
raḍû biey yekûnû me`a-lḫavâlifi veṭubi`a `alâ ḳulûbihim fehüm lâ yefḳahûn.
Türkçe:
Geride kalan kadınlarla beraber olmayı yeğlediler. Kalpleri üzerine mühür basılmıştır. Artık anlayıp kavrayamazlar.
İngilizce:
They prefer to be with (the women), who remain behind (at home): their hearts are sealed and so they understand not.
Fransızca:
Il leur plaît, (après le départ des combattants) de demeurer avec celles qui sont restées à l'arrière. Leurs coeurs ont été scellés et ils ne comprennent rien .
Almanca:
Sie waren einverstanden, mit den Zurückgebliebenen zu sein. Und ihre Herzen wurden versiegelt, so begreifen sie nicht.
Rusça:
Они были довольны тем, что оказались среди тех, кто остался позади. Их сердца запечатаны, и они не понимают истины.
Arapça:
رَضُوا بِأَن يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar, oturanlarla beraber oturmaktan hoşlandılar. Kalblerine mühür vuruldu. Bundan dolayı onlar anlayışsızdırlar.
Diyanet Vakfı:
Geride kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldular, onların kalplerine mühür vuruldu. Bu yüzden onlar anlamazlar.

lâkini-rrasûlü velleẕîne âmenû me`ahû câhedû biemvâlihim veenfüsihim. veülâike lehümü-lḫayrât. veülâike hümü-lmüfliḥûn.
Türkçe:
Fakat resul ve onunla birlikte iman edenler, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. İşte bunlarındır tüm hayırlar. İşte bunlardır tam kurtulanlar.
İngilizce:
But the Messenger, and those who believe with him, strive and fight with their wealth and their persons: for them are (all) good things: and it is they who will prosper.
Fransızca:
Mais le Messager et ceux qui ont cru avec lui ont lutté avec leurs biens et leurs personnes. Ceux-là auront les bonnes choses et ce sont eux qui réussiront .
Almanca:
Doch der Gesandte und diejenigen, die den Iman mit ihm verinnerlichten, haben Dschihad mit ihrem Vermögen und mit sich selbst geleistet. Für diese sind die guten Dinge bestimmt und diese sind die wirklichen Erfolgreichen.
Rusça:
Однако Посланник и те, которые уверовали вместе с ним, сражались своим имуществом и своими душами. Им уготованы блага. Именно они являются преуспевшими.
Arapça:
لَٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ ۚ وَأُولَٰئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُ ۖ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Fakat Peygamber ve onunla beraber olan müminler mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır. Murada erenler de işte onlardır.
Diyanet Vakfı:
Fakat Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir.

e`adde-llâhü lehüm cennâtin tecrî min taḥtihe-l'enhâru ḫâlidîne fîhâ. ẕâlike-lfevzü-l`ażîm.
Türkçe:
Allah onlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Sürekli kalacaklardır orada. İşte budur büyük başarı.
İngilizce:
Allah hath prepared for them gardens under which rivers flow, to dwell therein: that is the supreme felicity.
Fransızca:
Allah a préparé pour eux des Jardins sous lesquels coulent les ruisseaux, pour qu'ils y demeurent éternellement. Voilà l'énorme succès !
Almanca:
ALLAH hat für sie Dschannat vorbereitet, die von Flüssen durchflossen werden. Darin werden sie ewig bleiben. Dies ist der unermeßliche Gewinn.
Rusça:
Аллах приготовил для них Райские сады, в которых текут реки. Они пребудут в них вечно. Это - великое преуспеяние.
Arapça:
أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah onlara, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İçlerinde ebedi kalacaklar. İşte o büyük kurtuluş budur.
Diyanet Vakfı:
Allah, onlara içinde ebedi kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kazanç budur.

vecâe-lmü`aẕẕirûne mine-l'a`râbi liyü'ẕene lehüm veḳa`ade-lleẕîne keẕebü-llâhe verasûleh. seyüṣîbü-lleẕîne keferû minhüm `aẕâbün elîm.
Türkçe:
Göçebe Arapların özür bahane edenleri kendilerine izin verilmesi için geldiler; Allah'a ve resulüne yalan söyleyenler oturdular. Onların küfre sapanlarına korkunç bir azap erişecektir.
İngilizce:
And there were, among the desert Arabs (also), men who made excuses and came to claim exemption; and those who were false to Allah and His Messenger (merely) sat inactive. Soon will a grievous penalty seize the Unbelievers among them.
Fransızca:
Et parmi les Bédouins, certains sont venus demander d'être dispensés (du combat). Et ceux qui ont menti à Allah et à Son messager sont restés chez eux. Un châtiment douloureux affligera les mécréants d'entre eux.
Almanca:
Und die mit einer Entschuldigung Täuschenden von den Wüstenarabern kamen, damit ihnen Erlaubnis erteilt wird. Und diejenigen, die ALLAH und Seinen Gesandten belogen, blieben (als Drückeberger) zurück. Diejenigen, die Kufr betrieben haben unter ihnen wird eine qualvolle Peinigung treffen.
Rusça:
Бедуины, которые уклонялись под благовидным предлогом, пришли для того, чтобы он позволил им остаться, и те из них, которые солгали Аллаху и Его Посланнику, остались сидеть. Тех из них, которые не уверовали, постигнут мучительные страдания.
Arapça:
وَجَاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذِينَ كَذَبُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ ۚ سَيُصِيبُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bedevilerden özür bahane edenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Resulüne yalan söyleyenler de oturdular kaldılar. Bunlardan kâfir olanlara acıklı bir azap isabet edecektir.
Diyanet Vakfı:
Bedevilerden, (mazeretleri olduğunu) iddia edenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah ve Resulüne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Onlardan kafir olanlara elem verici bir azap erişecektir.

leyse `ale-ḍḍu`afâi velâ `ale-lmerḍâ velâ `ale-lleẕîne lâ yecidûne mâ yünfiḳûne ḥaracün iẕâ neṣaḥû lillâhi verasûlih. mâ `ale-lmuḥsinîne min sebîlin. vellâhü gafûrur raḥîm.
Türkçe:
Güçsüzlere, hastalara, infak edecek bir şey bulamayanlara, Allah ve resulü için öğüt verdikleri takdirde bir günah yoktur. Güzel davrananlar aleyhine bir yol yok. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
İngilizce:
There is no blame on those who are infirm, or ill, or who find no resources to spend (on the cause), if they are sincere (in duty) to Allah and His Messenger: no ground (of complaint) can there be against such as do right: and Allah is Oft-forgiving, Most Merciful.
Fransızca:
Nul grief sur les faibles, ni sur les malades, ni sur ceux qui ne trouvent pas de quoi dépenser (pour la cause d'Allah), s'ils sont sincères envers Allah et Son messager. Pas de reproche contre les bienfaiteurs. Allah est Pardonneur et Miséricordieux.
Almanca:
Weder für die Schwachen, noch für die Kranken, noch für diejenigen, die nichts zum Spenden finden, ist es eine Verfehlung, wenn sie ALLAH und Seinem Gesandten gegenüber aufrichtig waren. Weder gegen die Muhsin gibt es etwas (zu mißbilligen) - und ALLAH ist allvergebend, allgnädig -
Rusça:
Нет греха на немощных, больных и тех, которые не находят средств на пожертвования, если они искренни перед Аллахом и Его Посланником. Нет оснований укорять творящих добро. Воистину, Аллах - Прощающий, Милосердный.
Arapça:
لَّيْسَ عَلَى الضُّعَفَاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضَىٰ وَلَا عَلَى الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنفِقُونَ حَرَجٌ إِذَا نَصَحُوا لِلَّهِ وَرَسُولِهِ ۚ مَا عَلَى الْمُحْسِنِينَ مِن سَبِيلٍ ۚ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah ve Resulü adına nasihat ettikleri takdirde ne zayıflara, ne hastalara, ne de verecek birşey bulamayan yoksullara savaştan kalmaktan dolayı bir günah yoktur. İyilik edenleri ayıplamaya bir yol yoktur. Allah gafurdur, rahîmdir.
Diyanet Vakfı:
Allah ve Resulü için (insanlara) öğüt verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve (savaşta) harcayacak bir şey bulamayanlara günah yoktur. Zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol (sorumluluk) yoktur. Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.

velâ `ale-lleẕîne iẕâ mâ etevke litaḥmilehüm ḳulte lâ ecidü mâ aḥmilüküm `aleyh. tevellev vea`yünühüm tefîḍu mine-ddem`i ḥazenen ellâ yecidû mâ yünfiḳûn.
Türkçe:
Kendilerini bindirmen için sana geldiklerinde sen, "Sizi bindirecek bir şey bulamam" deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından, üzüntüyle gözlerinden yaşlar boşalarak geri dönen kimseler için de herhangi bir günah yoktur.
İngilizce:
Nor (is there blame) on those who came to thee to be provided with mounts, and when thou saidst, "I can find no mounts for you," they turned back, their eyes streaming with tears of grief that they had no resources wherewith to provide the expenses.
Fransızca:
(Pas de reproche) non plus à ceux qui vinrent te trouver pour que tu leur fournisses une monture et à qui tu dis : "Je ne trouve pas de monture pour vous." Ils retournèrent les yeux débordant de larmes, tristes de ne pas trouver de quoi dépenser.
Almanca:
noch gegen diejenigen, die zu dir kamen, damit du ihnen Transportmittel bereitstellst, (zu denen) du jedoch sagtest: "Ich finde nichts (an Reittieren), worauf ich euch befördern könnte", dann sie umkehrten, während ihre Augen voller Tränen waren - aus Traurigkeit darüber, daß sie nichts finden, was sie spenden können.
Rusça:
Также нет греха на тех, которым, когда они пришли к тебе, чтобы ты обеспечил их верховыми животными, ты сказал: "Я не могу найти животных для вас". Они вернулись с глазами, полными слез от огорчения тем, что они не нашли средств на пожертвования.
Arapça:
وَلَا عَلَى الَّذِينَ إِذَا مَا أَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَا أَجِدُ مَا أَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ تَوَلَّوا وَّأَعْيُنُهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَنًا أَلَّا يَجِدُوا مَا يُنفِقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kendilerini bindirip savaşa gönderesin diye gönüllü olarak sana geldiklerinde, "Sizi bindirecek birşey bulamıyorum." dediğin zaman, bu uğurda harcayacakları birşey bulamadıklarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş döke döke geri dönüp gidenlere de bir günah yoktur.
Diyanet Vakfı:
Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde: Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum, deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş dökerek dönen kimselere de (sorumluluk yoktur).

inneme-ssebîlü `ale-lleẕîne yeste'ẕinûneke vehüm agniyâ'. raḍû biey yekûnû me`a-lḫavâlifi veṭabe`a-llâhü `alâ ḳulûbihim fehüm lâ ya`lemûn.
Türkçe:
Ancak şu kimseler aleyhine yol vardır: Zengin oldukları halde senden izin isterler. Arkada kalan kadınlarla beraber oturmaya razı olmuştur bunlar. Ve Allah, kalplerine mühür basmıştır, artık bilemezler.
İngilizce:
The ground (of complaint) is against such as claim exemption while they are rich. They prefer to stay with the (women) who remain behind: Allah hath sealed their hearts; so they know not (What they miss).
Fransızca:
Il n'y a de voie (de reproche à), vraiment, que contre ceux qui demandent d'être dispensés, alors qu'ils sont riches. Il leur plaît de demeurer avec celles qui sont restées à l'arrière. Et Allah a scellé leurs coeurs et ils ne savent pas.
Almanca:
Etwas (zu mißbilligen), gibt es ausschließlich gegen diejenigen, die dich um Erlaubnis (zum Zurückbleiben) bitten, während sie reich sind. Sie waren einverstanden damit, unter den Zurückbleibenden zu sein, und ALLAH hat ihre Herzen versiegelt, so wissen sie nicht.
Rusça:
Укора заслуживают только те, которые попросили тебя остаться дома, будучи богатыми. Они были рады оказаться среди тех, кто остался позади. Аллах запечатал их сердца, и они не знают истины.
Arapça:
۞ إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ أَغْنِيَاءُ ۚ رَضُوا بِأَن يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطَبَعَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kınamaya yol, ancak zengin oldukları halde geri kalmak için senden izin isteyenleredir. Bunlar geri kalanlarla beraber olmayı tercih ettiler. Allah da kalblerini mühürledi. Onlar, artık başlarına geleceği bilmezler.
Diyanet Vakfı:
Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir. Çünkü onlar geri kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldular. Allah da onların kalplerini mühürledi, artık onlar (neyin doğru olduğunu) bilmezler.
