Rubu 174

 
00:00

ḳul mey yerzüḳuküm mine-ssemâvâti vel'arḍ. ḳuli-llâhü veinnâ ev iyyâküm le`alâ hüden ev fî ḍalâlim mübîn.

Arapça:

۞ قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ قُلِ اللَّهُ ۖ وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَىٰ هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ

Türkçe:

De ki: "Göklerden ve yerden sizi kim rızıklandırıyor?" De ki: "Allah! O halde biz yahut siz ya tam hidayet üzerindeyiz yahut açık bir sapıklık içinde."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

De ki: "Size göklerden ve yerden rızık veren kimdir?" Yine de ki: "Allah'tır, herhalde ya biz, ya da siz mutlak bir hidayet üzerindeyiz veya açık bir sapıklık içindeyiz."

Diyanet Vakfı:

(Resulüm!) De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah! O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir.

İngilizce:

Say: "Who gives you sustenance, from the heavens and the earth?" Say: "It is Allah; and certain it is that either we or ye are on right guidance or in manifest error!"

Fransızca:

Dis : "Qui vous nourrit du ciel et de la terre ? " Dis : "Allah. C'est nous ou bien vous qui sommes sur une bonne voie, ou dans un égarement manifeste".

Almanca:

Sag: "Wer gewährt euch Rizq von den Himmeln und der Erde?" Sag: "ALLAH! Und gewiß, wir sind oder ihr seid doch entweder in Rechtleitung oder im eindeutigen Abirren."

Rusça:

Скажи: "Кто наделяет вас уделом с небес и земли?" Скажи: "Аллах! Воистину, одни из нас либо на прямом пути, либо в очевидном заблуждении".

Açıklama:
 
00:00

ḳul lâ tüs'elûne `ammâ ecramnâ velâ nüs'elü `ammâ ta`melûn.

Arapça:

قُل لَّا تُسْأَلُونَ عَمَّا أَجْرَمْنَا وَلَا نُسْأَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ

Türkçe:

De ki: "Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmayacaksınız; biz de sizin yaptıklarınızdan sorguya çekilmeyeceğiz."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

De ki: "Siz bizim yaptığımız günahlardan sorumlu tutulmazsınız. Biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu olmayız."

Diyanet Vakfı:

De ki: Bizim işlediğimiz suçtan siz sorumlu değilsiniz; biz de sizin işlediğinizden sorulacak değiliz.

İngilizce:

Say: "Ye shall not be questioned as to our sins, nor shall we be questioned as to what ye do."

Fransızca:

Dis : "Vous ne serez pas interrogés sur les crimes que nous avons commis, et nous ne serons pas interrogés sur ce que vous faites".

Almanca:

Sag: "Weder Ihr wer- 2 det nach dem zur Rechenschaft gezogen, was wir schwer verfehlten, noch wir werden nach dem zur Rechenschaft gezogen, was ihr tut."

Rusça:

Скажи: "Вас не спросят о грехах, которые мы совершили, а нас не спросят о том, что совершаете вы".

Açıklama:
 
00:00

ḳul yecme`u beynenâ rabbünâ ŝümme yefteḥu beynenâ bilḥaḳḳ. vehüve-lfettâḥu-l`alîm.

Arapça:

قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ

Türkçe:

De ki: "Rabbimiz hepimizi biraraya toplayacak, sonra da aramızı hak ile ayıracak. O'dur Fettâh, O'dur Alîm."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

De ki: "Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra da hak hükmü ile aramızı ayıracaktır. Asıl hüküm veren ve her şeyi bilen O'dur."

Diyanet Vakfı:

De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, en adil hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.

İngilizce:

Say: "Our Lord will gather us together and will in the end decide the matter between us (and you) in truth and justice: and He is the one to decide, the One Who knows all."

Fransızca:

Dis : "Notre Seigneur nous réunira, puis Il tranchera entre nous, avec la vérité, car c'est Lui le Grand Juge, l'Omniscient".

Almanca:

Sag: "Unser HERR wird uns zusammenbringen, dann gemäß der Wahrheit zwischen uns richten. Und ER ist Der Richtende, Der Allwissende."

Rusça:

Скажи: "Наш Господь соберет всех нас, а потом рассудит между нами по справедливости, ибо Он - Раскрывающий (или Справедливый Судия), Знающий".

Açıklama:
 
00:00

ḳul erûniye-lleẕîne elḥaḳtüm bihî şürakâe kellâ. bel hüve-llâhü-l`azîzü-lḥakîm.

Arapça:

قُلْ أَرُونِيَ الَّذِينَ أَلْحَقْتُم بِهِ شُرَكَاءَ ۖ كَلَّا ۚ بَلْ هُوَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

Türkçe:

De ki: "Ortaklar olarak O'nun yanına koymaya kalktıklarınızı bana gösterin! Hayır, iş sandığınız gibi değil! O, Allah'tır; Azîz'dir, Hakîm'dir."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

De ki: "O'na ortak diye takıştırdıklarınızı bana gösterin bakayım! Hayır, öyle şey yoktur, doğrusu güçlü ve hikmet sahibi olan ancak Allah'tır."

Diyanet Vakfı:

De ki: O'na (Allah'a) kattığınız ortaklarınızı bana gösterin. Hayır! Bilakis, yegane galip ve her şeyi hikmetle idare eden ancak Allah'tır.

İngilizce:

Say: "Show me those whom ye have joined with Him as partners: by no means (can ye). Nay, He is Allah, the Exalted in Power, the Wise."

Fransızca:

Dis : "Montrez-moi ceux que vous Lui avez donnés comme associés. Eh bien, non ! C'est plutôt Lui, Allah, le Puissant, le Sage".

Almanca:

Sag: "Zeigt mir diejenigen, die ihr Ihm an Partner beigeselltet?" Nein, mit Sicherheit! Nein, sondern ER ist ALLAH, Der Allwürdige, Der Allweise.

Rusça:

Скажи: "Покажите мне тех, кого вы приобщаете к Нему в сотоварищи. О нет! Он - Аллах, Могущественный, Мудрый".

Açıklama:
 
00:00

vemâ erselnâke illâ kâffetel linnâsi beşîrav veneẕîrav velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn.

Arapça:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

Türkçe:

Biz seni, bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, başka değil! Ama insanların çokları bilmiyorlar.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Diyanet Vakfı:

Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

İngilizce:

We have not sent thee but as a universal (Messenger) to men, giving them glad tidings, and warning them (against sin), but most men understand not.

Fransızca:

Et Nous ne t'avons envoyé qu'en tant qu'annonciateur et avertisseur pour toute l'humanité. Mais la plupart des gens ne savent pas.

Almanca:

Und nicht entsandten WIR dich außer für alle Menschen als Überbringer froher Botschaft und als Warner. Doch die meisten Menschen wissen es nicht.

Rusça:

Мы отправили тебя ко всем людям добрым вестником и предостерегающим увещевателем, но большинство людей не знает этого.

Açıklama:
 
00:00

veyeḳûlûne metâ hâẕe-lva`dü in küntüm ṣâdiḳîn.

Arapça:

وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

Türkçe:

Diyorlar: "Doğru sözlülerseniz, bu tehdit ne zaman?"

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Ve: "Eğer gerçekçiyseniz bu vaad ne zaman olacak?" diyorlar.

Diyanet Vakfı:

Eğer sözünüzde doğru iseniz bu vadettiğiniz (kıyamet) ne zaman kopacak? derler.

İngilizce:

They say: "When will this promise (come to pass) if ye are telling the truth?"

Fransızca:

Et ils disent : " A quand cette promesse, si vous êtes véridiques ? ".

Almanca:

Und sie sagen: "Wann ist diese Androhung, solltet ihr wahrhaftig sein?"

Rusça:

Они сказали: "Когда же сбудется это обещание, если вы говорите правду?"

Açıklama:
 
00:00

ḳul leküm mî`âdü yevmil lâ teste'ḫirûne `anhü sâ`atev velâ testaḳdimûn.

Arapça:

قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍ لَّا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ

Türkçe:

De ki: "Size bir gün vaat edilmiştir; ondan ne bir saat geri kalabirsiniz ne de ileri geçebilirsiniz."

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

De ki: "Size vaad edilen öyle bir gündür ki, ondan ne bir an geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz."

Diyanet Vakfı:

De ki: Size öyle bir gün vadedilmiştir ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.

İngilizce:

Say: "The appointment to you is for a Day, which ye cannot put back for an hour nor put forward."

Fransızca:

Dis : "Le rendez-vous est pour un jour que vous ne saurez retarder d'une heure, ni avancer ! ".

Almanca:

Sag: "Für euch ist ein Termin eines Tages bestimmt, den ihr weder um eine Stunde hinauszögern könnt, noch vorverlegen."

Rusça:

Скажи: "Вам обещан день, который вы не сможете отдалить или приблизить даже на час".

Açıklama:
 
00:00

veḳâle-lleẕîne keferû len nü'mine bihâẕe-lḳur'âni velâ billeẕî beyne yedeyh. velev terâ iẕi-żżâlimûne mevḳûfûne `inde rabbihim. yerci`u ba`ḍuhüm ilâ ba`ḍin-lḳavle. yeḳûlü-lleẕîne-stuḍ`ifû lilleẕîne-stekberû levlâ entüm lekünnâ mü'minîn.

Arapça:

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَٰذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ ۗ وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ

Türkçe:

Küfre sapanlar dedi ki: "Biz, bu Kur'an'a da bundan öncekine de asla inanmayacağız!" Ah, bir görsen o zalimleri Rableri huzurunda, tutuklanmış halde! Bir kısmı da bir kısmına söz atar durur. Basit görülüp horlananları, büyüklük taslayanlara şöyle derler: "Siz olmasaydınız, vallahi biz inanacaktık!"

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Kâfirler: "Biz ne bu Kur'ân'a inanırız, ne de ondan öncekilere." dediler. Fakat o zalimler yakalanıp Rablerinin huzuruna durduruldukları zaman, birbirlerine söz atarken bir görsen! Bir taraftan zayıf düşürülenler, o büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız biz mutlaka mümin olurduk" derler.

Diyanet Vakfı:

Kafir olanlar dediler ki: Biz hiçbir zaman bu Kur'an'a ve bundan önce gelen kitaplara inanmayacağız. Sen o zalimleri, Rablerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerine söz atarlarken bir görsen! Zayıf sayılanlar, büyüklük taslayanlara: Siz olmasaydınız, elbette biz inanan insanlar olurduk, derler.

İngilizce:

The Unbelievers say: "We shall neither believe in this scripture nor in (any) that (came) before it." Couldst thou but see when the wrong-doers will be made to stand before their Lord, throwing back the word (of blame) on one another! Those who had been despised will say to the arrogant ones: "Had it not been for you, we should certainly have been believers!"

Fransızca:

Et ceux qui avaient mécru dirent : "Jamais nous ne croirons à ce Coran ni à ce qui l'a précédé". Et si tu pouvais voir les injustes seront debout devant leur Seigneur, se renvoyant la parole les uns aux autres ! Ceux que l'on considérait comme faibles diront à ceux qui s'enorgueillissaient : "Sans vous, nous aurions certes été croyants".

Almanca:

Und diejenigen, die Kufr betrieben haben, sagten: "Wir werden niemals den Iman verinnerlichen weder an diesen Quran, noch an das, was vor ihm war." Und (Erstaunliches wirst du erleben), würdest du nur sehen, wenn die Unrecht-Begehenden vor ihrem HERRN eingesperrt werden, während die einen den anderen das Gesagte beantworten. Diejenigen, die unterdrückt wurden, sagen denjenigen, die sich in Arroganz erhoben: "Wäret ihr nicht, wären wir doch Mumin gewesen!"

Rusça:

Неверующие сказали: "Мы никогда не уверуем ни в этот Коран, ни в то, что было до него". Если бы ты видел беззаконников, когда они будут стоять перед их Господом, отвечая друг другу словами. Те, которые были слабыми, скажут тем, которые превозносились: "Если бы не вы, то мы стали бы верующими".

Açıklama:
 
00:00

ḳâle-lleẕîne-stekberû lilleẕîne-stuḍ`ifû enaḥnü ṣadednâküm `ani-lhüdâ ba`de iẕ câeküm bel küntüm mücrimîn.

Arapça:

قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَىٰ بَعْدَ إِذْ جَاءَكُم ۖ بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ

Türkçe:

Büyüklük taslayanlar ise basit görülüp horlananlara şöyle derler: "Hidayet size geldikten sonra, sizi ondan biz mi geri çevirdik? Hayır, siz kendiniz günahkârlardınız!"

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

Diğer taraftan büyüklük taslayanlar, zayıf düşürülenlere: "Size hidayet geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Hayır, siz kendiniz suçluydunuz." derler.

Diyanet Vakfı:

Büyüklük taslayanlar, zayıf sayılanlara (kıyamet gününde): Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis siz suç işliyordunuz, derler.

İngilizce:

The arrogant ones will say to those who had been despised: "Was it we who kept you back from Guidance after it reached you? Nay, rather, it was ye who transgressed.

Fransızca:

Ceux qui s'enorgueillissaient diront à ceux qu'ils considéraient comme faibles : "Est-ce nous qui vous avons repoussés de la bonne direction après qu'elle vous fut venue ? Mais vous étiez plutôt des criminels".

Almanca:

Diejenigen, die sich in Arroganz erhoben, sagten denjenigen, die unterdrückt wurden: "Waren wir etwa diejenigen, die euch von der Rechtleitung abhielten, nachdem sie zu euch gekommen war?! Nein, sondern ihr wart schwer Verfehlende!"

Rusça:

Те, которые превозносились, скажут тем, которые были слабыми: "Разве мы удержали вас от верного руководства после того, как оно явилось к вам? Нет, вы сами были грешниками".

Açıklama:
 
00:00

veḳâle-lleẕîne-stuḍ`ifû lilleẕîne-stekberû bel mekru-lleyli vennehâri iẕ te'mürûnenâ en nekfüra billâhi venec`ale lehû endâdâ. veeserrü-nnedâmete lemmâ raevu-l`aẕâb. vece`alne-l'aglâle fî a`nâḳi-lleẕîne keferû. hel yüczevne illâ mâ kânû ya`melûn.

Arapça:

وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا ۚ وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Türkçe:

Bu kez, basit görülüp horlananlar büyüklük taslayanlara şöyle derler: "Hayır, öyle değil!" İşiniz gece gündüz düzenbazlıktı. Siz bize Allah'a nankörlük etmemizi, O'na eşler-ortaklar tutmamızı emrediyordunuz." Nihayet, azabı gördüklerinde, pişmanlığı içlerine gömerler. Biz ise inkârcıların boyunlarına bukağıları vurmuşuzdur. Yapıp ettiklerinden başka, neyin karşılığını görüyorlar ki!...

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:

O zayıf düşürülenler de o büyüklük taslayanlara: "Hayır, (işiniz) gece, gündüz hilekârlıktı. Çünkü siz bize Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na eş koşmamızı emrediyordunuz." derler. Bunlar azabı gördükleri zaman içlerinden pişmanlık getirmektedirler. Biz de o kâfirlerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yaptıklarının cezasını çekiyorlardır.

Diyanet Vakfı:

Zayıf sayılanlar da büyüklük taslayanlara: Hayır! Gece gündüz (işiniz) tuzak kurmaktı. Çünkü siz daima Allah'ı inkar etmemizi, O'na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz, derler. Artık azabı gördüklerinde, için için yanarlar; biz de o inkar edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar ancak yapmakta oldukları günahları yüzünden cezalandırılırlar.

İngilizce:

Those who had been despised will say to the arrogant ones: "Nay! it was a plot (of yours) by day and by night: Behold! Ye (constantly) ordered us to be ungrateful to Allah and to attribute equals to Him!" They will declare (their) repentance when they see the Penalty: We shall put yokes on the necks of the Unbelievers: It would only be a requital for their (ill) Deeds.

Fransızca:

Et ceux que l'on considérait comme faibles diront à ceux qui s'enorgueillissaient : "C'était votre stratagème, plutôt, nuit et jours, de nous commander de ne pas croire en Allah et de Lui donner des égaux". Et ils cacheront leur regret quand ils verront le châtiment. Nous placerons des carcans aux cous de ceux qui ont mécru : les rétribuerait-on autrement que selon ce qu'ils oeuvraient ? "

Almanca:

Und diejenigen, die unterdrückt wurden, sagten denjenigen, die sich in Arroganz erhoben: "Nein, sondern es war die List während der Nacht und des Tages, als ihr uns angewiesen habt, ALLAH gegenüber Kufr zu betreiben und Ihm etwas als Ebenbürtiges zuzuschreiben." Und sie verbargen die Reue, als sie die Peinigung sahen. Und WIR ließen Fesseln anbringen um die Nacken derjenigen, die Kufr betrieben haben. Wird ihnen etwa anderes vergolten außer dem, was sie zu tun pflegten?!

Rusça:

Тогда те, которые были слабыми, скажут тем, которые превозносились: "Вы замышляли козни ночью и днем и велели нам не верить в Аллаха и равнять с Ним других". Когда же они увидят мучения, они утаят раскаяние. Мы наложим оковы на шеи неверующих. Разве им не воздается только за то, что они совершали?

Açıklama:

Sayfalar

Rubu 174 beslemesine abone olun.