Sayfa 166

feiẕâ câethümü-lḥasenetü ḳâlû lenâ hâẕih. vein tüṣibhüm seyyietüy yeṭṭayyerû bimûsâ vemem me`ah. elâ innemâ ṭâiruhüm `inde-llâhi velâkinne ekŝerahüm lâ ya`lemûn.

Türkçe:
Onlara bir iyilik geldiğinde, "Bu bizimdir!" derlerdi. Kendilerine bir kötülük dokunduğunda ise Mûsa ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. Gözünüzü açın! Onların uğursuzluk kuşu, Allah katındadır, fakat çokları bilmiyorlar.
İngilizce:
But when good (times) came, they said, "This is due to us;" When gripped by calamity, they ascribed it to evil omens connected with Moses and those with him! Behold! in truth the omens of evil are theirs in Allah's sight, but most of them do not understand!
Fransızca:
Et quand le bien-être leur vint, ils dirent : "Cela nous est dû"; et si un mal les atteignait, ils voyaient en Moïse et ceux qui étaient avec lui un mauvais augure. En vérité leur sort dépend uniquement d'Allah ? Mais la plupart d'entre eux ne savent pas.
Almanca:
Und als sie Gutes traf, sagten sie: "Dies ist unser (Verdienst)!" Und wenn Schlechtes sie berührte, prophezeiten sie von Musa und von denen, die mit ihm waren, Unheilvolles. Ja! Das von euch (prophezeite) Unheilvolle ist doch nur von ALLAH, aber die meisten von ihnen wissen es nicht.
Rusça:
Когда их постигало добро, они говорили: "Это - для нас". А когда их постигало зло, они связывали его с Мусой (Моисеем) и теми, кто был с ним. Воистину, их дурные предзнаменования были у Аллаха, но большинство из них не знает этого.
Arapça:
فَإِذَا جَاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هَٰذِهِ ۖ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُ ۗ أَلَا إِنَّمَا طَائِرُهُمْ عِندَ اللَّهِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Fakat kendilerine iyilik geldiği zaman, işte bu bizim hakkımızdır, dediler, başlarına bir kötülük gelince de, işte bu Musa ile yanındakilerin uğursuzluğu yüzünden, dediler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındandır. Lâkin çoğu bunu bilmezler.
Diyanet Vakfı:
Onlara bir iyilik (bolluk) gelince, "Bu bizim hakkımızdır" derler; eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı. Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk Allah katındandır, fakat onların çoğu bunu bilmezler.

veḳâlû mehmâ te'tinâ bihî min âyetil litesḥaranâ bihâ femâ naḥnü leke bimü'minîn.

Türkçe:
Şunu da söylediler: "Bizi büyülemek için, bize istediğin kadar ayet getir. Sana inanmayacağız."
İngilizce:
They said (to Moses): "Whatever be the Signs thou bringest, to work therewith thy sorcery on us, we shall never believe in thee.
Fransızca:
Et ils dirent : "Quel que soit le miracle que tu nous apportes pour nous fasciner, nous ne croirons pas en toi".
Almanca:
Und sie sagten: "Egal welche Aya du uns vollbringst, um uns damit zu verzaubern, wir werden dir keinen Iman schenken ."
Rusça:
Они сказали: "Какие бы знамения ты ни показывал, чтобы околдовать нас ими, мы не поверим тебе".
Arapça:
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ مِنْ آيَةٍ لِّتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve sen büyülemek için her ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz, dediler.
Diyanet Vakfı:
Ve dediler ki: "Bizi sihirlemek için ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz."

feerselnâ `aleyhimu-ṭṭûfâne velcerâde velḳummele veḍḍafâdi`a veddeme âyâtim müfeṣṣalâtin festekberû vekânû ḳavmem mücrimîn.

Türkçe:
Biz de onlar üzerine, açık açık mucizeler olarak tufan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de kibre saptılar ve günahkâr bir topluluk oluverdiler.
İngilizce:
So We sent (plagues) on them: Wholesale death, Locusts, Lice, Frogs, And Blood: Signs openly self-explained: but they were steeped in arrogance,- a people given to sin.
Fransızca:
Et Nous avons alors envoyé sur eux l'inondation, les sauterelles, les poux (ou la calandre), les grenouilles et le sang, comme signes explicites, Mais ils s'enflèrent d'orgueil et demeurèrent un peuple criminel.
Almanca:
So schickten WIR ihnen Überschwemmung, Heuschrecken, Läuse, Frösche und Blut als deutliche Ayat, dann haben sie sich in Arroganz erhoben und waren schwer verfehlende Leute.
Rusça:
Мы наслали на них потоп, саранчу, вшей, жаб и кровь в качестве различных знамений. Однако они возгордились - они были народом грешным.
Arapça:
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُّفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُّجْرِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz de kudretimizin ayrı ayrı alâmetleri olmak üzere başlarına tufan, çekirge, haşereler, kurbağalar ve kan gönderdik, yine inad edip direndiler ve çok mücrim (suçlu) bir kavim oldular.
Diyanet Vakfı:
Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkar bir kavim oldular.

velemmâ veḳa`a `aleyhimü-rriczü ḳâlû yâ mûse-d`u lenâ rabbeke bimâ `ahide `indek. lein keşefte `anne-rricze lenü'minenne leke velenürsilenne me`ake benî isrâîl.

Türkçe:
Pislik üzerlerine çökünce şöyle dediler: "Ey Mûsa! Sana verdiği söze dayanarak Rabbine bizim için dua et! Şu pisliği üzerimizden kaldırırsa, sana kesinlikle inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte mutlaka göndereceğiz."
İngilizce:
Every time the penalty fell on them, they said: "O Moses! on your behalf call on thy Lord in virtue of his promise to thee: If thou wilt remove the penalty from us, we shall truly believe in thee, and we shall send away the Children of Israel with thee."
Fransızca:
Et quand le châtiment les frappa, ils dirent : "ô Moïse, invoque pour nous ton Seigneur en vertu de l'engagement qu'Il t'a donné. Si tu éloignes de nous le châtiment, nous croirons certes en toi et laisserons partir avec toi les enfants d'Israël".
Almanca:
Und als sie die Peinigung überkam, sagten sie: "Musa! Richte für uns Bittgebete an deinen HERRN, wie ER es dir geboten hat. Wenn ER von uns die Peinigung wegnimmt, gewiß werden wir den Iman an dich verinnerlichen und mit dir Israils Kinder doch mitschicken.
Rusça:
Когда наказание поразило их, они сказали: "О Муса (Моисей)! Помолись за нас твоему Господу о том, что Он обещал тебе. Если ты избавишь нас от наказания, то мы поверим тебе и отпустим с тобой сынов Исраила (Израиля)".
Arapça:
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَ ۖ لَئِن كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَائِيلَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ne zaman ki, azap üzerlerine çöktü, dediler ki, "Ey Musa! Bizim için Rabbine dua et, sana olan ahdi hürmetine eğer bizden bu azabı kaldırır uzaklaştırırsan, yemin olsun ki, sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve İsrailoğullarını seninle birlikte göndereceğiz."
Diyanet Vakfı:
Azap üzerlerine çökünce, "Ey Musa! sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak İsrailoğullarını seninle göndereceğiz" dediler.

felemmâ keşefnâ `anhümü-rricze ilâ ecelin hüm bâligûhü iẕâ hüm yenküŝûn.

Türkçe:
Dolduracakları bir süreye kadar kendilerinden azabı kaldırdığımızda, hemen yeminlerini bozdular.
İngilizce:
But every time We removed the penalty from them according to a fixed term which they had to fulfil,- Behold! they broke their word!
Fransızca:
Et quand Nous eûmes éloigné d'eux le châtiment jusqu'au terme fixé qu'ils devaient atteindre, voilà qu'ils violèrent l'engagement.
Almanca:
Doch als WIR von ihnen die Peinigung - bis zu einer für sie festgelegten Frist, weggenommen haben, hielten sie (ihr Versprechen) nicht ein.
Rusça:
Когда же Мы избавили их от наказания до определенного срока, которого они непременно должны были достичь, они нарушили обещание.
Arapça:
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَىٰ أَجَلٍ هُم بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ne zaman ki, belli bir süreye kadar onlardan azabı kaldırdık, derhal yeminlerini bozdular.
Diyanet Vakfı:
Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca hemen sözlerinden dönüverdiler.

fenteḳamnâ minhüm feagraḳnâhüm fi-lyemmi biennehüm keẕẕebû biâyâtinâ vekânû `anhâ gâfilîn.

Türkçe:
Bunun üzerine biz de onlardan öc aldık: Ayetlerimizi yalanladıkları, onlara aldırmazlık ettikleri için hepsini suda boğduk.
İngilizce:
So We exacted retribution from them: We drowned them in the sea, because they rejected Our Signs and failed to take warning from them.
Fransızca:
Alors Nous Nous sommes vengés d'eux; Nous les avons noyés dans les flots, parce qu'ils traitaient de mensonges Nos signes et n'y prêtaient aucune attention.
Almanca:
So übten WIR an ihnen Vergeltung. Dann haben WIR sie im Meer ertrinken lassen, weil sie Unsere Ayat leugneten und ihnen gegenüber achtlos zu sein pflegten.
Rusça:
Мы отомстили им и потопили их в море за то, что они сочли ложью Наши знамения и пренебрегли ими.
Arapça:
فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz de, âyetlerimizi inkâr ettikleri ve onlara kulak vermedikleri için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk.
Diyanet Vakfı:
Biz de ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk.

veevraŝne-lḳavme-lleẕîne kânû yüstaḍ`afûne meşâriḳa-l'arḍi vemegâribehe-lletî bâraknâ fîhâ. vetemmet kelimetü rabbike-lḥusnâ `alâ benî isrâîle bimâ ṣaberû. vedemmernâ mâ kâne yaṣne`u fir`avnü veḳavmühû vemâ kânû ya`rişûn.

Türkçe:
Ezilip itilmekte olan topluluğu da içine bereketler doldurduğumuz toprağın doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin, İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden hedefine vardı. Firavun ve toplumunun sanayi olarak meydana getirdiklerini de dikip yükselttikleri sarayları da yere geçirdik.
İngilizce:
And We made a people, considered weak (and of no account), inheritors of lands in both east and west, - lands whereon We sent down Our blessings. The fair promise of thy Lord was fulfilled for the Children of Israel, because they had patience and constancy, and We levelled to the ground the great works and fine buildings which Pharaoh and his people erected (with such pride).
Fransızca:
Et les gens qui étaient opprimés, Nous les avons fait hériter les contrées orientales et occidentales de la terre que Nous avons bénies. Et la très belle promesse de ton Seigneur sur les enfants d'Israël s'accomplit pour prix de leur endurance. Et Nous avons détruit ce que faisaient Pharaon et son peuple, ainsi que ce qu'ils construisaient.
Almanca:
Und WIR ließen diejenigen Leute, die unterdrückt wurden, erben das Östliche und das Westliche des Landes, das WIR mit Baraka erfüllt haben. Und das gute Versprechen deines HERRN für die Kinder Israils wurde vollständig eingelöst als Belohnung für die Geduld, die sie aufbrachten. Und WIR vernichteten das, was Pharao und seine Leute bewerkstelligten, und das, was sie an Bauten errichteten.
Rusça:
Мы даровали в наследие тем, которых считали слабыми, восточные и западные земли, которые Мы благословили. Сбылось прекрасное Слово твоего Господа о сынах Исраила (Израиля), поскольку они проявили терпение. Мы разрушили то, что содеяли Фараон и его народ и что они воздвигали.
Arapça:
وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا ۖ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَىٰ عَلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ بِمَا صَبَرُوا ۖ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve o hırpalanıp ezilmekte olan kavmi de yeryüzünün, bereketle donattığımız doğusuna ve batısına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrailoğullarına olan o güzel vaadi, sabırları yüzünden gerçekleşti. Biz de Firavun ile kavminin yapageldikleri sanat eserlerini ve diktikleri binaları yerle bir ettik.
Diyanet Vakfı:
Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helak ettik.
Sayfa 166 beslemesine abone olun.