Sayfa 431

velâ tenfe`u-şşefâ`atü `indehû illâ limen eẕine leh. ḥattâ iẕâ füzzi`a `an ḳulûbihim ḳâlû mâẕâ ḳâle rabbüküm. ḳâlü-lḥaḳḳ. vehüve-l`aliyyü-lkebîr.

Türkçe:
O'nun katında, bizzat kendisinin izin verdiği kimseden başkasının şefaatı/kendisinin izin verdiği kimseden başkası için şefaat yarar sağlamaz. Sonunda, kalplerinden korku giderilince: "Rabbimiz ne dedi?" derler. "Hakkı söyledi, O'dur Aliyy, O'dur Kebîr."
İngilizce:
No intercession can avail in His Presence, except for those for whom He has granted permission. So far (is this the case) that, when terror is removed from their hearts (at the Day of Judgment, then) will they say, 'what is it that your Lord commanded?' they will say, 'That which is true and just; and He is the Most High Most Great'.
Fransızca:
L'intercession auprès de Lui ne profite qu'à celui qui en faveur duquel Il la permet. Quand ensuite la frayeur se sera éloignée de leurs coeurs, ils diront : "Qu'a dit votre Seigneur ? " Ils répondront : "La Vérité; C'est Lui le Sublime, le Grand".
Almanca:
Die Fürbitte nützt bei Ihm nicht, es sei denn, von dem, dem ER Erlaubnis dazu gewährt. Dann nachdem von ihren Herzen der Schrecken weggenommen worden war, sagten sie: "Was sagte denn euer HERR?" Sie sagten: "Die Wahrheit!" Und ER ist Der Allhöchste, Der Allgrößte.
Rusça:
Ничье заступничество перед Ним не принесет пользы, кроме тех, кому будет дозволено. Когда же страх покинет их (многобожников или ангелов) сердца, они скажут: "Что сказал ваш Господь?" Они скажут: "Истину, ведь Он - Возвышенный, Великий".
Arapça:
وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ ۚ حَتَّىٰ إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ ۖ قَالُوا الْحَقَّ ۖ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'ın huzurunda şefaat da fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna. Nihayet kalblerinden dehşet giderildiği zaman "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. (Şefaat sahipleri de): "Hakkı söyledi" derler. O, her şeyden yüksek ve büyüktür.
Diyanet Vakfı:
Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür.

ḳul mey yerzüḳuküm mine-ssemâvâti vel'arḍ. ḳuli-llâhü veinnâ ev iyyâküm le`alâ hüden ev fî ḍalâlim mübîn.

Türkçe:
De ki: "Göklerden ve yerden sizi kim rızıklandırıyor?" De ki: "Allah! O halde biz yahut siz ya tam hidayet üzerindeyiz yahut açık bir sapıklık içinde."
İngilizce:
Say: "Who gives you sustenance, from the heavens and the earth?" Say: "It is Allah; and certain it is that either we or ye are on right guidance or in manifest error!"
Fransızca:
Dis : "Qui vous nourrit du ciel et de la terre ? " Dis : "Allah. C'est nous ou bien vous qui sommes sur une bonne voie, ou dans un égarement manifeste".
Almanca:
Sag: "Wer gewährt euch Rizq von den Himmeln und der Erde?" Sag: "ALLAH! Und gewiß, wir sind oder ihr seid doch entweder in Rechtleitung oder im eindeutigen Abirren."
Rusça:
Скажи: "Кто наделяет вас уделом с небес и земли?" Скажи: "Аллах! Воистину, одни из нас либо на прямом пути, либо в очевидном заблуждении".
Arapça:
۞ قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ قُلِ اللَّهُ ۖ وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَىٰ هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Size göklerden ve yerden rızık veren kimdir?" Yine de ki: "Allah'tır, herhalde ya biz, ya da siz mutlak bir hidayet üzerindeyiz veya açık bir sapıklık içindeyiz."
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah! O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir.

ḳul lâ tüs'elûne `ammâ ecramnâ velâ nüs'elü `ammâ ta`melûn.

Türkçe:
De ki: "Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmayacaksınız; biz de sizin yaptıklarınızdan sorguya çekilmeyeceğiz."
İngilizce:
Say: "Ye shall not be questioned as to our sins, nor shall we be questioned as to what ye do."
Fransızca:
Dis : "Vous ne serez pas interrogés sur les crimes que nous avons commis, et nous ne serons pas interrogés sur ce que vous faites".
Almanca:
Sag: "Weder Ihr wer- 2 det nach dem zur Rechenschaft gezogen, was wir schwer verfehlten, noch wir werden nach dem zur Rechenschaft gezogen, was ihr tut."
Rusça:
Скажи: "Вас не спросят о грехах, которые мы совершили, а нас не спросят о том, что совершаете вы".
Arapça:
قُل لَّا تُسْأَلُونَ عَمَّا أَجْرَمْنَا وَلَا نُسْأَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Siz bizim yaptığımız günahlardan sorumlu tutulmazsınız. Biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu olmayız."
Diyanet Vakfı:
De ki: Bizim işlediğimiz suçtan siz sorumlu değilsiniz; biz de sizin işlediğinizden sorulacak değiliz.

ḳul yecme`u beynenâ rabbünâ ŝümme yefteḥu beynenâ bilḥaḳḳ. vehüve-lfettâḥu-l`alîm.

Türkçe:
De ki: "Rabbimiz hepimizi biraraya toplayacak, sonra da aramızı hak ile ayıracak. O'dur Fettâh, O'dur Alîm."
İngilizce:
Say: "Our Lord will gather us together and will in the end decide the matter between us (and you) in truth and justice: and He is the one to decide, the One Who knows all."
Fransızca:
Dis : "Notre Seigneur nous réunira, puis Il tranchera entre nous, avec la vérité, car c'est Lui le Grand Juge, l'Omniscient".
Almanca:
Sag: "Unser HERR wird uns zusammenbringen, dann gemäß der Wahrheit zwischen uns richten. Und ER ist Der Richtende, Der Allwissende."
Rusça:
Скажи: "Наш Господь соберет всех нас, а потом рассудит между нами по справедливости, ибо Он - Раскрывающий (или Справедливый Судия), Знающий".
Arapça:
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra da hak hükmü ile aramızı ayıracaktır. Asıl hüküm veren ve her şeyi bilen O'dur."
Diyanet Vakfı:
De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, en adil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.

ḳul erûniye-lleẕîne elḥaḳtüm bihî şürakâe kellâ. bel hüve-llâhü-l`azîzü-lḥakîm.

Türkçe:
De ki: "Ortaklar olarak O'nun yanına koymaya kalktıklarınızı bana gösterin! Hayır, iş sandığınız gibi değil! O, Allah'tır; Azîz'dir, Hakîm'dir."
İngilizce:
Say: "Show me those whom ye have joined with Him as partners: by no means (can ye). Nay, He is Allah, the Exalted in Power, the Wise."
Fransızca:
Dis : "Montrez-moi ceux que vous Lui avez donnés comme associés. Eh bien, non ! C'est plutôt Lui, Allah, le Puissant, le Sage".
Almanca:
Sag: "Zeigt mir diejenigen, die ihr Ihm an Partner beigeselltet?" Nein, mit Sicherheit! Nein, sondern ER ist ALLAH, Der Allwürdige, Der Allweise.
Rusça:
Скажи: "Покажите мне тех, кого вы приобщаете к Нему в сотоварищи. О нет! Он - Аллах, Могущественный, Мудрый".
Arapça:
قُلْ أَرُونِيَ الَّذِينَ أَلْحَقْتُم بِهِ شُرَكَاءَ ۖ كَلَّا ۚ بَلْ هُوَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "O'na ortak diye takıştırdıklarınızı bana gösterin bakayım! Hayır, öyle şey yoktur, doğrusu güçlü ve hikmet sahibi olan ancak Allah'tır."
Diyanet Vakfı:
De ki: O'na (Allah'a) kattığınız ortaklarınızı bana gösterin. Hayır! Bilakis, yegane galip ve her şeyi hikmetle idare eden ancak Allah'tır.

vemâ erselnâke illâ kâffetel linnâsi beşîrav veneẕîrav velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn.

Türkçe:
Biz seni, bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, başka değil! Ama insanların çokları bilmiyorlar.
İngilizce:
We have not sent thee but as a universal (Messenger) to men, giving them glad tidings, and warning them (against sin), but most men understand not.
Fransızca:
Et Nous ne t'avons envoyé qu'en tant qu'annonciateur et avertisseur pour toute l'humanité. Mais la plupart des gens ne savent pas.
Almanca:
Und nicht entsandten WIR dich außer für alle Menschen als Überbringer froher Botschaft und als Warner. Doch die meisten Menschen wissen es nicht.
Rusça:
Мы отправили тебя ко всем людям добрым вестником и предостерегающим увещевателем, но большинство людей не знает этого.
Arapça:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Diyanet Vakfı:
Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

veyeḳûlûne metâ hâẕe-lva`dü in küntüm ṣâdiḳîn.

Türkçe:
Diyorlar: "Doğru sözlülerseniz, bu tehdit ne zaman?"
İngilizce:
They say: "When will this promise (come to pass) if ye are telling the truth?"
Fransızca:
Et ils disent : " A quand cette promesse, si vous êtes véridiques ? ".
Almanca:
Und sie sagen: "Wann ist diese Androhung, solltet ihr wahrhaftig sein?"
Rusça:
Они сказали: "Когда же сбудется это обещание, если вы говорите правду?"
Arapça:
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve: "Eğer gerçekçiyseniz bu vaad ne zaman olacak?" diyorlar.
Diyanet Vakfı:
Eğer sözünüzde doğru iseniz bu vadettiğiniz (kıyamet) ne zaman kopacak? derler.

ḳul leküm mî`âdü yevmil lâ teste'ḫirûne `anhü sâ`atev velâ testaḳdimûn.

Türkçe:
De ki: "Size bir gün vaat edilmiştir; ondan ne bir saat geri kalabirsiniz ne de ileri geçebilirsiniz."
İngilizce:
Say: "The appointment to you is for a Day, which ye cannot put back for an hour nor put forward."
Fransızca:
Dis : "Le rendez-vous est pour un jour que vous ne saurez retarder d'une heure, ni avancer ! ".
Almanca:
Sag: "Für euch ist ein Termin eines Tages bestimmt, den ihr weder um eine Stunde hinauszögern könnt, noch vorverlegen."
Rusça:
Скажи: "Вам обещан день, который вы не сможете отдалить или приблизить даже на час".
Arapça:
قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍ لَّا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Size vaad edilen öyle bir gündür ki, ondan ne bir an geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz."
Diyanet Vakfı:
De ki: Size öyle bir gün vadedilmiştir ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.

veḳâle-lleẕîne keferû len nü'mine bihâẕe-lḳur'âni velâ billeẕî beyne yedeyh. velev terâ iẕi-żżâlimûne mevḳûfûne `inde rabbihim. yerci`u ba`ḍuhüm ilâ ba`ḍin-lḳavle. yeḳûlü-lleẕîne-stuḍ`ifû lilleẕîne-stekberû levlâ entüm lekünnâ mü'minîn.

Türkçe:
Küfre sapanlar dedi ki: "Biz, bu Kur'an'a da bundan öncekine de asla inanmayacağız!" Ah, bir görsen o zalimleri Rableri huzurunda, tutuklanmış halde! Bir kısmı da bir kısmına söz atar durur. Basit görülüp horlananları, büyüklük taslayanlara şöyle derler: "Siz olmasaydınız, vallahi biz inanacaktık!"
İngilizce:
The Unbelievers say: "We shall neither believe in this scripture nor in (any) that (came) before it." Couldst thou but see when the wrong-doers will be made to stand before their Lord, throwing back the word (of blame) on one another! Those who had been despised will say to the arrogant ones: "Had it not been for you, we should certainly have been believers!"
Fransızca:
Et ceux qui avaient mécru dirent : "Jamais nous ne croirons à ce Coran ni à ce qui l'a précédé". Et si tu pouvais voir les injustes seront debout devant leur Seigneur, se renvoyant la parole les uns aux autres ! Ceux que l'on considérait comme faibles diront à ceux qui s'enorgueillissaient : "Sans vous, nous aurions certes été croyants".
Almanca:
Und diejenigen, die Kufr betrieben haben, sagten: "Wir werden niemals den Iman verinnerlichen weder an diesen Quran, noch an das, was vor ihm war." Und (Erstaunliches wirst du erleben), würdest du nur sehen, wenn die Unrecht-Begehenden vor ihrem HERRN eingesperrt werden, während die einen den anderen das Gesagte beantworten. Diejenigen, die unterdrückt wurden, sagen denjenigen, die sich in Arroganz erhoben: "Wäret ihr nicht, wären wir doch Mumin gewesen!"
Rusça:
Неверующие сказали: "Мы никогда не уверуем ни в этот Коран, ни в то, что было до него". Если бы ты видел беззаконников, когда они будут стоять перед их Господом, отвечая друг другу словами. Те, которые были слабыми, скажут тем, которые превозносились: "Если бы не вы, то мы стали бы верующими".
Arapça:
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَٰذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ ۗ وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kâfirler: "Biz ne bu Kur'ân'a inanırız, ne de ondan öncekilere." dediler. Fakat o zalimler yakalanıp Rablerinin huzuruna durduruldukları zaman, birbirlerine söz atarken bir görsen! Bir taraftan zayıf düşürülenler, o büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız biz mutlaka mümin olurduk" derler.
Diyanet Vakfı:
Kafir olanlar dediler ki: Biz hiçbir zaman bu Kur'an'a ve bundan önce gelen kitaplara inanmayacağız. Sen o zalimleri, Rablerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerine söz atarlarken bir görsen! Zayıf sayılanlar, büyüklük taslayanlara: Siz olmasaydınız, elbette biz inanan insanlar olurduk, derler.
Sayfa 431 beslemesine abone olun.