
üdḫulû ebvâbe cehenneme ḫâlidîne fîhâ. febi'se meŝve-lmütekebbirîn.
Türkçe:
Girin cehennemin kapılarından; uzun süre kalacaksınız içeride. Kibirlenenlerin barınağı ne de kötüymüş!
İngilizce:
Enter ye the gates of Hell, to dwell therein: and evil is (this) abode of the arrogant!
Fransızca:
Franchissez les portes de l'Enfer pour y demeurer éternellement. Qu'il est mauvais le lieu de séjour des orgueilleux !
Almanca:
"Betretet die Tore von Dschahannam als 3 Ewige darin!" Und erbärmlich ist die Bleibe der Arroganten.
Rusça:
Входите во врата Геенны и пребывайте там вечно. Как же скверна обитель возгордившихся!"
Arapça:
ادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا ۖ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İçlerinde ebedî olarak kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Bak ne kötü o kibirlenenlerin yeri?
Diyanet Vakfı:
İçinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!

faṣbir inne va`de-llâhi ḥaḳḳun. feimmâ nüriyenneke ba`ḍa-lleẕî ne`idühüm ev neteveffeyenneke feileynâ yürce`ûn.
Türkçe:
Sen sabret! Çünkü Allah'ın vaadi haktır. Onları tehdit ettiğimiz şeyin bir kısmını belki sana gösteririz, belki de seni vefat ettiririz. Sonunda onlar bize döndürülecekler.
İngilizce:
So persevere in patience; for the Promise of Allah is true: and whether We show thee (in this life) some part of what We promise them,- or We take thy soul (to Our Mercy) (before that),-(in any case) it is to Us that they shall (all) return.
Fransızca:
Endure donc. La promesse d'Allah est vraie. Que Nous te montrions une partie de ce dont Nous les menaçons ou que Nous te fassions mourir (avant cela)... c'est vers Nous qu'ils seront ramenés.
Almanca:
Also übe dich in Geduld! Gewiß, ALLAHs Versprechen ist wahr. Und entweder zeigen WIR dir etwas von dem, was WIR ihnen androhen, oder WIR lassen deine (Seele) einziehen, so werden sie danach zu Uns zurückgebracht.
Rusça:
Будь же терпелив, ибо обещание Аллаха истинно. Мы можем показать тебе часть того, что обещаем им, а можем упокоить тебя до этого. Они все равно будут возвращены к Нам.
Arapça:
فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ ۚ فَإِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! Sen sabret, şüphesiz Allah'ın vaadi haktır, mutlaka gerçekleşecektir. Onlara yaptığımız tehdidin bir kısmını sana göstersek de veya seni vefat ettirsek de onlar mutlaka döndürülüp bize getirileceklerdir.
Diyanet Vakfı:
Onun için (Resulüm), sen sabret! Şüphesiz Allah'ın vadi gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azabın bir kısmını ya sana gösteririz, yahut seni daha önce vefat ettiririz. Nasıl olsa onlar bize döneceklerdir.

veleḳad erselnâ rusülem min ḳablike minhüm men ḳaṣaṣnâ `aleyke veminhüm mel lem naḳṣuṣ `aleyk. vemâ kâne lirasûlin ey ye'tiye biâyetin illâ biiẕni-llâh. feiẕâ câe emru-llâhi ḳuḍiye bilḥaḳḳi veḫasira hünâlike-lmübṭilûn.
Türkçe:
Yemin olsun, biz senden önce de resuller gönderdik. Onların bir kısmının hayat ve hatırasını sana anlattık, bir kısmının hayat ve hatırasından sana bahsetmedik. Hiçbir resulün, Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir mucize getirmesi söz konusu olamaz. Allah'ın emri geldiğinde, hakla hükmedilir ve gerçeği hükümsüz kılmaya çalışanlar orada hüsrana uğrarlar.
İngilizce:
We did aforetime send messengers before thee: of them there are some whose story We have related to thee, and some whose story We have not related to thee. It was not (possible) for any messenger to bring a sign except by the leave of Allah: but when the Command of Allah issued, the matter was decided in truth and justice, and there perished, there and then those who stood on Falsehoods.
Fransızca:
Certes, Nous avons envoyé avant toi des Messagers. Il en est dont Nous t'avons raconté l'histoire; et il en est dont Nous ne t'avons pas raconté l'histoire. Et il n'appartient pas à un Messager d'apporter un signe [ou verset] si ce n'est avec la permission d'Allah. Lorsque le commandement d'Allah viendra, tout sera décidé en toute justice; et ceux qui profèrent des mensonges sont alors les perdants.
Almanca:
Und gewiß, bereits entsandten WIR Gesandte vor dir. Von ihnen sind manche, über die WIR dir berichteten, und von ihnen sind manche, über die WIR dir nicht berichteten. Und es steht keinem Gesandten zu, eine Aya zu bringen außer mit ALLAHs Zustimmung. Und wenn ALLAHs Bestimmung gekommen ist, wird mit der Gerechtigkeit gerichtet, und dort werden die des Unwahren Verbreitenden verlieren.
Rusça:
Мы уже отправляли посланников до тебя. Среди них есть такие, о которых Мы рассказали тебе, и такие, о которых Мы не рассказывали тебе. Все посланники показывали знамения только с дозволения Аллаха. Когда же явится веление Аллаха, будет вынесен истинный приговор, и тогда приверженцы лжи окажутся в убытке.
Arapça:
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ ۗ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَن يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ فَإِذَا جَاءَ أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki biz senin önünden nice peygamberler göndermişizdir. Onlardan kimini sana anlatmışız, kimini de anlatmamışızdır. Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmaksızın bir mucize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. Batıl bir dava peşinde koşanlar, işte bu noktada hüsrana uğrarlar.
Diyanet Vakfı:
Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir ayeti kendiliğinden getiremez. Allah'ın emri gelince de hak uygulanır ve o zaman batılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır.

allâhü-lleẕî ce`ale lekümü-l'en`âme literkebû minhâ veminhâ te'külûn.
Türkçe:
Bir kısmından binek edinesiniz, bir kısmından yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratan, O Allah'tır.
İngilizce:
It is Allah Who made cattle for you, that ye may use some for riding and some for food;
Fransızca:
C'est Allah qui vous a fait les bestiaux pour que vous en montiez et que vous en mangiez,
Almanca:
ALLAH ist Derjenige, Der für euch An'am machte, damit ihr auf manchen von ihnen reitet, und von ihnen speist.
Rusça:
Аллах - Тот, Кто создал для вас скотину, чтобы на некоторых из них вы ездили верхом, а другими питались.
Arapça:
اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَنْعَامَ لِتَرْكَبُوا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kimine binesiniz, kimini de yiyesiniz diye sizin için o yumuşak başlı hayvanları yaratan Allah'tır.
Diyanet Vakfı:
Allah, kimine binesiniz, kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır.

veleküm fîhâ menâfi`u veliteblügû `aleyhâ ḥâceten fî ṣudûriküm ve`aleyhâ ve`ale-lfülki tuḥmelûn.
Türkçe:
O hayvanlarda sizin için daha nice faydalar vardır. Onları binek yaparak, gönüllerinizdeki arzuya ulaşırsınız. Hem onlar üzerinde hem gemiler üzerinde taşınırsınız.
İngilizce:
And there are (other) advantages in them for you (besides); that ye may through them attain to any need (there may be) in your hearts; and on them and on ships ye are carried.
Fransızca:
et vous y avez des profits et afin que vous atteigniez sur eux une chose nécessaire qui vous tenait à cur . C'est sur eux et sur les vaisseaux que vous êtes transportés.
Almanca:
Und für euch gibt es in ihnen Nutzen, und damit ihr durch sie ein Bedürfnis in euren Brüsten erfüllt, und auf ihnen und auf dem Schiff werdet ihr getragen.
Rusça:
Они приносят вам пользу, и на них вы достигаете того, чего желают ваши сердца. На них и на кораблях вас перевозят.
Arapça:
وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَلِتَبْلُغُوا عَلَيْهَا حَاجَةً فِي صُدُورِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Sizin için onlarda daha nice menfaatler vardır. Onların üzerinde gönüllerinizdeki bir arzuya erersiniz. Hem onlar üzerinde, hem de gemiler üzerinde taşınırsınız.
Diyanet Vakfı:
Onlarda sizin için daha nice faydalar vardır. Gönüllerinizdeki bir arzuya, onlara binerek ulaşırsınız. Onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız.

veyürîküm âyâtih. feeyye âyâti-llâhi tünkirûn.
Türkçe:
Allah size ayetlerini gösteriyor. Allah'ın ayetlerinden hangisini inkâr ediyorsunuz?
İngilizce:
And He shows you (always) His Signs: then which of the Signs of Allah will ye deny?
Fransızca:
Et Il vous montre Ses merveilles. Quelles merveilles d'Allah niez-vous donc ?
Almanca:
ER zeigt euch Seine Ayat, also welche von ALLAHs Ayat leugnet ihr ab?!
Rusça:
Он показывает вам Свои знамения. Какие же знамения Аллаха вы отрицаете?
Arapça:
وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَأَيَّ آيَاتِ اللَّهِ تُنكِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah size âyetlerini gösteriyor. Şimdi Allah'ın âyetlerinin hangisini inkâr edersiniz?
Diyanet Vakfı:
Allah size ayetlerini gösteriyor. Şimdi, Allah'ın ayetlerinden hangisini inkar edersiniz?

efelem yesîrû fi-l'arḍi feyenżurû keyfe kâne `âḳibetü-lleẕîne min ḳablihim. kânû ekŝera minhüm veeşedde ḳuvvetev veâŝâran fi-l'arḍi femâ agnâ `anhüm mâ kânû yeksibûn.
Türkçe:
Yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin sonu nice olmuş diye bakmıyorlar mı? Öncekiler bunlardan sayıca daha çok, kuvvetçe daha zorlu ve yeryüzündeki eserler bakımından daha üstün idiler. Ama kazanmış oldukları şeyler, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı.
İngilizce:
Do they not travel through the earth and see what was the End of those before them? They were more numerous than these and superior in strength and in the traces (they have left) in the land: Yet all that they accomplished was of no profit to them.
Fransızca:
Ne parcourent-ils donc pas la terre pour voir ce qu'il est advenu de ceux qui étaient avant eux ? Ils étaient [pourtant] plus nombreux qu'eux et bien plus puissants et ils [avaient laissé] sur terre beaucoup plus de vestiges. Mais ce qu'ils ont acquis ne leur a servi à rien.
Almanca:
Sind sie etwa nicht auf Erden umhergezogen, damit sie sehen, wie das Anschließende derjenigen vor ihnen war. Sie waren mehr als sie, noch mächtiger und hatten noch mehr Hinterlassenschaften auf Erden. So nützte ihnen nicht, was sie zu erwerben pflegten.
Rusça:
Разве они не странствовали по земле и не видели, каким был конец их предшественников? Они превосходили их числом и силой и оставили больше следов на земле, но не спасло их то, что они приобретали.
Arapça:
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْهُمْ وَأَشَدَّ قُوَّةً وَآثَارًا فِي الْأَرْضِ فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Daha yeryüzünde gezip de bir bakmazlar mı? Kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetindiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerini kurtaramadı.
Diyanet Vakfı:
Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuştur, görsünler! Öncekiler bunlardan daha çoktu, kuvvetçe ve yeryüzündeki eserleri bakımından da daha sağlam idiler. Fakat kazandıkları şeyler onlara asla fayda vermemiştir.

felemmâ câethüm rusülühüm bilbeyyinâti feriḥû bimâ `indehüm mine-l`ilmi veḥâḳa bihim mâ kânû bihî yestehziûn.
Türkçe:
Resulleri onlara açık-seçik beyyineler getirdiklerinde, onlar, yanlarındaki bilgiyle sevinip övündüler. Ve alay edip durdukları şey kendilerini kuşatıverdi.
İngilizce:
For when their messengers came to them with Clear Signs, they exulted in such knowledge (and skill) as they had; but that very (Wrath) at which they were wont to scoff hemmed them in.
Fransızca:
Lorsque leurs Messagers leur apportaient les preuves évidentes, ils exultaient des connaissances qu'ils avaient. Et ce dont ils se moquaient les enveloppa.
Almanca:
Und als zu ihnen ihre Gesandten mit den klaren Zeichen kamen, freuten sie sich über das, was sie vom Wissen hatten. Und sie umgab das, was sie zu verspotten pflegten.
Rusça:
Когда их посланники приходили к ним с ясными знамениями, они радовались тому знанию, которое было у них, и тогда их окружило (или поразило) то, над чем они издевались.
Arapça:
فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِندَهُم مِّنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Çünkü onlara peygamberleri, delillerle geldikleri zaman, kendilerinde bulunan ilme güvendiler de o alay ettikleri şey onları kuşatıverdi.
Diyanet Vakfı:
Peygamberleri onlara apaçık bilgiler getirince, onlar kendilerinde bulunan (beşeri) bilgiye güvendiler (onu alaya aldılar). Alaya aldıkları şey kendilerini boğuverdi.

felemmâ raev be'senâ ḳâlû âmennâ billâhi vaḥdehû vekefernâ bimâ künnâ bihî müşrikîn.
Türkçe:
Hışmımızı gördüklerinde, "Allah'a, yalnızca O'na inandık, O'na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik." dediler.
İngilizce:
But when they saw Our Punishment, they said: "We believe in Allah,- the one Allah - and we reject the partners we used to join with Him."
Fransızca:
Puis, quand ils virent Notre rigueur ils dirent : "Nous croyons en Allah seul, et nous renions ce que nous Lui donnions comme associés".
Almanca:
Und als sie Unsere Peinigung sahen, sagten sie: "Wir verinnerlichten den Iman an ALLAH allein, und betrieben Kufr dem gegenüber, womit wir Ihm gegenüber Schirk betrieben haben."
Rusça:
Когда они узрели Наше наказание, они сказали: "Мы уверовали в Единственного Аллаха и не веруем в тех, кого мы приобщали в сотоварищи к Нему!"
Arapça:
فَلَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا قَالُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِهِ مُشْرِكِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O zaman hışmımızı gördüklerinde: "Allah'ın birliğine inandık ve O'na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik" dediler.
Diyanet Vakfı:
Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman: Allah'a inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri inkar ettik, derler.

felem yekü yenfe`uhüm îmânühüm lemmâ raev be'senâ. sünnete-llâhi-lletî ḳad ḫalet fî `ibâdih. veḫasira hünâlike-lkâfirûn.
Türkçe:
Ne var ki, şiddetimizi gördüklerinde, ettikleri iman kendilerine yarar sağlamadı. Allah'ın, kulları hakkında işleyip duran yolu-yöntemidir bu. İnkârcılar orada hüsrana uğradılar.
İngilizce:
But their professing the Faith when they (actually) saw Our Punishment was not going to profit them. (Such has been) Allah's Way of dealing with His Servants (from the most ancient times). And even thus did the Rejecters of Allah perish (utterly)!
Fransızca:
Mais leur croyance, au moment où ils eurent constaté Notre rigueur, ne leur profita point; Telle est la règle d'Allah envers Ses serviteurs dans le passé. Et c'est là que les mécréants se trouvèrent perdants.
Almanca:
Doch ihr Iman nützte ihnen nicht, als sie Unsere Peinigung sahen. Dies ist ALLAHs Handlungsweise, die bei Seinen Dienern bereits angewandt wurde. Und verloren haben dort die Kafir!
Rusça:
Но не помогла им вера, когда они увидели Наше наказание. Таким всегда было установление Аллаха для Его рабов. Вот тогда неверующие оказались в убытке.
Arapça:
فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا ۖ سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي عِبَادِهِ ۖ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. Allah'ın, kulları hakkındaki geçe gelen kanunu budur. İşte kâfirler bu noktada hüsrana düştüler.
Diyanet Vakfı:
Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah'ın kulları hakkında süregelen adeti budur. İşte o zaman kafirler hüsrana uğrayacaklardır.
Sayfalar
