Sayfa 303

innâ mekkennâ lehû fi-l'arḍi veâteynâhü min külli şey'in sebebâ.

Türkçe:
Biz onun için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona herşeyden bir sebep verdik.
İngilizce:
Verily We established his power on earth, and We gave him the ways and the means to all ends.
Fransızca:
Vraiment, Nous avons affermi sa puissance sur terre, et Nous lui avons donné libre voie à toute chose.
Almanca:
Gewiß, WIR gewährten ihm Macht auf Erden und gaben ihm zu jeder Sache einen Zugang.
Rusça:
Воистину, Мы наделили его властью на земле и одарили его всякими возможностями.
Arapça:
إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Gerçekten biz onu (Zülkarneyn'i) yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmesinin bir yolunu verdik.
Diyanet Vakfı:
Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.

feetbe`a sebebâ.

Türkçe:
O da bir sebebi izledi.
İngilizce:
One (such) way he followed,
Fransızca:
Il suivit donc une voie.
Almanca:
Dann folgte er einem Weg.
Rusça:
Он отправился в путь.
Arapça:
فَأَتْبَعَ سَبَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Derken o da bu yollardan birini tutup gitti.
Diyanet Vakfı:
O da bir yol tutup gitti.

ḥattâ iẕâ belega magribe-şşemsi vecedehâ tagrubü fî `aynin ḥamietiv vevecede `indehâ ḳavmâ. ḳulnâ yâ ẕe-lḳarneyni immâ en tü`aẕẕibe veimmâ en tetteḫiẕe fîhim ḥusnâ.

Türkçe:
Nihayet, Güneş'in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın."
İngilizce:
Until, when he reached the setting of the sun, he found it set in a spring of murky water: Near it he found a People: We said: "O Zul-qarnain! (thou hast authority,) either to punish them, or to treat them with kindness."
Fransızca:
Et quand il eut atteint le Couchant, il trouva que le soleil se couchait dans une source boueuse , et, après d'elle il trouva une peuplade [impie]. Nous dîmes : "ô Zul-Qarnayn ! ou tu les châties, ou tu uses de bienveillance à leur égard".
Almanca:
Als er dann (den Ort) des Sonnenuntergangs erreichte, fand er sie so, daß sie in einer schlammigen Quelle untergehe, und er fand in ihrer Nähe Leute. WIR sagten: "Dhul-qarnain! Entweder peinigst du sie, oder du gewährst ihnen Gutes."
Rusça:
Когда он прибыл туда, где закатывается солнце, он обнаружил, что оно закатывается в мутный (или горячий) источник. Около него он нашел народ. Мы сказали: "О Зуль Карнейн! Либо ты накажешь их, либо сделаешь им добро".
Arapça:
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا ۗ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: "Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın."
Diyanet Vakfı:
Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.

ḳâle emmâ men żaleme fesevfe nü`aẕẕibühû ŝümme yüraddü ilâ rabbihî feyü`aẕẕibühû `aẕâben nükrâ.

Türkçe:
Dedi: "Zulmedene azap edeceğiz; sonra Rabbine döndürülecek; O da onu görülmedik bir azaba çeker."
İngilizce:
He said: "Whoever doth wrong, him shall we punish; then shall he be sent back to his Lord; and He will punish him with a punishment unheard-of (before).
Fransızca:
Il dit : "Quant à celui qui est injuste, nous le châtierons; ensuite il sera ramené vers son Seigneur qui le punira d'un châtiment terrible.
Almanca:
Er sagte: "Hinsichtlich dessen, der Unrecht beging, den werden wir peinigen, dann wird er zu seinem HERRN zurückgebracht, dann wird ER ihn einer ungeheuerlichen Peinigung unterziehen.
Rusça:
Он сказал: "Того, кто поступает несправедливо, мы накажем, а потом его возвратят к его Господу, и Он подвергнет его тяжким мучениям.
Arapça:
قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَىٰ رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O da demişti ki: "Kim haksızlık ederse muhakkak ona azab edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, O da onu görülmemiş bir azabla cezalandırır."
Diyanet Vakfı:
O, şöyle dedi: "Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine gönderilecek; sonra Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak."

veemmâ men âmene ve`amile ṣâliḥan felehû cezâen-lḥusnâ. veseneḳûlü lehû min emrinâ yüsrâ.

Türkçe:
"İman edip hayra ve barışa yönelik iş yapana gelince, onun için ödül olarak en güzeli var. Ve ona, buyruğumuzdan, kolay olanı söyleyeceğiz."
İngilizce:
But whoever believes, and works righteousness,- he shall have a goodly reward, and easy will be his task as We order it by our Command.
Fransızca:
Et quant à celui qui croit et fait bonne oeuvre, il aura, en retour, la plus belle récompense. Et nous lui donnerons des ordres faciles à exécuter".
Almanca:
Doch hinsichtlich dessen, der den Iman verinnerlichte und gottgefällig Gutes tat, für den ist die gute Belohnung bestimmt, und wir werden ihm Leichtes gebieten."
Rusça:
Тому же, кто уверовал и поступает праведно, будет наилучшее воздаяние, и мы скажем ему наши легкие повеления".
Arapça:
وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَىٰ ۖ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Amma her kim de iman edip iyi bir iş yaparsa, buna da en güzel mükâfat vardır. Biz ona dünyada kolaylık gösterir zor işlere koşmayız.
Diyanet Vakfı:
"İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz."

ŝümme etbe`a sebebâ.

Türkçe:
Sonra bir sebebi daha izledi.
İngilizce:
Then followed he (another) way,
Fransızca:
Puis, il suivit (une autre) voie.
Almanca:
Dann folgte er einem Weg.
Rusça:
Потом он отправился в путь дальше.
Arapça:
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra Zülkarneyn yine bir yol tuttu.
Diyanet Vakfı:
Sonra yine bir yol tuttu.

ḥattâ iẕâ belega maṭli`a-şşemsi vecedehâ taṭlü`u `alâ ḳavmil lem nec`al lehüm min dûnihâ sitrâ.

Türkçe:
Bir süre sonra, Güneş'in doğduğu yere varınca onu, ona karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu.
İngilizce:
Until, when he came to the rising of the sun, he found it rising on a people for whom We had provided no covering protection against the sun.
Fransızca:
Et quand il eut atteint le Levant, il trouva que le soleil se levait sur une peuplade à laquelle Nous n'avions pas donné de voile pour s'en protéger.
Almanca:
Als er dann (den Ort) des Sonnenaufgangs erreichte, fand er sie so, daß sie über Leute aufgeht, gegen sie WIR ihnen keinen Schutz gaben.
Rusça:
Когда он прибыл туда, где восходит солнце, он обнаружил, что оно восходит над людьми, которым Мы не установили от него никакого прикрытия.
Arapça:
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَىٰ قَوْمٍ لَّمْ نَجْعَل لَّهُم مِّن دُونِهَا سِتْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet güneşin doğduğu yere vardığında, güneşin kendilerini ondan koruyacak bir siper yapmadığımız bir kavim üzerine doğmakta olduğunu gördü.
Diyanet Vakfı:
Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.

keẕâlik. veḳad eḥaṭnâ bimâ ledeyhi ḫubrâ.

Türkçe:
İşte böyle! Biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.
İngilizce:
(He left them) as they were: We completely understood what was before him.
Fransızca:
Il en fut ainsi et Nous embrassons de Notre Science ce qu'il détenait.
Almanca:
Solcherart war es. Und bereits hatten WIR umfassendes Wissen über das, worüber er verfügte.
Rusça:
Вот так! Мы объяли знанием все, что происходило с ним.
Arapça:
كَذَٰلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte Zülkarneyn'in kudret ve saltanatı böyleydi. Ve biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.
Diyanet Vakfı:
İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık.

ŝümme etbe`a sebebâ.

Türkçe:
Sonra yine bir sebebi izledi.
İngilizce:
Then followed he (another) way,
Fransızca:
Puis, il suivit (une autre) voie.
Almanca:
Dann folgte er einem Weg.
Rusça:
Потом он отправился в путь дальше.
Arapça:
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra yine bir yol tuttu.
Diyanet Vakfı:
Sonra yine bir yol tuttu.

ḥattâ iẕâ belegae beyne-sseddeyni vecede min dûnihimâ ḳavmel lâ yekâdûne yefḳahûne ḳavlâ.

Türkçe:
Nihayet, iki set arasında ulaştı. Setler arasında öyle bir topluluk buldu ki neredeyse söz anlamıyorlardı.
İngilizce:
Until, when he reached (a tract) between two mountains, he found, beneath them, a people who scarcely understood a word.
Fransızca:
Et quant il eut atteint un endroit situé entre les Deux Barrières (montagnes), il trouva derrière elles une peuplade qui ne comprenait presque aucun langage.
Almanca:
Als er dann (den Ort) zwischen den beiden Wällen erreichte, fand er hinter ihnen Leute, die kaum Gesagtes verstanden.
Rusça:
Когда он достиг двух горных преград, он обнаружил перед ними людей, которые почти не понимали речи.
Arapça:
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوْمًا لَّا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiç söz anlamayan bir kavim bulmuştu.
Diyanet Vakfı:
Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.

Sayfalar

Sayfa 303 beslemesine abone olun.