
vemâ ḫalaḳne-ssemâe vel'arḍa vemâ beynehümâ bâṭilâ. ẕâlike żannü-lleẕîne keferû. feveylül lilleẕîne keferû mine-nnâr.
Arapça:
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًا ۚ ذَٰلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ
Türkçe:
Biz şu göğü ve yeri ve ikisi arasındakileri boşuna yaratmadık. Böyle düşünmek, küfre sapanların sanısıdır. Vay hallerine o inkârcıların, ateş yüzünden!
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hem o göğü, yeri ve aralarındakileri biz boşuna yaratmadık. O, kâfirlerin zannıdır. Onun için vay ateşe girecek olan kâfirlerin haline!
Diyanet Vakfı:
Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Vay o inkar edenlerin ateşteki haline!
İngilizce:
Not without purpose did We create heaven and earth and all between! that were the thought of Unbelievers! but woe to the Unbelievers because of the Fire (of Hell)!
Fransızca:
Nous n'avons pas créé le ciel et la terre et ce qui existe entre eux en vain. C'est ce que pensent ceux qui ont mécru. Malheur à ceux qui ont mécru pour le feu [qui les attend] !
Almanca:
Und WIR erschufen den Himmel, die Erde und das, was zwischen ihnen ist, nicht sinnlos. Dies ist die Vermutung derjenigen, die Kufr betrieben haben. Also Niedergang sei denjenigen, die Kufr betrieben haben, durch das Feuer.
Rusça:
Мы не создали небо и землю и то, что между ними, понапрасну. Так думают только те, которые не веруют. Горе же тем, которые не веруют, от Огня!
Açıklama:

em nec`alü-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti kelmüfsidîne fi-l'arḍ. em nec`alü-lmütteḳîne kelfüccâr.
Arapça:
أَمْ نَجْعَلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِدِينَ فِي الْأَرْضِ أَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّقِينَ كَالْفُجَّارِ
Türkçe:
Yoksa biz, iman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanları, yeryüzünde fesat çıkaranlarla aynı mı tutacağız? Yoksa takva sahiplerini, arsız sapıklar gibi mi yapacağız?
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yoksa, iman edip de salih amel işleyenleri biz, o yeryüzündeki bozguncular gibi yapar mıyız? Yoksa o takva sahiplerini azgın günahkarlar gibi yapar mıyız?
Diyanet Vakfı:
Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah'tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız?
İngilizce:
Shall We treat those who believe and work deeds of righteousness, the same as those who do mischief on earth? Shall We treat those who guard against evil, the same as those who turn aside from the right?
Fransızca:
Traiterons-Nous ceux qui croient et accomplissent les bonnes oeuvres comme ceux qui commettent du désordre sur terre ? ou traiterons-Nous les pieux comme les pervers ?
Almanca:
Oder setzen WIR etwa diejenigen, die den Iman verinnerlicht und gottgefällig Gutes getan haben, den auf Erden Verderben-Anrichtenden gleich?! Oder setzen WIR etwa die Muttaqi den die Verfehlungen öffentlich Begehenden gleich?!
Rusça:
Неужели Мы приравним тех, кто уверовал и совершал праведные деяния, к тем, кто распространял нечестие на земле? Или же Мы приравним богобоязненных к грешникам?
Açıklama:

kitâbün enzelnâhü ileyke mübârakül liyeddebberû âyâtihî veliyeteẕekkera ülü-l'elbâb.
Arapça:
كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ
Türkçe:
Kutsal/bereketli bir Kitap bu; sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bu, sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır ki, insanlar onun âyetlerini düşünsünler ve temiz akıl sahipleri ibret alsınlar.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Sana bu mübarek Kitab'ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.
İngilizce:
(Here is) a Book which We have sent down unto thee, full of blessings, that they may mediate on its Signs, and that men of understanding may receive admonition.
Fransızca:
[Voici] un Livre béni que Nous avons fait descendre vers toi, afin qu'ils méditent sur ses versets et que les doués d'intelligence réfléchissent !
Almanca:
Dies ist eine Schrift, die WIR dir hinabsandten, voller Baraka, damit sie über ihre Ayat nachdenken und damit diejenigen mit Verstand sich besinnen.
Rusça:
Это - благословенное Писание, которое Мы ниспослали тебе, дабы они размышляли над его аятами и дабы обладающие разумом помянули назидание.
Açıklama:

vevehebnâ lidâvûde süleymân. ni`me-l`abd. innehû evvâb.
Arapça:
وَوَهَبْنَا لِدَاوُودَ سُلَيْمَانَ ۚ نِعْمَ الْعَبْدُ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ
Türkçe:
Davûd'a Süleyman'ı armağan ettik. Ne güzel kul! Hep Allah'a sığınır, yakarırdı.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bir de Davud'a Süleyman'ı bahşettik. Süleyman ne güzel kuldu. Çünkü o seslice tesbih edip Allah'a yönelirdi.
Diyanet Vakfı:
Biz Davud'a Süleyman'ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah'a yönelirdi.
İngilizce:
To David We gave Solomon (for a son),- How excellent in Our service! Ever did he turn (to Us)!
Fransızca:
Et à David Nous fîmes don de Salomon, - quel bon serviteur ! - Il était plein de repentir.
Almanca:
Und WIR schenkten Dawud Sulaiman. Was für einen guten Diener! Gewiß, er ist umkehrend.
Rusça:
Мы даровали Давуду (Давиду) Сулеймана (Соломона). Как прекрасен был этот раб! Воистину, он всегда обращался к Аллаху.
Açıklama:

iẕ `uriḍa `aleyhi bil`aşiyyi-ṣṣâfinâtü-lciyâd.
Arapça:
إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُ
Türkçe:
Akşam üstü kendisine, üç ayak üzerine basıp bir ayağını tırnak üstüne diken saf kan koşu atları sunulmuştu.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hani kendisine bir zaman akşam üstü iyi cins ve rahvan atlar gösterilmişti.
Diyanet Vakfı:
Akşama doğru kendisine, üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu.
İngilizce:
Behold, there were brought before him, at eventide coursers of the highest breeding, and swift of foot;
Fransızca:
Quand un après-midi, on lui présenta de magnifiques chevaux de course,
Almanca:
Als ihm abends die reinrassigen Araberpferde vorgeführt wurden,
Rusça:
Однажды после полудня ему показали коней, бьющих копытами, быстроногих (или породистых).
Açıklama:

feḳâle innî aḥbebtü ḥubbe-lḫayri `an ẕikri rabbî. ḥattâ tevârat bilḥicâb.
Arapça:
فَقَالَ إِنِّي أَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَن ذِكْرِ رَبِّي حَتَّىٰ تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ
Türkçe:
Dedi: "Servet sevgisini, Rabbimi anmak için benimsedim." Nihayet Güneş perde ardına çekildi.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ben, dedi, at sevgisini, Rabbimi anmaktan ötürü tercih ettim. Nihayet atlar perdenin arkasına gizlendi.
Diyanet Vakfı:
Süleyman: Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi. Nihayet güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
İngilizce:
And he said, "Truly do I love the love of good, with a view to the glory of my Lord,"- until (the sun) was hidden in the veil (of night):
Fransızca:
il dit : "Oui, je me suis complu à aimer les biens (de ce monde) au point [d'oublier] le rappel de mon Seigneur jusqu'à ce que [le soleil] se soit caché derrière son voile.
Almanca:
so sagte er: "Gewiß, ich liebte die Neigung zum Guten nach dem Gedenken meines HERRN, bis sie (die Pferde) sich hinter dem Sichtschutz verbargen.
Rusça:
Он сказал: "Я продолжал отдавать предпочтение любви к добру перед поминанием моего Господа, пока оно (солнце) не скрылось за преградой.
Açıklama:

ruddûhâ `aleyy. feṭafiḳa mesḥam bissûḳi vel'a`nâḳ.
Arapça:
رُدُّوهَا عَلَيَّ ۖ فَطَفِقَ مَسْحًا بِالسُّوقِ وَالْأَعْنَاقِ
Türkçe:
"Geri getirin bana onları!" dedi. Bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Geri getirin onları bana! dedi ve artık onların bacaklarını, boyunlarını silmeye başladı.
Diyanet Vakfı:
Süleyman: Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi. Nihayet güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
İngilizce:
Bring them back to me. then began he to pass his hand over (their) legs and their necks.
Fransızca:
Ramenez-les moi." Alors il se mit à leur couper les pattes et les cous .
Almanca:
"Bringt sie mir zurück!" Dann begann er sie über die Beine und die Hälse zu streicheln.
Rusça:
Верните их ко мне!" А затем он стал рубить им голени и шеи.
Açıklama:

veleḳad fetennâ süleymâne veelḳaynâ `alâ kürsiyyihî ceseden ŝümme enâb.
Arapça:
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَىٰ كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ
Türkçe:
Yemin olsun ki biz, Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstüne bir ceset bıraktık da o, tövbe ile Allah'a yöneldi.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki Süleyman'ı imtihan da ettik ve tahtının üzerine bir ceset bıraktık. Sonra tekrar tevbe ile önceki haline döndü.
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü.
İngilizce:
And We did try Solomon: We placed on his throne a body (without life); but he did turn (to Us in true devotion):
Fransızca:
Et Nous avions certes éprouvé Salomon en plaçant sur son siège un corps . Ensuite, il se repentit.
Almanca:
Und gewiß, bereits unterzogen WIR Sulaiman einer Fitna und ließen auf seinem Thron einen Körper, dann bereute er.
Rusça:
Мы подвергли Сулеймана (Соломона) искушению и бросили на его трон тело (уродливое тело ребенка или дьявола), после чего он раскаялся (или вернулся к власти).
Açıklama:

ḳâle rabbi-gfir lî veheb lî mülkel lâ yembegî lieḥadim mim ba`dî. inneke ente-lvehhâb.
Arapça:
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَّا يَنبَغِي لِأَحَدٍ مِّن بَعْدِي ۖ إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
Türkçe:
Şöyle yakardı: "Rabbim, affet beni! Benden sonra kimseye yaraşmayacak bir mülk/saltanat ver bana! Kuşkusuz sensin, evet sensin Vahhâb!
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Süleyman: "Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki, ardımdan hiç kimseye yaraşmasın. Şüphesiz, bütün dilekleri veren sensin." dedi.
Diyanet Vakfı:
Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.
İngilizce:
He said, "O my Lord! Forgive me, and grant me a kingdom which, (it may be), suits not another after me: for Thou art the Grantor of Bounties (without measure).
Fransızca:
Il dit : "Seigneur, pardonne-moi et fais-moi don d'un royaume tel que nul après moi n'aura de pareil. C'est Toi le grand Dispensateur".
Almanca:
Er sagte: "Mein HERR! Vergib mir und schenke mir eine Herrschaft, die niemandem nach mir möglich wird. Gewiß, DU bist Der reichlich Schenkende."
Rusça:
Он сказал: "Господи! Прости меня и даруй мне такую власть, которая не будет полагаться никому после меня. Воистину, Ты - Дарующий".
Açıklama:

feseḫḫarnâ lehü-rrîḥa tecrî biemrih ruḫâen ḥayŝü eṣâb.
Arapça:
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ
Türkçe:
Bunun üzerine, rüzgârı onun emrine verdik; onun emriyle onun istediği yere uysal uysal/tatlı tatlı akıp giderdi.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunun üzerine biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.
Diyanet Vakfı:
Bunun üzerine biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.
İngilizce:
Then We subjected the wind to his power, to flow gently to his order, Whithersoever he willed,-
Fransızca:
Nous lui assujettîmes alors le vent qui, par son ordre, soufflait modérément partout où il voulait.
Almanca:
Dann machten WIR ihm den Wind gratis fügbar - er wehte nach seiner Anweisung sanft, wohin er wollte -
Rusça:
Тогда Мы подчинили ему ветер, который нежно дул по его велению, куда бы он ни пожелал,
Açıklama:
Sayfalar
