İngilizce:
Fransızca:
Almanca:
Rusça:
Arapça:

keẕẕebet ḳablehüm ḳavmü nûḥin fekeẕẕebû `abdenâ veḳâlû mecnûnüv vezdücira.
Türkçe:
Onlardan önce Nûh kavmi yalanlamıştı. Yalanladılar kulumuzu ve "Mecnundur bu!" dediler. Ve durduruldu kulumuz.
İngilizce:
Before them the People of Noah rejected (their messenger): they rejected Our servant, and said, "Here is one possessed!", and he was driven out.
Fransızca:
Avant eux, le peuple de Noé avait crié au mensonge. Ils traitèrent Notre serviteur de menteur et dirent : "C'est un possédé ! " et il fut repoussé.
Almanca:
Vor ihnen leugneten die Leute von Nuh ab, so bezichtigten sie Unseren Diener der Lüge und sagten: "Er ist geistesgestört und wurde besessen."
Rusça:
До них счел лжецами посланников народ Нуха (Ноя). Они сочли лжецом Нашего раба и сказали: "Он - одержимый!" Они ругали его и угрожали ему.
Arapça:
۞ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: "Cinlenmiştir." dediler. Ve (Nuh davetten vazgeçmeye) zorlandı.
Diyanet Vakfı:
Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: O, delirdi, dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı.

fede`â rabbehû ennî maglûbün fenteṣir.
Türkçe:
Bunun üzerine yakardı Rabbine, "Yenilgiye uğradım işte, yardım et!" diye...
İngilizce:
Then he called on his Lord: "I am one overcome: do Thou then help (me)!"
Fransızca:
il invoqua donc son Seigneur : "Moi, je suis vaincu. Fais triompher (Ta cause)".
Almanca:
Dann richtete er Bittgebete an seinen HERRN: "Ich bin unterlegen, so stehe bei!"
Rusça:
Тогда он воззвал к своему Господу: "Меня одолели. Помоги же мне!"
Arapça:
فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانتَصِرْ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunun üzerine Rabbine: "Ben yenik düştüm, bana yardım et!" diyerek yalvardı.
Diyanet Vakfı:
Bunun üzerine, Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı.

fefetaḥnâ ebvâbe-ssemâi bimâim münhemir.
Türkçe:
Biz de açtık gök kapılarını seller gibi akan bir su ile.
İngilizce:
So We opened the gates of heaven, with water pouring forth.
Fransızca:
Nous ouvrîmes alors les portes du ciel à une eau torrentielle,
Almanca:
Dann öffneten WIR dir Tore des Himmels mit geschütteten Wassermassen,
Rusça:
Мы открыли врата неба, откуда стала изливаться вода,
Arapça:
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُّنْهَمِرٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık.
Diyanet Vakfı:
Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.

vefeccerne-l'arḍa `uyûnen felteḳe-lmâü `alâ emrin ḳad ḳudir.
Türkçe:
Ve yardık/fışkırttık yeryüzünü pınar pınar. Sonunda kesin ölçülere bağlanmış bir oluş üzere birleşti sular.
İngilizce:
And We caused the earth to gush forth with springs, so the waters met (and rose) to the extent decreed.
Fransızca:
et fîmes jaillir la terre en sources. Les eaux se rencontrèrent d'après un ordre qui était déjà décrété dans une chose [faite].
Almanca:
und WIR ließen aus der Erde Quellen entspringen, dann traf sich das Wasser für eine Angelegenheit, die bereits bestimmt wurde,
Rusça:
и разверзли землю, из которой забились ключи. Воды небес и земли слились для дела, которое было предопределено.
Arapça:
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.
Diyanet Vakfı:
Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti.

veḥamelnâhü `alâ ẕâti elvâḥiv vedüsür.
Türkçe:
Ve taşıdık onu levhalar ve çivilerden oluşturulan şey üstünde.
İngilizce:
But We bore him on an (Ark) made of broad planks and caulked with palm-fibre:
Fransızca:
Et Nous le portâmes sur un objet [fait] de planches et de clous [l'arche],
Almanca:
und WIR ließen ihn auf etwas von Planken und Nägeln tragen.
Rusça:
Мы понесли его в ковчеге из досок и гвоздей.
Arapça:
وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle (çakılmış gemi) üzerinde taşıdık.
Diyanet Vakfı:
Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.

tecrî bia`yüninâ. cezâel limen kâne küfira.
Türkçe:
Akıp gidiyordu gözlerimizin önünde, bir ödül olarak nankörlüğe uğratılan kişi için.
İngilizce:
She floats under our eyes (and care): a recompense to one who had been rejected (with scorn)!
Fransızca:
voguant sous Nos yeux : récompense pour celui qu'on avait renié [Noé].
Almanca:
Es fuhr unter Unserer Aufsicht als Vergeltung für denjenigen, der Kufr zu betreiben pflegte.
Rusça:
Он поплыл у Нас на Глазах в воздаяние тому, в кого не уверовали (или тем, которые не уверовали).
Arapça:
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِّمَن كَانَ كُفِرَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nankörlük edilen (kulumuz)e bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
Diyanet Vakfı:
İnkar edilmiş olana (Nuh'a) bir mükafat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

veleḳat teraknâhâ âyeten fehel mim müddekir.
Türkçe:
Yemin olsun ki, biz onu bir ibret ve işaret olarak arkaya bıraktık. Yok mu araştırıp öğüt alacak?
İngilizce:
And We have left this as a Sign (for all time): then is there any that will receive admonition?
Fransızca:
Et Nous la laissâmes, comme un signe [d'avertissement]. Y a-t-il quelqu'un pour réfléchir ?
Almanca:
Und gewiß, bereits ließen WIR es als eine Aya! Gibt es etwa einen sich Erinnernden?!
Rusça:
Мы оставили его (корабль или рассказ о Нухе) в качестве знамения. Но есть ли поминающие?
Arapça:
وَلَقَد تَّرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

fekeyfe kâne `aẕâbî venüẕür.
Türkçe:
Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!
İngilizce:
But how (terrible) was My Penalty and My Warning?
Fransızca:
Comment furent Mon châtiment et Mes avertissements ?
Almanca:
Also wie waren Meine Peinigung und Meine Ermahnungen?!
Rusça:
Какими же были мучения от Меня и предостережения Мои!
Arapça:
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler)
Diyanet Vakfı:
Benim azabım ve uyarılarım nasılmış!

veleḳad yesserne-lḳur'âne liẕẕikri fehel mim müddekir.
Türkçe:
Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?!
İngilizce:
And We have indeed made the Qur'an easy to understand and remember: then is there any that will receive admonition?
Fransızca:
En effet, Nous avons rendu le Coran facile pour la médiation . Y a-t-il quelqu'un pour réfléchir ?
Almanca:
Und gewiß, bereits erleichterten WIR den Quran zur Ermahnung. Gibt es etwa einen sich Erinnernden?!
Rusça:
Мы облегчили Коран для поминания. Но есть ли поминающие?
Arapça:
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
Diyanet Vakfı:
Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?
Sayfalar
