
vece`ale fîhâ ravâsiye min fevḳihâ vebârake fîhâ veḳaddera fîhâ aḳvâtehâ fî erbe`ati eyyâm. sevâel lissâilîn.
Türkçe:
O, yeryüzüne, denge ve dayanıklık sağlayan dağları üstünden yerleştirdi. Onda bereketlere vücut verdi. Ve onda, azıklarını dört günde takdir edip düzenledi. İsteyip duranlar için eşit miktarda olmak üzere...
İngilizce:
He set on the (earth), mountains standing firm, high above it, and bestowed blessings on the earth, and measure therein all things to give them nourishment in due proportion, in four Days, in accordance with (the needs of) those who seek (Sustenance).
Fransızca:
C'est Lui qui fermement fixé des montagnes au-dessus d'elle, l'a bénie, et lui assigna ses ressources alimentaires en quatre jours d'égale durée. [Telle est la réponse] à ceux qui t'interrogent.
Almanca:
Und ER machte in ihr Festigende (Berge) von über ihr, setzte Baraka in sie und bestimmte in ihr ihre Nahrungen in ganzen vier Ay-yam für die Benötigenden.
Rusça:
Он воздвиг над землей незыблемые горы, наделил ее благодатью и распределил на ней пропитание для страждущих (или для тех, кто спрашивает) за четыре полных дня.
Arapça:
وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِن فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاءً لِّلسَّائِلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.
Diyanet Vakfı:
O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.

ŝümme-stevâ ile-ssemâi vehiye düḫânün feḳâle lehâ velil'arḍi-'tiyâ ṭav`an ev kerhâ. ḳâletâ eteynâ ṭâi`în.
Türkçe:
Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: "İsteyerek veya istemeyerek gelin!" Onlar şöyle dediler: "İsteyerek geldik!"
İngilizce:
Moreover He comprehended in His design the sky, and it had been (as) smoke: He said to it and to the earth: "Come ye together, willingly or unwillingly." They said: "We do come (together), in willing obedience."
Fransızca:
Il S'est ensuite adressé au ciel qui était alors fumée et lui dit, ainsi qu'à la terre : "Venez tous deux, bon gré, mal gré". Tous deux dirent : "Nous venons obéissants".
Almanca:
Dann wandte ER sich dem Himmel zu, während er noch Rauch war, dann sagte ER ihm und der Erde: "Kommt beide freiwillig oder widerwillig!" Beide sagten: "Wir kamen freiwillig."
Rusça:
Потом Он обратился к небу, которое было дымом, и сказал ему и земле: "Придите по доброй воле или против воли". Они сказали: "Мы придем по доброй воле".
Arapça:
ثُمَّ اسْتَوَىٰ إِلَى السَّمَاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin." dedi. Her ikisi de: "İsteyerek geldik" dediler.
Diyanet Vakfı:
Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler.

feḳaḍâhünne seb`a semâvâtin fî yevmeyni veevḥâ fî külli semâin emrahâ. vezeyyenne-ssemâe-ddünyâ bimeṣâbîḥ. veḥifżâ. ẕâlike taḳdîru-l`azîzi-l`alîm.
Türkçe:
Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, arza en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık. İşler bunlar Azîz ve Alîm olanın takdiridir.
İngilizce:
So He completed them as seven firmaments in two Days, and He assigned to each heaven its duty and command. And We adorned the lower heaven with lights, and (provided it) with guard. Such is the Decree of (Him) the Exalted in Might, Full of Knowledge.
Fransızca:
Il décréta d'en faire sept cieux en deux jours et révéla à chaque ciel sa fonction . Et Nous avons décoré le ciel le plus proche de lampes [étoiles] et l'avons protégé. Tel est l'Ordre établi par le Puissant, l'Omniscient.
Almanca:
Dann bestimmte ER sie zu sieben Himmeln in zwei Ay-yam, und ließ in jedem Himmel seine Anweisung als Wahy zuteil werden. Und WIR schmückten den untersten Himmel mit Lampen und Bewahrendem. Dies ist die Bestimmung Des Allwürdigen, Des Allwissenden.
Rusça:
Он сотворил их семью небесами за два дня и внушил каждому небу его обязанности. Мы украсили нижнее небо светильниками и оберегаем его (или для оберегания его). Таково предопределение Могущественного, Знающего".
Arapça:
فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَىٰ فِي كُلِّ سَمَاءٍ أَمْرَهَا ۚ وَزَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا ۚ ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
Diyanet Vakfı:
Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semayı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, aziz, alim Allah'ın takdiridir.

fein a`raḍû feḳul enẕertüküm ṣâ`iḳatem miŝle ṣâ`iḳati `âdiv veŝemûd.
Türkçe:
Yüz çevirirlerse şöyle de: "Sizi, Âd ve Semûd'a çarpan yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyarıyorum."
İngilizce:
But if they turn away, say thou: "I have warned you of a stunning Punishment (as of thunder and lightning) like that which (overtook) the 'Ad and the Thamud!"
Fransızca:
S'ils s'en détournent, alors dis-leur; "Je vous ai avertis d'une foudre semblable à celle qui frappa les Aad et les Tamud".
Almanca:
Und sollten sie sich abwenden, dann sag: "Ich warnte euch vor einem Blitzschlag wie der Blitzschlag von 'Aad und Thamud."
Rusça:
Если же они отвернутся, то скажи: "Я предостерегаю вас от мучений, подобных мучениям адитов и самудян".
Arapça:
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِّثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse de ki: "Ben sizi Âd ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım."
Diyanet Vakfı:
Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: İşte sizi Ad ve Semud'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgaya karşı uyarıyorum!

iẕ câethümü-rrusülü mim beyni eydîhim vemin ḫalfihim ellâ ta`büdû ille-llâh. ḳâlû lev şâe rabbünâ leenzele melâiketen feinnâ bimâ ürsiltüm bihî kâfirûn.
Türkçe:
Hani, resuller onlara önlerinden, arkalarından gelerek şöyle demişlerdi: "Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmeyin!" Şöyle cevap vermişlerdi: "Eğer Rabbimiz isteseydi, kesinlikle melekler indirirdi. Bu yüzden biz sizinle gönderileni tanımıyoruz."
İngilizce:
Behold, the messengers came to them, from before them and behind them, (preaching): "Serve none but Allah." They said, "If our Lord had so pleased, He would certainly have sent down angels (to preach). Now we reject your mission (altogether)."
Fransızca:
Quand les Messagers leur étaient venus, de devant eux et par derrière , [leur disant]: "N'adorez qu'Allah", ils dirent : "Si notre Seigneur avait voulu, Il aurait certainement fait descendre des Anges. Nous ne croyons donc pas a [au message] avec lequel vous avez été envoyés".
Almanca:
Als zu ihnen die Gesandten von vor ihnen und von hinter ihnen kamen: "Dient niemandem außer ALLAH." Sie sagten: "Hätte ALLAH gewollt, hätte ER doch Engel hinabgesandt. Also gewiß, wir sind dem gegenüber, womit ihr entsandt wurdet, kufr-betreibend."
Rusça:
Посланники приходили к ним спереди и сзади: "Не поклоняйтесь никому, кроме Аллаха". Они же говорили: "Если бы наш Господь захотел, то ниспослал бы ангелов. Воистину, Мы не веруем в то, с чем вы посланы".
Arapça:
إِذْ جَاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ ۖ قَالُوا لَوْ شَاءَ رَبُّنَا لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً فَإِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlara Allah'tan başkasına kulluk etmeyin diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği zaman: "Eğer Rabbimiz dileseydi mutlaka melekler indirirdi. Biz sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeylere inanmayız." dediler.
Diyanet Vakfı:
Peygamberler onlara: Önlerinden ve arkalarından gelerek Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, dedikleri zaman, "Rabbimiz dileseydi elbette melekler indirirdi. Onun için biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz" demişlerdi.

feemmâ `âdün festekberû fi-l'arḍi bigayri-lḥaḳḳi veḳâlû men eşeddü minnâ ḳuvveh. evelem yerav enne-llâhe-lleẕî ḫaleḳahüm hüve eşeddü minhüm ḳuvveh. vekânû biâyâtinâ yecḥadûn.
Türkçe:
Âd toplumu yeryüzünde haksız bir biçimde büyüklük tasladı da şöyle dediler: "Bizden daha güçlü kim var?" Onlar, kendilerini yaratan Allah'ın, evet O'nun, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Bunlar, bizim ayetlerimize de karşı çıkıyorlardı.
İngilizce:
Now the 'Ad behaved arrogantly through the land, against (all) truth and reason, and said: "Who is superior to us in strength?" What! did they not see that Allah, Who created them, was superior to them in strength? But they continued to reject Our Signs!
Fransızca:
Quant aux Aad, ils s'enflèrent d'orgueil sur terre injustement, et dirent : "Qui est plus fort que nous ? " Quoi ! N'ont-ils pas vu qu'en vérité Allah qui les a créés est plus fort qu'eux ? Et ils reniaient Nos signes.
Almanca:
Hinsichtlich 'Aad, sie erhoben sich in Arroganz auf Erden mit dem Unrecht und 3 sagten: "Wer ist noch mächtiger als wir?" Sahen sie etwa nicht, daß ALLAH, Der sie erschuf, noch mächtiger als sie ist?! Und sie pflegten Unsere Ayat abzuleugnen.
Rusça:
Что касается адитов, то они возгордились на земле безо всякого права и сказали: "Кто может превзойти нас силой?" Неужели они не видели, что Аллах, Который сотворил их, превосходит их силой? Они отвергали Наши знамения.
Arapça:
فَأَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ أَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً ۖ أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَهُمْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً ۖ وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Âd kavmine gelince onlar yeryüzünde büyüklük tasladılar ve: "Bizden daha kuvvetli kim vardır?" dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.
Diyanet Vakfı:
Ad kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: Bizden daha kuvvetli kim var? dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim ayetlerimizi (mucizelerimizi) inkar ediyorlardı.

feerselnâ `aleyhim rîḥan ṣarṣaran fî eyyâmin neḥisâtil linüẕîḳahüm `aẕâbe-lḫizyi fi-lḥayâti-ddünyâ. vele`aẕâbü-l'âḫirati aḫzâ vehüm lâ yünṣarûn.
Türkçe:
Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Âhiretin azabı elbette ki daha rezil edicidir. Üstelik onlar hiçbir yardım da görmeyeceklerdir.
İngilizce:
So We sent against them a furious Wind through days of disaster, that We might give them a taste of a Penalty of humiliation in this life; but the Penalty of a Hereafter will be more humiliating still: and they will find no help.
Fransızca:
Nous déchaînâmes contre eux un vent violent et glacial en des jours néfastes, afin de leur faire goûter le châtiment de l'ignominie dans la vie présente. Le châtiment de l'au-delà cependant est plus ignominieux encore, et ils ne seront pas secourus.
Almanca:
Dann schickten WIR über ihnen einen Wirbelsturm an unheilvollen Tagen, damit WIR sie die Peinigung der Erniedrigung im diesseitigen Leben erfahren lassen. Doch die Peinigung des Jenseits ist noch erniedrigender. Und ihnen wird nicht beigestanden.
Rusça:
Мы наслали на них морозный (или завывающий) ветер в злополучные дни, чтобы дать им вкусить муки позора в мирской жизни. А мучения в Последней жизни будут еще более позорными, и им не будет оказана помощь.
Arapça:
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي أَيَّامٍ نَّحِسَاتٍ لِّنُذِيقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَخْزَىٰ ۖ وَهُمْ لَا يُنصَرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bu yüzden biz de onlara dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara yardım da edilmeyecektir.
Diyanet Vakfı:
Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir. Onlara yardım da edilmez.

veemmâ ŝemûdü fehedeynâhüm festeḥabbü-l`amâ `ale-lhüdâ feeḫaẕethüm ṣâ`iḳatü-l`aẕâbi-lhûni bimâ kânû yeksibûn.
Türkçe:
Semûd'a gelince, biz onlara kılavuzluk ettik ama onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Bunun üzerine, kazandıkları yüzünden, alçaltıcı azabın yıldırımı onları yakaladı.
İngilizce:
As to the Thamud, We gave them Guidance, but they preferred blindness (of heart) to Guidance: so the stunning Punishment of humiliation seized them, because of what they had earned.
Fransızca:
Et quant aux Tamud, Nous les guidâmes; mais ils ont préféré l'aveuglement à la guidée. C'est alors qu'ils furent saisis par la foudre du supplice le plus humiliant pour ce qu'ils avaient acquis.
Almanca:
Und hinsichtlich Thamud, so leiteten WIR sie recht, dann bevorzugten sie die Verblendung vor der Rechtleitung, dann richtete sie der Blitzschlag der erniedrigenden Peinigung für das, was sie zu erwerben pflegten.
Rusça:
Что же касается самудян, то Мы указали им на прямой путь, но они предпочли слепоту верному руководству, и их поразила молния унизительных мучений за то, что они приобретали.
Arapça:
وَأَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمَىٰ عَلَى الْهُدَىٰ فَأَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Bunun üzerine kazandıkları kötülük yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları çarpıverdi.
Diyanet Vakfı:
Semud'a gelince onlara doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları çarptı.

venecceyne-lleẕîne âmenû vekânû yetteḳûn.
Türkçe:
İnananları kurtardık, onlar korunuyorlardı.
İngilizce:
But We delivered those who believed and practised righteousness.
Fransızca:
Et Nous sauvâmes ceux qui croyaient et craignaient Allah.
Almanca:
Und WIR erretteten diejenigen, die den Iman verinnerlichten und Taqwa gemäß zu handeln pflegten.
Rusça:
А тех, которые уверовали и были богобоязненны, Мы спасли.
Arapça:
وَنَجَّيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz iman edenleri ve kötülükten sakınanları ise kurtardık.
Diyanet Vakfı:
İnananları kurtardık. Onlar (Allah'tan) korkuyorlardı.

veyevme yuḥşeru a`dâü-llâhi ile-nnâri fehüm yûza`ûn.
Türkçe:
Gün olur, Allah'ın düşmanları, düzenli bir biçimde bir araya toplanıp ateşe sürülürler.
İngilizce:
On the Day that the enemies of Allah will be gathered together to the Fire, they will be marched in ranks.
Fransızca:
Et le jour où les ennemis d'Allah seront rassemblés en masse vers le Feu... Puis on les poussera [dans sa direction].
Almanca:
Und an dem Tag, wenn ALLAHs Feinde zum Feuer versammelt werden, so werden sie geordnet beisammengehalten.
Rusça:
В тот день, когда враги Аллаха будут собраны перед Огнем, их задержут.
Arapça:
وَيَوْمَ يُحْشَرُ أَعْدَاءُ اللَّهِ إِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O gün Allah'ın düşmanları cehennem ateşine sürülmek üzere hep bir araya toplanırlar.
Diyanet Vakfı:
Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler.
Sayfalar
