
iẕ `uriḍa `aleyhi bil`aşiyyi-ṣṣâfinâtü-lciyâd.
Türkçe:
Akşam üstü kendisine, üç ayak üzerine basıp bir ayağını tırnak üstüne diken saf kan koşu atları sunulmuştu.
İngilizce:
Behold, there were brought before him, at eventide coursers of the highest breeding, and swift of foot;
Fransızca:
Quand un après-midi, on lui présenta de magnifiques chevaux de course,
Almanca:
Als ihm abends die reinrassigen Araberpferde vorgeführt wurden,
Rusça:
Однажды после полудня ему показали коней, бьющих копытами, быстроногих (или породистых).
Arapça:
إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hani kendisine bir zaman akşam üstü iyi cins ve rahvan atlar gösterilmişti.
Diyanet Vakfı:
Akşama doğru kendisine, üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu.

feḳâle innî aḥbebtü ḥubbe-lḫayri `an ẕikri rabbî. ḥattâ tevârat bilḥicâb.
Türkçe:
Dedi: "Servet sevgisini, Rabbimi anmak için benimsedim." Nihayet Güneş perde ardına çekildi.
İngilizce:
And he said, "Truly do I love the love of good, with a view to the glory of my Lord,"- until (the sun) was hidden in the veil (of night):
Fransızca:
il dit : "Oui, je me suis complu à aimer les biens (de ce monde) au point [d'oublier] le rappel de mon Seigneur jusqu'à ce que [le soleil] se soit caché derrière son voile.
Almanca:
so sagte er: "Gewiß, ich liebte die Neigung zum Guten nach dem Gedenken meines HERRN, bis sie (die Pferde) sich hinter dem Sichtschutz verbargen.
Rusça:
Он сказал: "Я продолжал отдавать предпочтение любви к добру перед поминанием моего Господа, пока оно (солнце) не скрылось за преградой.
Arapça:
فَقَالَ إِنِّي أَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَن ذِكْرِ رَبِّي حَتَّىٰ تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ben, dedi, at sevgisini, Rabbimi anmaktan ötürü tercih ettim. Nihayet atlar perdenin arkasına gizlendi.
Diyanet Vakfı:
Süleyman: Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi. Nihayet güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.

ruddûhâ `aleyy. feṭafiḳa mesḥam bissûḳi vel'a`nâḳ.
Türkçe:
"Geri getirin bana onları!" dedi. Bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı.
İngilizce:
Bring them back to me. then began he to pass his hand over (their) legs and their necks.
Fransızca:
Ramenez-les moi." Alors il se mit à leur couper les pattes et les cous .
Almanca:
"Bringt sie mir zurück!" Dann begann er sie über die Beine und die Hälse zu streicheln.
Rusça:
Верните их ко мне!" А затем он стал рубить им голени и шеи.
Arapça:
رُدُّوهَا عَلَيَّ ۖ فَطَفِقَ مَسْحًا بِالسُّوقِ وَالْأَعْنَاقِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Geri getirin onları bana! dedi ve artık onların bacaklarını, boyunlarını silmeye başladı.
Diyanet Vakfı:
Süleyman: Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi. Nihayet güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.

veleḳad fetennâ süleymâne veelḳaynâ `alâ kürsiyyihî ceseden ŝümme enâb.
Türkçe:
Yemin olsun ki biz, Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstüne bir ceset bıraktık da o, tövbe ile Allah'a yöneldi.
İngilizce:
And We did try Solomon: We placed on his throne a body (without life); but he did turn (to Us in true devotion):
Fransızca:
Et Nous avions certes éprouvé Salomon en plaçant sur son siège un corps . Ensuite, il se repentit.
Almanca:
Und gewiß, bereits unterzogen WIR Sulaiman einer Fitna und ließen auf seinem Thron einen Körper, dann bereute er.
Rusça:
Мы подвергли Сулеймана (Соломона) искушению и бросили на его трон тело (уродливое тело ребенка или дьявола), после чего он раскаялся (или вернулся к власти).
Arapça:
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَىٰ كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki Süleyman'ı imtihan da ettik ve tahtının üzerine bir ceset bıraktık. Sonra tekrar tevbe ile önceki haline döndü.
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü.

ḳâle rabbi-gfir lî veheb lî mülkel lâ yembegî lieḥadim mim ba`dî. inneke ente-lvehhâb.
Türkçe:
Şöyle yakardı: "Rabbim, affet beni! Benden sonra kimseye yaraşmayacak bir mülk/saltanat ver bana! Kuşkusuz sensin, evet sensin Vahhâb!
İngilizce:
He said, "O my Lord! Forgive me, and grant me a kingdom which, (it may be), suits not another after me: for Thou art the Grantor of Bounties (without measure).
Fransızca:
Il dit : "Seigneur, pardonne-moi et fais-moi don d'un royaume tel que nul après moi n'aura de pareil. C'est Toi le grand Dispensateur".
Almanca:
Er sagte: "Mein HERR! Vergib mir und schenke mir eine Herrschaft, die niemandem nach mir möglich wird. Gewiß, DU bist Der reichlich Schenkende."
Rusça:
Он сказал: "Господи! Прости меня и даруй мне такую власть, которая не будет полагаться никому после меня. Воистину, Ты - Дарующий".
Arapça:
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَّا يَنبَغِي لِأَحَدٍ مِّن بَعْدِي ۖ إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Süleyman: "Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki, ardımdan hiç kimseye yaraşmasın. Şüphesiz, bütün dilekleri veren sensin." dedi.
Diyanet Vakfı:
Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.

feseḫḫarnâ lehü-rrîḥa tecrî biemrih ruḫâen ḥayŝü eṣâb.
Türkçe:
Bunun üzerine, rüzgârı onun emrine verdik; onun emriyle onun istediği yere uysal uysal/tatlı tatlı akıp giderdi.
İngilizce:
Then We subjected the wind to his power, to flow gently to his order, Whithersoever he willed,-
Fransızca:
Nous lui assujettîmes alors le vent qui, par son ordre, soufflait modérément partout où il voulait.
Almanca:
Dann machten WIR ihm den Wind gratis fügbar - er wehte nach seiner Anweisung sanft, wohin er wollte -
Rusça:
Тогда Мы подчинили ему ветер, который нежно дул по его велению, куда бы он ни пожелал,
Arapça:
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunun üzerine biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.
Diyanet Vakfı:
Bunun üzerine biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.

veşşeyâṭîne külle bennâiv vegavvâṣ.
Türkçe:
Şeytanları da onun emrine verdik. Hepsi bina ustası ve dalgıçtı.
İngilizce:
As also the evil ones, (including) every kind of builder and diver,-
Fransızca:
De même que les diables, bâtisseurs et plongeurs de toutes sortes.
Almanca:
sowie die Satane - jeden Bauenden und Tauchenden,
Rusça:
а также дьяволов - всяких строителей, ныряльщиков
Arapça:
وَالشَّيَاطِينَ كُلَّ بَنَّاءٍ وَغَوَّاصٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Dalgıç ve yapı ustası şeytanları da.
Diyanet Vakfı:
Dalgıç ve yapı ustası şeytanları da.

veâḫarîne müḳarranîne fi-l'aṣfâd.
Türkçe:
Ve demirlerle birbirine bağlı diğerlerini...
İngilizce:
As also others bound together in fetters.
Fransızca:
Et d'autres encore, accouplés dans des chaînes.
Almanca:
sowie andere, die in Ketten gefesselt sind.
Rusça:
и прочих, связанных оковами.
Arapça:
وَآخَرِينَ مُقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve daha diğerlerini de zincirlerde bağlı olarak (Onun emrine verdik).
Diyanet Vakfı:
Ve daha diğerlerini de zincirlerde bağlı olarak (Onun emrine verdik.)

hâẕâ `aṭâünâ femnün ev emsik bigayri ḥisâb.
Türkçe:
Bu, bizim lütfumuzdur; ister ver, ister elinde tut. Hesap yok...
İngilizce:
Such are Our Bounties: whether thou bestow them (on others) or withhold them, no account will be asked.
Fransızca:
"Voilà Notre don; distribue-le ou retiens-le sans avoir à en rendre compte".
Almanca:
"Dies ist Unsere Gabe - also erweise Gaben oder halte zurück - ohne Rechnen.
Rusça:
Это - Наш дар. Оказывай милость или удерживай - расчета не будет.
Arapça:
هَٰذَا عَطَاؤُنَا فَامْنُنْ أَوْ أَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte bu, bizim ihsanımızdır. Artık sen dilersen başkalarına ver veya verme. Bundan hesaba çekilmeyeceksin dedik.
Diyanet Vakfı:
"İşte bu bizim bağışımızdır. İster ver, ister (elinde) tut; hesapsızdır" dedik.

veinne lehû `indenâ lezülfâ veḥusne meâb.
Türkçe:
Ve gerçeken, katımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir geleceği vardı.
İngilizce:
And he enjoyed, indeed, a Near Approach to Us, and a beautiful Place of (Final) Return.
Fransızca:
Et il a une place rapprochée de Nous et un beau refuge.
Almanca:
Und gewiß, für ihn gibt es bei Uns doch nähere Stellung und schöne Rückkehr.
Rusça:
Воистину, он приближен к Нам, и ему уготовано прекрасное место возвращения.
Arapça:
وَإِنَّ لَهُ عِندَنَا لَزُلْفَىٰ وَحُسْنَ مَآبٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şüphesiz ki ona huzurumuzda bir yakınlık ve güzel bir makam vardır.
Diyanet Vakfı:
Doğrusu onun, bizim katımızda büyük bir değeri ve güzel bir yeri vardır.
Sayfalar
