
ḳad ya`lemü-llâhü-lmü`avviḳîne minküm velḳâilîne liiḫvânihim helümme ileynâ. velâ ye'tûne-lbe'se illâ ḳalîlâ.
Türkçe:
Allah, içinizden hem tembellik edip hem de başkalarını geri bırakanları ve kardeşlerine, "Hadi bize gelin!" diyenleri biliyor. Zaten onlar savaşa/zora çok az gelirler.
İngilizce:
Verily Allah knows those among you who keep back (men) and those who say to their brethren, "Come along to us", but come not to the fight except for just a little while.
Fransızca:
Certes, Allah connaît ceux d'entre vous qui suscitent des obstacles, ainsi que ceux qui disent à leurs frères : "Venez à nous", tandis qu'ils ne déploient que peu d'ardeur au combat,
Almanca:
Bereits kennt ALLAH die Behindernden von euch und diejenigen, die ihren Brüdern sagen: "Kommt zu uns! Und sie nähern sich dem Kampf nur ein wenig.
Rusça:
Аллах знает тех из вас, которые отвращают людей от участия в войне, и тех, которые говорят своим братьям: "Идите к нам!" Они принимают в войне ничтожное участие,
Arapça:
۞ قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الْمُعَوِّقِينَ مِنكُمْ وَالْقَائِلِينَ لِإِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ إِلَيْنَا ۖ وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ إِلَّا قَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şüphesiz Allah, içinizden o savsaklayanları ve kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri biliyor. Onlar harbe pek az geliyorlardı.
Diyanet Vakfı:
Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: "Bize katılın" diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir.

eşiḥḥaten `aleyküm. feiẕâ câe-lḫavfü raeytehüm yenżurûne ileyke tedûru a`yünühüm kelleẕî yugşâ `aleyhi mine-lmevt. feiẕâ ẕehebe-lḫavfü seleḳûküm bielsinetin ḥidâdin eşiḥḥaten `ale-lḫayr. ülâike lem yü'minû feaḥbeṭa-llâhü a`mâlehüm. vekâne ẕâlike `ale-llâhi yesîrâ.
Türkçe:
Size karşı cimrilik/kıskançlık ederler. Korku geldiğinde onları sana bakar halde görürsün. Korku gittiğinde ise hayra karşı kıskançlık yüzünden sizi keskin dillerle yaralarlar. Ölümden üzerine baygınlık çökmüş biri gibidirler. Bunlar iman etmemişlerdir. Bu yüzden de Allah, amellerini boşa çıkarmıştır. Bunu yapmak Allah için çok kolaydır.
İngilizce:
Covetous over you. Then when fear comes, thou wilt see them looking to thee, their eyes revolving, like (those of) one over whom hovers death: but when the fear is past, they will smite you with sharp tongues, covetous of goods. Such men have no faith, and so Allah has made their deeds of none effect: and that is easy for Allah.
Fransızca:
avares à votre égard. Puis, quand leur vient la peur, tu les vois te regarder avec des yeux révulsés, comme ceux de quelqu'un qui s'est évanoui par peur de la mort. Une fois la peur passée, ils vous lacèrent avec des langues affilées, alors qu'ils sont chiches à faire le bien. Ceux-là n'ont jamais cru. Allah donc, rend vaines leurs actions. Et cela est facile à Allah.
Almanca:
Sie sind geizig euch gegenüber, und wenn die Angst kommt, siehst du sie dich anschauen, ihre Augen drehen sich wie derjenige, der in Ohnmacht vor dem Tod fällt. Und wenn die Angst weggeht, kränken sie euch mit scharfen Zungen wie Geizige dem Guten gegenüber. Diese verinnerlichten nicht den Iman, so ließ ALLAH ihre Handlungen nichtig werden. Und dies ist für ALLAH immer etwas Leichtes.
Rusça:
поскольку они скупы по отношению к вам. Когда ими овладевает страх, ты видишь, как они смотрят на тебя. Их глаза вращаются, словно у того, кто теряет сознание перед смертью. Когда же страх проходит, они обижают вас острыми языками, скупясь на добро. Они не уверовали, и Аллах сделал тщетными их деяния. Это для Аллаха было легко.
Arapça:
أَشِحَّةً عَلَيْكُمْ ۖ فَإِذَا جَاءَ الْخَوْفُ رَأَيْتَهُمْ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ تَدُورُ أَعْيُنُهُمْ كَالَّذِي يُغْشَىٰ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ ۖ فَإِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُم بِأَلْسِنَةٍ حِدَادٍ أَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِ ۚ أُولَٰئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَأَحْبَطَ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ ۚ وَكَانَ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Size karşı kıskançlık ediyorlardı. Derken o korku hali gelince, gördün onları ki, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlardı. O korku gidince, size keskin keskin diller sıyırdılar. Onlar hayra karşı kıskançlık ediyorlardı. İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı. Bu Allah'a göre önemsizdir.
Diyanet Vakfı:
(Gelseler de) size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah'a göre kolaydır.

yaḥsebûne-l'aḥzâbe lem yeẕhebû. veiy ye'ti-l'aḥzâbü yeveddû lev ennehüm bâdûne fi-l'a`râbi yes'elûne `an embâiküm. velev kânû fîküm mâ ḳâtelû illâ ḳalîlâ.
Türkçe:
Düşman hiziplerin gitmediğini sanıyorlar. Düşman hizipler gelecek olsalar, bunlar isterler ki, Bedevî Araplar içinde bulunsunlar da sizinle ilgili haberleri sorsunlar. Şayet içinizde bulunsalardı, pek azı müstesna, savaşmayacaklardı.
İngilizce:
They think that the Confederates have not withdrawn; and if the Confederates should come (again), they would wish they were in the deserts (wandering) among the Bedouins, and seeking news about you (from a safe distance); and if they were in your midst, they would fight but little.
Fransızca:
Ils pensent que les coalisés ne sont pas partis. Or si les coalisés revenaient, [ces gens-là] souhaiteraient être des nomades parmi les Bédouins, et [se contenteraient] de demander de vos nouvelles. S'ils étaient parmi vous, ils n'auraient combattu que très peu.
Almanca:
Sie denken, daß Al-ahzab noch nicht gegangen wären. Und sollten Al-ahzab wieder kommen, würden sie sich wünschen: sie wären zu den Wüstenarabern gegangen und hätten da nach euren Nachrichten gefragt. Und wären sie bei euch gewesen, würden sie doch nur ein wenig mitkämpfen.
Rusça:
Они полагают, что союзники не ушли. Если бы союзники пришли, то они захотели бы кочевать среди бедуинов и расспрашивать о вас. Будь они вместе с вами, то они бы не сражались, разве что немного.
Arapça:
يَحْسَبُونَ الْأَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُوا ۖ وَإِن يَأْتِ الْأَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ أَنَّهُم بَادُونَ فِي الْأَعْرَابِ يَسْأَلُونَ عَنْ أَنبَائِكُمْ ۖ وَلَوْ كَانُوا فِيكُم مَّا قَاتَلُوا إِلَّا قَلِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar ahzabı (düşman birliklerini) gitmedi sanıyorlardı. Eğer o birlikler bir daha gelecek olursa, çölde bedevi Araplar içinde yer alıp, sizin haberlerinizden (başınıza geleceklerden) sormayı isterler. Onlar içinizde kalacak olsalar da pek az harb ederler.
Diyanet Vakfı:
Bunlar, düşman birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler. Müttefikler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi.

leḳad kâne leküm fî rasûli-llâhi üsvetün ḥasenetül limen kâne yercü-llâhe velyevme-l'âhira veẕekera-llâhe keŝîrâ.
Türkçe:
Yemin olsun, Allah resulünde sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah'ı çok ananlara güzel bir örnek vardır.
İngilizce:
Ye have indeed in the Messenger of Allah a beautiful pattern (of conduct) for any one whose hope is in Allah and the Final Day, and who engages much in the Praise of Allah.
Fransızca:
En effet, vous avez dans le Messager d'Allah un excellent modèle [à suivre], pour quiconque espère en Allah et au Jour dernier et invoque Allah fréquemment.
Almanca:
Gewiß, bereits gab es für euch mit dem Gesandten ALLAHs doch ein hervorragendes Vorbild für jeden, der auf ALLAH und den jenseitigen Tag hofft und ALLAHs öfters gedenkt.
Rusça:
В Посланнике Аллаха был прекрасный пример для вас, для тех, кто надеется на Аллаха и Последний день и премного поминает Аллаха.
Arapça:
لَّقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve son güne ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için.
Diyanet Vakfı:
Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.

velemmâ rae-lmü'minûne-l'aḥzâbe ḳâlû hâẕâ mâ ve`adene-llâhü verasûlühû veṣadeḳa-llâhü verasûlüh. vemâ zâdehüm illâ îmânev veteslîmâ.
Türkçe:
Müminler, düşman hizipleri gördüklerinde şöyle demişlerdir: "Allah'ın ve resulünün bize vaat ettiği işte budur. Ve Allah da resulü de doğru sözlüdür." Bu onların sadece iman ve teslimiyetlerini artırdı.
İngilizce:
When the Believers saw the Confederate forces, they said: "This is what Allah and his Messenger had promised us, and Allah and His Messenger told us what was true." And it only added to their faith and their zeal in obedience.
Fransızca:
Et quand les croyants virent les coalisés, ils dirent : "Voilà ce qu'Allah et Son messager nous avaient promis; et Allah et Son messager disaient la vérité". Et cela ne fit que croître leur foi et leur soumission.
Almanca:
Und als die Mumin Al-ahzab sahen, sagten sie: "Dies ist das, was uns ALLAH und Seine Gesandten versprachen, und ALLAH und Sein Gesandter sagten die Wahrheit." Und dies ließ sie nur noch mehr Iman und Ergebenheit gewinnen.
Rusça:
Когда верующие увидели союзников, они сказали: "Это - то, что обещали нам Аллах и Его Посланник. Аллах и Его Посланник сказали правду". Это приумножило в них лишь веру и покорность.
Arapça:
وَلَمَّا رَأَى الْمُؤْمِنُونَ الْأَحْزَابَ قَالُوا هَٰذَا مَا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ ۚ وَمَا زَادَهُمْ إِلَّا إِيمَانًا وَتَسْلِيمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Müminler, ahzabı (düşman birliklerini) gördükleri zaman: "İşte bu, Allah'ın ve Resulü'nün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söyledi." dediler. Bu onların imanını ve teslimiyetini artırmaktan başka bir şey yapmadı.
Diyanet Vakfı:
Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: İşte Allah ve Resulü'nün bize vadettiği! Allah ve Resulü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah'a bağlılıklarını arttırdı.

mine-lmü'minîne ricâlün ṣadeḳû mâ `âhedü-llâhe `aleyh. feminhüm men ḳaḍâ naḥbehû veminhüm mey yenteżir. vemâ beddelû tebdîlâ.
Türkçe:
İnananlardan öyle erler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakatle dururlar. Onlardan bazısı adadığını yerine getirdi, bazısı da bekliyor. Sözlerini asla değişmediler.
İngilizce:
Among the Believers are men who have been true to their covenant with Allah: of them some have completed their vow (to the extreme), and some (still) wait: but they have never changed (their determination) in the least:
Fransızca:
Il est, parmi les croyants, des hommes qui ont été sincères dans leur engagement envers Allah. Certain d'entre eux ont atteint leur fin, et d'autres attendent encore; et ils n'ont varié aucunement (dans leur engagement);
Almanca:
Und unter den Mumin sind Männer, die wahrhaftig waren dem gegenüber, was sie ALLAH gelobten. Manche von ihnen starben und manche von ihnen warten noch darauf. Doch sie haben nichts (von ihrem Versprechen) abgeändert.
Rusça:
Среди верующих есть мужи, которые верны завету, который они заключили с Аллахом. Среди них есть такие, которые уже выполнили свои обязательства, и такие, которые еще ожидают, но никак не изменяют своему завету.
Arapça:
مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ ۖ فَمِنْهُم مَّن قَضَىٰ نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ ۖ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Müminlerdendir o erler ki Allah'a verdikleri ahde sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler.
Diyanet Vakfı:
Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.

liyecziye-llâhu-ṣṣâdiḳîne biṣidḳihim veyü`aẕẕibe-lmünâfiḳîne in şâe ev yetûbe `aleyhim. inne-llâhe kâne gafûrar raḥîmâ.
Türkçe:
Çünkü Allah, doğru sözlülere doğruluklarının karşılığını verecek. İkiyüzlülere de dilerse azap edecek. Belki de onlara tövbe nasip edecek. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
İngilizce:
That Allah may reward the men of Truth for their Truth, and punish the Hypocrites if that be His Will, or turn to them in Mercy: for Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.
Fransızca:
afin qu'Allah récompense les véridiques pour leur sincérité, et châtie, s'Il veut, les hypocrites, ou accepte leur repentir. Car Allah est Pardonneur et Miséricordieux.
Almanca:
(Es geschah so), damit ALLAH den Wahrhaftigen für ihreWahrhaftigkeit vergilt und die Munafiq peinigt, wenn ER will, oder ER vergibt ihnen. Gewiß, ALLAH ist 2 immer allvergebend, allgnädig.
Rusça:
Это происходит для того, чтобы Аллах воздал правдивым за их правдивость и наказал лицемеров, если Он пожелает этого, или принял их покаяния. Воистину, Аллах - Прощающий, Милосердный.
Arapça:
لِّيَجْزِيَ اللَّهُ الصَّادِقِينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ إِن شَاءَ أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Çünkü Allah sadıklara sadakatleriyle mükafat verecek, dilerse münafıklara da azab edecek veya tevbe nasib edecektir. Şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir.
Diyanet Vakfı:
Çünkü Allah sadakat gösterenleri sadakatları sebebiyle mükafatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

veradde-llâhü-lleẕîne keferû bigayżihim lem yenâlû ḫayrâ. vekefe-llâhü-lmü'minîne-lḳitâl. vekâne-llâhü ḳaviyyen `azîzâ.
Türkçe:
Allah, küfre sapanları öfkeleriyle yüz geri etti; hiçbir hayra ulaşamadılar. Allah, çarpışma sırasında müminler için yeterli oldu. Allah Kavî'dir, Azîz'dir.
İngilizce:
And Allah turned back the Unbelievers for (all) their fury: no advantage did they gain; and enough is Allah for the believers in their fight. And Allah is full of Strength, able to enforce His Will.
Fransızca:
Et Allah a renvoyé, avec leur rage, les infidèles sans qu'ils n'aient obtenu aucun bien, et Allah a épargné aux croyants le combat. Allah est Fort et Puissant.
Almanca:
Und ALLAH wehrte diejenigen, die Kufr betrieben haben, mit ihrer Wut ab. Sie erreichten nichts Gutes. Und ALLAH ersparte den Mumin den Kampf. Und ALLAH ist immer allkraftvoll, allwürdig.
Rusça:
Аллах вернул неверующих в ярости (или по причине их ярости), и они не обрели добра. Аллах избавил верующих от сражения. Аллах - Всесильный, Могущественный.
Arapça:
وَرَدَّ اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْرًا ۚ وَكَفَى اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ الْقِتَالَ ۚ وَكَانَ اللَّهُ قَوِيًّا عَزِيزًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hem Allah kâfirleri herhangi bir hayra ulaşmadan hınçlarıyle defetti. Bu şekilde Allah, müminlere savaşta kâfi geldi. Allah çok güçlüdür, çok üstündür.
Diyanet Vakfı:
Allah, o inkar edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allah (ın yardımı) savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir.

veenzele-lleẕîne żâherûhüm min ehli-lkitâbi min ṣayâṣîhim veḳaẕefe fî ḳulûbihimü-rru`be ferîḳan taḳtülûne vete'sirûne ferîḳâ.
Türkçe:
Allah, Ehlikitap'tan onlara arka çıkanları, kulelerinden/kalelerinden indirdi, kalplerine korku saldı: Bir grubunu öldürüyordunuz, bir grubunu da esir ediyordunuz.
İngilizce:
And those of the People of the Book who aided them - Allah did take them down from their strongholds and cast terror into their hearts. (So that) some ye slew, and some ye made prisoners.
Fransızca:
Et Il a fait descendre de leurs forteresses ceux des gens du Livre qui les avaient soutenus [les coalisés], et Il a jeté l'effroi dans leurs coeurs; un groupe d'entre eux vous tuiez, et un groupe vous faisiez prisonniers.
Almanca:
Und ALLAH ließ diejenigen von den Schriftbesitzern, die ihnen (Al-ahzab) den Rücken stärkten, von ihren Burgen heruntersteigen, und ER jagte Schrecken in ihre Herzen ein - eine Gruppe habt ihr getötet und eine Gruppe habt ihr gefangen genommen.
Rusça:
Он вывел из крепостей тех людей Писания, которые помогали им (союзникам), и вселил в их сердца страх. Одну часть их вы убили, а другую взяли в плен.
Arapça:
وَأَنزَلَ الَّذِينَ ظَاهَرُوهُم مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مِن صَيَاصِيهِمْ وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَرِيقًا تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَرِيقًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hem de kitap ehlinden onlara yardım edenleri kalplerine korku düşürerek kalelerinden indirdi, siz onların bir kısmını katlediyordunuz, bir kısmını da esir alıyordunuz.
Diyanet Vakfı:
Allah, ehl-i kitaptan, onlara (müşrik ordularına) yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz.

veevraŝeküm arḍahüm vediyârahüm veemvâlehüm vearḍal lem teṭaûhâ. vekâne-llâhü `alâ külli şey'in ḳadîrâ.
Türkçe:
Sizi onların yerlerine-yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız bir toprağa mirasçı kıldı. Allah'ın her şeye gücü yeter.
İngilizce:
And He made you heirs of their lands, their houses, and their goods, and of a land which ye had not frequented (before). And Allah has power over all things.
Fransızca:
Et Il vous a fait hériter leur terre, leurs demeures, leurs biens, et aussi une terre que vous n'aviez point foulée. Et Allah est Omnipotent.
Almanca:
Und ER ließ euch ihr Land, ihre Wohnstätten und ihr Vermögen beerben sowie ein Land, das ihr noch nicht betreten habt. Und ALLAH ist immer über alles allmächtig.
Rusça:
Он дал вам в наследство их землю, их дома, их имущество и землю, на которую вы даже не ступали. Аллах способен на всякую вещь.
Arapça:
وَأَوْرَثَكُمْ أَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ وَأَرْضًا لَّمْ تَطَئُوهَا ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Allah) onların arazilerini, yurtlarını ve mallarını size miras kıldı. Bir de henüz ayak basmadığınız bir yeri (size miras kıldı). Allah, her şeye kâdirdir.
Diyanet Vakfı:
Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah'ın her şeye gücü yeter.
Sayfalar
