:
Almanca:
Rusça:
Arapça:
İngilizce:
Fransızca:
Almanca:
Rusça:
Arapça:
İngilizce:
Fransızca:
Almanca:
Rusça:
Arapça:
İngilizce:
Fransızca:
Almanca:
Rusça:
Arapça:

ileyhi yüraddü `ilmü-ssâ`ah. vemâ taḫrucü min ŝemerâtim min ekmâmihâ vemâ taḥmilü min ünŝâ velâ teḍa`u illâ bi`ilmih. veyevme yünâdîhim eyne şürakâî ḳâlû âẕennâke mâ minnâ min şehîd.
Türkçe:
Kıyamet saatine ilişkin bilgi, Allah'a bırakılır. O'nun ilmi dışında ne meyveler kabuğundan çıkar ne de bir dişi gebe kalır veya doğurur. "Ortaklarım nerede?" diye seslendiği gün, şöyle diyeceklerdir: "Bizden hiçbir tanık olmadığını sana arz ederiz."
İngilizce:
To Him is referred the Knowledge of the Hour (of Judgment: He knows all): No date-fruit comes out of its sheath, nor does a female conceive (within her womb) nor bring forth the Day that (Allah) will propound to them the (question), "Where are the partners (ye attributed to Me?" They will say, "We do assure thee not one of us can bear witness!"
Fransızca:
A Lui revient la connaissance de l'Heure. Aucun fruit ne sort de son enveloppe, aucune femelle ne conçoit ni ne met bas sans qu'Il n'en ait connaissance. Et le jour où Il les appellera : "Où sont Mes associés ? ", ils diront : "Nous Te déclarons qu'il n'y a point de témoin parmi nous" !
Almanca:
Auf Ihn wird hinsichtlich des Wissens über die Stunde verwiesen. Und nicht brechen von den Früchten aus ihren Blütenkelchen hervor und nicht wird eine Weibliche schwanger und nicht entbindet sie außer mit Seinem Wissen! Und an dem Tag, wenn ER sie ruft: "Wo sind Meine (angeblichen) Partner?!" Sagen sie: "Wir teilten Dir mit, keiner von uns ist Zeuge."
Rusça:
К Нему восходит знание о Часе. Не вырастет ни один плод из завязи, не понесет и не родит ни одна самка без Его ведома. В тот день, когда Он воззовет к ним: "Где же Мои сотоварищи?" - они скажут: "Мы дали тебе знать, что никто из нас не станет свидетельствовать".
Arapça:
۞ إِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِ ۚ وَمَا تَخْرُجُ مِن ثَمَرَاتٍ مِّنْ أَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَىٰ وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ ۚ وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ أَيْنَ شُرَكَائِي قَالُوا آذَنَّاكَ مَا مِنَّا مِن شَهِيدٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kıyamet zamanını bilmek ancak Allah'a havale edilir. Onun bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara: "Bana koştuğunuz ortaklarım nerede?" diye seslendiği gün, onlar: "Senin ortağın olduğuna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arz ederiz." derler.
Diyanet Vakfı:
Kıyamet gününün bilgisi, O'na havale edilir. O'nun bilgisi dışında hiçbir meyve (çekirdeği) kabuğunu yarıp çıkamaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara: Ortaklarım nerede! diye seslendiği gün: Buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arzederiz, derler.

veḍalle `anhüm mâ kânû yed`ûne min ḳablü veżannû mâ lehüm mim meḥîṣ.
Türkçe:
Daha önce yakarıp durdukları, onlardan uzaklaşıp kaybolmuştur. Kaçacak hiçbir yerleri olmadığını anlamışlardır.
İngilizce:
The (deities) they used to invoke aforetime will leave them in the lurch, and they will perceive that they have no way of escape.
Fransızca:
Et ce qu'auparavant ils invoquaient les délaissera; et ils réaliseront qu'ils n'ont point d'échappatoire.
Almanca:
Und ihnen ist abhanden gegangen, woran sie vorher Bittgebete zu richten pflegten. Und sie glaubten, daß es für sie kein Entrinnen mehr gibt.
Rusça:
Те, к кому они взывали прежде, покинут их, и они обретут уверенность в том, что не смогут сбежать.
Arapça:
وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَدْعُونَ مِن قَبْلُ ۖ وَظَنُّوا مَا لَهُم مِّن مَّحِيصٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Önceden tapmakta oldukları şeyler, kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur. Onlar da kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır.
Diyanet Vakfı:
Böylece önceden yalvarıp durdukları onlardan uzaklaşmıştır. Kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır.

lâ yes'emü-l'insânü min dü`âi-lḫayr. veim messehü-şşerru feyeûsün ḳanûṭ.
Türkçe:
İnsan, hayır istemekten/hayır için dua etmekten bıkıp usanmaz. Kendisine bir şer dokunmaya görsün; hemen ümidini keser, yıkılır.
İngilizce:
Man does not weary of asking for good (things), but if ill touches him, he gives up all hope (and) is lost in despair.
Fransızca:
L'homme ne se lasse pas d'implorer le bien. Si le mal le touche, le voilà désespéré, désemparé.
Almanca:
Dem Menschen wird es nicht langweilig, um das Gute zu bitten, und wenn ihn Böses trifft, so ist er hoffnungslos, verzweifelt.
Rusça:
Человеку не наскучивает молить о добре, но если его коснется вред, то он отчаивается и теряет надежду.
Arapça:
لَّا يَسْأَمُ الْإِنسَانُ مِن دُعَاءِ الْخَيْرِ وَإِن مَّسَّهُ الشَّرُّ فَيَئُوسٌ قَنُوطٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnsan hayır istemekten usanmaz, fakat kendisine bir kötülük dokununca üzülür ve ümitsizliğe düşer.
Diyanet Vakfı:
İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir.

velein eẕaḳnâhü raḥmetem minnâ mim ba`di ḍarrâe messethü leyeḳûlenne hâẕâ lî vemâ eżunnü-ssâ`ate ḳâimetev veleir ruci`tü ilâ rabbî inne lî `indehû lelḥusnâ. felenünebbienne-lleẕîne keferû bimâ `amilû. velenüẕîḳannehüm min `aẕâbin galîż.
Türkçe:
Eğer kendisine dokunan bir zorluktan/zarardan sonra bizden bir rahmet tattırsak, yemin olsun, şöyle diyecektir: "Bu benim hakkım! Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülmüş olsam da şüphesiz, O'nun katında benim için şaşmaz güzellikler vardır." Yemin olsun, biz o nankörlük edenlere, yapıp ettiklerini haber vereceğiz. Yemin olsun, o çetin azabı onlara tattıracağız!
İngilizce:
When we give him a taste of some Mercy from Ourselves, after some adversity has touched him, he is sure to say, "This is due to my (merit): I think not that the Hour (of Judgment) will (ever) be established; but if I am brought back to my Lord, I have (much) good (stored) in His sight!" But We will show the Unbelievers the truth of all that they did, and We shall give them the taste of a severe Penalty.
Fransızca:
Et si nous lui faisons goûter une miséricorde de Notre part, après qu'une détresse l'ait touché, il dit certainement : "Cela m'est dû ! Et je ne pense pas que l'Heure se lèvera [un jour]. Et si je suis ramené vers mon Seigneur, je trouverai, près de Lui, la plus belle part". Nous informerons ceux qui ont mécru de ce qu'ils ont fait et Nous leur ferons sûrement goûter à un dur châtiment.
Almanca:
Und wenn WIRihn Gnade von Uns erfahren lassen nach einem Unglück, das ihnen zustieß, wird er sicher sagen: "Dies ist mir! Und ich denke nicht, daß die Stunde anbrechen wird. Und würde ich zu meinem HERRN zurückgebracht, so würde für mich bei Ihm sicher das Schöne bestimmt sein." Gewiß, WIR werden denjenigen, die Kufr betrieben haben, Mitteilung über das machen, was sie taten. Und WIR werden sie doch von einer überharten Peinigung kosten lassen.
Rusça:
Если Мы дадим ему вкусить милость от Нас после того, как его коснется несчастье, то он непременно скажет: "Вот это - для меня, и я не думаю, что настанет Час. Если же я буду возвращен к моему Господу, то у Него для меня обязательно будет уготовано наилучшее". Мы непременно поведаем неверующим о том, что они совершили, и дадим им вкусить жестокие мучения.
Arapça:
وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِّنَّا مِن بَعْدِ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هَٰذَا لِي وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّجِعْتُ إِلَىٰ رَبِّي إِنَّ لِي عِندَهُ لَلْحُسْنَىٰ ۚ فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُوا وَلَنُذِيقَنَّهُم مِّنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki kendisine dokunan bir zarardan sonra, biz ona tarafımızdan bir rahmet tattırsak, O: "Bu benim hakkımdır, kıyametin kopacağını da sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile mutlaka O'nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır" der. Biz o inkâr edenlere yaptıkları şeyleri mutlaka haber vereceğiz ve onlara ağır bir azap tattıracağız.
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki, kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona bir rahmet tattırırsak: Bu, benim hakkımdır, kıyametin kopacağını sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile muhakkak O'nun katında benim için daha güzel şeyler vardır, der. Biz, inkar edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve muhakkak onlara ağır azaptan tattıracağız.

veiẕâ en`amnâ `ale-l'insâni a`raḍa veneâ bicânibih. veiẕâ messehü-şşerru feẕû dü`âin `arîḍ.
Türkçe:
İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir, yan yatar. Kendisine şer dokununca, hemen duaya koyulur.
İngilizce:
When We bestow favours on man, he turns away, and gets himself remote on his side (instead of coming to Us); and when evil seizes him, (he comes) full of prolonged prayer!
Fransızca:
Quand Nous comblons de bienfaits l'homme, il s'esquive et s'éloigne. Et quand un malheur le touche, il se livre alors à une longue prière.
Almanca:
Und wenn WIR dem Menschen eineWohltat gewährt haben, wendet er sich ab und weicht zur Seite. Und wenn ihn das Unheil trifft, so macht er ein intensives Bittgebet.
Rusça:
Если Мы одаряем человека благами, он отворачивается и удаляется (или превозносится). Если же его касается зло, он начинает произносить пространные молитвы.
Arapça:
وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنسَانِ أَعْرَضَ وَنَأَىٰ بِجَانِبِهِ وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَاءٍ عَرِيضٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz insana bir nimet verdiğimiz zaman o yüz çevirir, yan çizer. Ona bir kötülük dokunduğu zaman da uzun uzun yalvarır.
Diyanet Vakfı:
İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur.
Sayfalar
