Cuz 22

veḳâle-lleẕîne keferû hel nedüllüküm `alâ racüliy yünebbiüküm iẕâ müzziḳtüm külle mümezzeḳin inneküm lefî ḫalḳin cedîd.

Türkçe:
Küfre batanlar şöyle dedi: "Dağılıp parçalandığınızda, kesinlikle yepyeni bir yaratılış içinde olacağınız yolunda, peygamberce haberler veren bir adamı size gösterelim mi?"
İngilizce:
The Unbelievers say (in ridicule): "Shall we point out to you a man that will tell you, when ye are all scattered to pieces in disintegration, that ye shall (then be raised) in a New Creation?
Fransızca:
Et ceux qui ne croient pas dirent : "Voulez-vous que l'on vous montre un homme qui vous prédise que lorsque vous serez complètement désintégrés, vous reparaîtrez, sans nul doute, en une nouvelle création ?
Almanca:
Und diejenigen, die Kufr betrieben haben, sagten: "Sollen wir euch zu einem Mann führen, der euch mitteilt, daß ihr, nachdem ihr in viele kleine Stücke auseinandergenommen wurdet, doch wieder in einer neuen Schöpfung seid?
Rusça:
Неверующие сказали: "Указать ли вам на мужа, который возвещает вам, что вы возродитесь в новом творении после того, как полностью распадетесь?
Arapça:
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلَىٰ رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ إِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّكُمْ لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Böyle iken inkâr edenler şöyle dediler: "Siz öldükten sonra, didik didik parçalandığınız vakit, yeniden bir yaratılış içinde bulunacaksınız diye, size birtakım haberler veren kişiyi gösterelim mi?"
Diyanet Vakfı:
Kafir olanlar (kendi aralarında) şöyle dediler: Çürüyüp paramparça olduğunuz vakit yeniden dirileceğinizi söyleyerek haber veren kişiyi gösterelim mi?

efterâ `ale-llâhi keẕiben em bihî cinneh. beli-lleẕîne lâ yü'minûne bil'âḫirati fi-l`aẕâbi veḍḍalâli-lbe`îd.

Türkçe:
"Yalan düzüp Allah'a iftira mı ediyor, yoksa çıldırmış mı bu?" Hayır, söyledikleri gibi değil! Gerçek şu ki, âhirete inanmayanlar, dönüşü olmayan bir sapıklık ve bir azap içindedirler.
İngilizce:
Has he invented a falsehood against Allah, or has a spirit (seized) him?- Nay, it is those who believe not in the Hereafter, that are in (real) Penalty, and in farthest error.
Fransızca:
Invente-t-il un mensonge contre Allah ? ou bien est-il fou ? " [Non], mais ceux qui ne croient pas en l'au-delà sont voués au châtiment et à l'égarement lointain.
Almanca:
Erdichtete er etwa im Namen ALLAHs Lügen oder ist er geistesgestört?" Nein, sondern diejenigen, die den Iman an das Jenseits nicht verinnerlichen, sind in der Peinigung und im weiten Irregehen.
Rusça:
Измыслил ли он ложь об Аллахе, или же он является бесноватым?" О нет! Те, которые не веруют в Последнюю жизнь, будут подвергнуты мучениям и пребывают в глубоком заблуждении.
Arapça:
أَفْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَم بِهِ جِنَّةٌ ۗ بَلِ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَعِيدِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O, bir yalanı Allah'a iftira mı etti, yoksa kendisinde bir delilik mi var?" Hayır, doğrusu âhirete inanmayanlar, derin bir sapıklıkla azab içindedirler.
Diyanet Vakfı:
"Acaba o, yalan yere Allah'a iftira mı etmiştir? Yoksa onda delilik mi var?" (dediler). Hayır! Ahirete inanmayanlar azaptadırlar ve derin bir sapıklık içindedirler.

efelem yerav ilâ mâ beyne eydîhim vemâ ḫalfehüm mine-ssemâi vel'arḍ. in neşe' naḫsif bihimü-l'arḍa ev nüsḳiṭ `aleyhim kisefem mine-ssemâ'. inne fî ẕâlike leâyetel likülli `abdim münîb.

Türkçe:
Onlar, önlerinde ve arkalarında, gökten ve yerden neler var, görmediler mi? Dilesek onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Hiç kuşkusuz, bütün bunlarda Allah'a yönelen her kul için mutlak bir ibret vardır.
İngilizce:
See they not what is before them and behind them, of the sky and the earth? If We wished, We could cause the earth to swallow them up, or cause a piece of the sky to fall upon them. Verily in this is a Sign for every devotee that turns to Allah (in repentance).
Fransızca:
Ne voient-ils donc pas ce qu'il y a comme ciel et comme terre devant et derrière eux ? Si Nous voulions, Nous ferions au la terre les engloutisse, ou que des morceaux du ciel tombent sur eux. Il y a en cela une preuve pour tout serviteur repentant.
Almanca:
Sahen sie etwa nicht das, was vor ihnen und was hinter ihnen von dem Himmel und der Erde ist?! Wenn WIR wollen, lassen WIR mit ihnen die Erde versinken oder lassen WIR über ihnen Bruchteile vom Himmel fallen. Gewiß, darin ist doch eine Aya für jeden umkehrenden Diener.
Rusça:
Неужели они не видят того, что перед ними и что позади них на небе и на земле? Если Мы пожелаем, то заставим землю поглотить их или же низринем на них кусок неба. Воистину, в этом - знамение для каждого раскаивающегося раба.
Arapça:
أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَىٰ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۚ إِن نَّشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِّنَ السَّمَاءِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ya gökten ve yerden önlerindekine ve arkalarındakine bir bakmazlar mı? Dilesek kendilerini yere geçiriveririz. Yahut gökten üzerlerine parçalar düşürüveririz. Şüphesiz bunda Allah'a yönelen (hakka gönül veren) her kul için bir ibret vardır.
Diyanet Vakfı:
Onlar, gökte ve yerde önlerine ve arkalarına bakmıyorlar mı? Dilesek onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda (Rabbine) yönelen her kul için bir ibret vardır.

veleḳad âteynâ dâvûde minnâ faḍlâ. yâ cibâlü evvibî me`ahû veṭṭayr. veelennâ lehü-lḥadîd.

Türkçe:
Yemin olsun, biz, Dâvud'a katımızdan bir lütufta bulunduk. "Ey dağlar, onunla birlikte tespih edin ve ey kuşlar siz de." dedik. Ve onun için demiri yumuşattık.
İngilizce:
We bestowed Grace aforetime on David from ourselves: "O ye Mountains! Sing ye back the Praises of Allah with him! and ye birds (also)! And We made the iron soft for him;-
Fransızca:
Nous avons certes accordé une grâce à David de notre part. ô montagnes et oiseaux, répétez avec lui (les louanges d'Allah). Et pour lui, Nous avons amolli le fer.
Almanca:
Und gewiß, bereits WIR ließen Dawud von Uns Gunst zuteil werden: "Ihr Berge! wiederholt nach ihm (die Lobpreisung), sowie ihr Vögel!" UndWIR ließen für ihn das Eisen weich werden:
Rusça:
Мы одарили Давуда (Давида) милостью от Нас и сказали: "О горы и птицы! Славьте вместе с ним!" Мы сделали железо мягким для него.
Arapça:
۞ وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا ۖ يَا جِبَالُ أَوِّبِي مَعَهُ وَالطَّيْرَ ۖ وَأَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki, biz Davud'a tarafımızdan bir fazilet verdik. "Ey dağlar! Onunla beraber tesbih edin." dedik ve bunu kuşlara da (emrettik) ve ona demiri yumuşattık.
Diyanet Vakfı:
Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. "Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin" dedik. Ona demiri yumuşattık.

eni-`mel sâbigâtiv veḳaddir fi-sserdi va`melû ṣâliḥâ. innî bimâ ta`melûne beṣîr.

Türkçe:
Geniş ve uzun zırhlar yap! Dokumasında titiz davran! Siz de hayra ve barışa yönelik iş yapın. Kuşkusuz, ben, yaptıklarınızı görüyorum.
İngilizce:
(Commanding), "Make thou coast of mail, balancing well the rings of chain armour, and work ye righteousness; for be sure I see (clearly) all that ye do."
Fransızca:
(en lui disant) : "Fabrique des cottes de mailles complètes et mesure bien les mailles". Et faites le bien. Je suis Clairvoyant sur ce que vous faites.
Almanca:
"Stelle Panzerhemden her und füge die Ringe nach Maß ineinander." Und tut gottgefällig Gutes! Gewiß, ICH bin dessen, was ihr tut, allsehend.
Rusça:
Выкуй длинные кольчуги и соблюдай меру в кольцах. Поступайте праведно, ведь Я вижу то, что вы совершаете.
Arapça:
أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ ۖ وَاعْمَلُوا صَالِحًا ۖ إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçüyü gözet dedik. Siz de iyi işler yapın, çünkü ben her yapacağınızı gözetiyorum.
Diyanet Vakfı:
Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü yap. (Ey Davud hanedanı!) İyi işler yapın. Kuşkusuz ben, yaptıklarınızı görmekteyim, diye (vahyettik).

velisüleymâne-rrîḥa gudüvvuhâ şehruv veravâḥuhâ şehr. veeselnâ lehû `ayne-lḳiṭr. vemine-lcinni mey ya`melü beyne yedeyhi biiẕni rabbihî. vemey yezig minhüm `an emrinâ nüẕiḳhü min `aẕâbi-sse`îr.

Türkçe:
Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgârı görevlendirdik. Onun için erimiş katran/bakır kaynağını sel gibi akıttık. Cinlerden öylesi vardı ki, Rabbinin izniyle onun önünde iş yapardı. Onlardan hangisi buyruğumuzdan yan çizse, alevli ateş azabını kendisine tattırdık.
İngilizce:
And to Solomon (We made) the Wind (obedient): Its early morning (stride) was a month's (journey), and its evening (stride) was a month's (journey); and We made a Font of molten brass to flow for him; and there were Jinns that worked in front of him, by the leave of his Lord, and if any of them turned aside from our command, We made him taste of the Penalty of the Blazing Fire.
Fransızca:
Et à Salomon (Nous avons assujetti) le vent, dont le parcours du matin équivaut à un mois (de marche) et le parcours du soir, un mois aussi. Et pour lui nous avons fait couler la source de cuivre. Et parmi les djinns il y en a qui travaillaient sous ses ordres, par permission de son Seigneur. Quiconque d'entre eux, cependant, déviait de Notre ordre, Nous lui faisions goûter le châtiment de la fournaise.
Almanca:
Auch für Sulaiman (machten WIR fügbar) den Wind, dessen Ausgang war nach der Morgendämmerung ein Monatsritt lang, und dessen 2 Zurückkommen abends war ein Monatsritt lang. Und WIR ließen für ihn die Quelle des geschmolzenen Kupfers fließen. Und von den Dschinn waren manche, die für ihn mit der Zustimmung ALLAHs arbeiteten. Und wer von ihnen von unserer Anweisung abweicht, ihn lassen WIR von der Peinigung der Gluthitze erfahren.
Rusça:
Мы подчинили Сулейману (Соломону) ветер, который утром пролетал месячный путь и после полудня пролетал месячный путь. Мы заставили для него течь источник меди. Среди джиннов были такие, которые работали перед ним с дозволения его Господа. А тому из них, кто уклонился от Нашего повеления, Мы дадим вкусить мучения в Пламени.
Arapça:
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ ۖ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ ۖ وَمِنَ الْجِنِّ مَن يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ ۖ وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Süleyman'ın emrine de rüzgarı verdik. Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir aylık yol idi. Erimiş bakır menbaını da ona sel gibi akıttık. Hem Rabbi'nin izniyle elinin altında cinlerden de çalışan vardı. Onlardan da kim emrimizden dışarı çıkarsa ona ateş azabından tattırırdık.
Diyanet Vakfı:
Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgarı da Süleyman'a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık.

ya`melûne lehû mâ yeşâü mim meḥârîbe vetemâŝîle vecifânin kelcevâbi veḳudûrir râsiyât. i`melû âle dâvûde şükrâ. veḳalîlüm min `ibâdiye-şşekûr.

Türkçe:
Onlar Süleyman için, mihraplardan/kalelerden, heykellerden, havuzlar gibi çanaklardan, yerinden kaldırılamaz kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davûd ailesi, şükür olarak iş yapın! Kullarım içinden şükredenler o kadar az ki!
İngilizce:
They worked for him as he desired, (making) arches, images, basons as large as reservoirs, and (cooking) cauldrons fixed (in their places): "Work ye, sons of David, with thanks! but few of My servants are grateful!"
Fransızca:
Ils exécutaient pour lui ce qu'il voulait : sanctuaires, statues , plateaux comme des bassin et marmites bien ancrées. "ô famille de David, oeuvrez par gratitude", alors qu'il y a peu de Mes serviteurs qui sont reconnaissants.
Almanca:
Sie stellten für ihn her, was er wollte von imponierenden Gebäuden, Statuen, Schüsseln wie große Teiche und unbewegliche Kochtöpfe. Vollzieht - Familie Dawuds! - Handlungen aus Dankbarkeit! Und nur Wenige von Meinen Dienern sind die sich Bedankenden.
Rusça:
Они создавали прекрасные строения, изваяния, миски, подобные водоемам, и неподвижные котлы. О род Давуда (Давида)! Трудитесь в знак благодарности. Но среди Моих рабов мало благодарных.
Arapça:
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ ۚ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا ۚ وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar, ona mihrablar, timsaller (heykeller) ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Davud hanedanı, şükür için çalışın. Ama kullarım içinde şükreden azdır.
Diyanet Vakfı:
Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır!

felemmâ ḳaḍaynâ `aleyhi-lmevte mâ dellehüm `alâ mevtih illâ dâbbetü-l'arḍi te'külü minseeteh. felemmâ ḫarra tebeyyeneti-lcinnü el lev kânû ya`lemûne-lgaybe mâ lebiŝû fi-l`aẕâbi-lmühîn.

Türkçe:
Sonunda, Süleyman için ölüm hükmünü verdiğimizde, onun ölümünü, değneğini yiyen dâbbetül arzdan/ağaç kurtçuğundan başkası onlara göstermedi. Süleyman yere yığılınca, açıkça anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap içinde bekleyip durmazlardı.
İngilizce:
Then, when We decreed (Solomon's) death, nothing showed them his death except a little worm of the earth, which kept (slowly) gnawing away at his staff: so when he fell down, the Jinns saw plainly that if they had known the unseen, they would not have tarried in the humiliating Penalty (of their Task).
Fransızca:
Puis, quand Nous décidâmes sa mort, il n'y eut pour les avertir de sa mort que "la bête de terre", qui rongea sa canne. Puis lorsqu'il s'écroula, il apparut de toute évidence aux djinns que s'ils savaient vraiment l'inconnu, ils ne seraient pas restés dans le supplice humiliant [de la servitude] .
Almanca:
Und alsWIR für ihn den Tod bestimmten, hat sie niemand auf seinen Tod hingewiesen außer dem Holzwurm, der aus seinem Stock fraß. Und nachdem er niedergefallen war, wußten die Dschinn, daß - wenn sie das Verborgene kennen würden - sie gewiß nicht unter der erniedrigenden Peinigung blieben.
Rusça:
Когда же Мы предписали ему умереть, они узнали об этом лишь благодаря земляному червю, который источил его посох. Когда же он упал, джинны уяснили, что если бы они знали сокровенное, то не оставались бы в унизительных мучениях.
Arapça:
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَىٰ مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ ۖ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ne zaman ki Süleyman'a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asâsını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azab içinde bekleyip durmazlardı.
Diyanet Vakfı:
Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.

leḳad kâne lisebein fî meskenihim âyeh. cennetâni `ay yemîniv veşimâl. külû mir rizḳi rabbiküm veşkürû leh. beldetün ṭayyibetüv verabbün gafûr.

Türkçe:
Yemin olsun, Sebe' için kendi meskenlerinde bir ibret vardı. Sağ ve soldan iki bahçe. Rabbinizin rızkından yiyin de O'na şükredin. Tertemiz bir belde ve affeden bir Rab...
İngilizce:
There was, for Saba, aforetime, a Sign in their home-land - two Gardens to the right and to the left. "Eat of the Sustenance (provided) by your Lord, and be grateful to Him: a territory fair and happy, and a Lord Oft-Forgiving!
Fransızca:
Il y avait assurément, pour la tribu de Saba un Signe dans leurs habitats; deux jardin, l'un à droit et l'autre à gauche. "Mangez de ce que votre Seigneur vous a attribué, et soyez Lui reconnaissants : une bonne contrée et un Seigneur Pardonneur".
Almanca:
Gewiß, bereits gab es für Sabaa in ihrem Wohnort eine Aya: zwei Dschannat zur rechten und zur linken (Seite): "Esst vom Rizq eures HERRN und seid Ihm gegenüber dankbar!" Dies ist eine gute Ortschaft und ER ist ein allvergebender HERR.
Rusça:
В поселении сабейцев было знамение - два сада справа и слева. Вкушайте из удела вашего Господа и благодарите Его. Прекрасная страна и Прощающий Господь!
Arapça:
لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ ۖ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍ وَشِمَالٍ ۖ كُلُوا مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ ۚ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki Sebe' kavmi için oturdukları yerde bir ibret vardı: Sağ ve soldan iki bahçe! (onlara): "Rabbinizin rızkından yiyin de O'na şükredin, ne güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rab!" (denildi).
Diyanet Vakfı:
Andolsun, Sebe' kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından yeyin ve O'na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!

fea`raḍû feerselnâ `aleyhim seyle-l`arimi vebeddelnâhüm bicenneteyhim cenneteyni ẕevâtey ükülin ḫamṭiv veeŝliv veşey'im min sidrin ḳalîl.

Türkçe:
Ne var ki onlar yüz çevirdiler; biz de üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı, birazcık da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.
İngilizce:
But they turned away (from Allah), and We sent against them the Flood (released) from the dams, and We converted their two garden (rows) into "gardens" producing bitter fruit, and tamarisks, and some few (stunted) Lote-trees.
Fransızca:
Mais ils se détournèrent. Nous déchaînâmes contre eux l'inondation du Barrage, et leur changeâmes leurs deux jardins en deux jardins aux fruits amers, tamaris et quelques jujubiers.
Almanca:
Dann wandten sie sich ab, dann entsandten WIR ihnen den Sturzbach des Damms und tauschten ihnen ihre beiden Dschannat ein gegen zwei Dschannat von bitteren Früchten, von Tamarisken und von ein wenig Lotosbäumen.
Rusça:
Но они отвернулись, и Мы наслали на них поток, прорвавший плотину, и заменили их два сада двумя садами с горькими плодами, тамариском и несколькими лотосами.
Arapça:
فَأَعْرَضُوا فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُم بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ أُكُلٍ خَمْطٍ وَأَثْلٍ وَشَيْءٍ مِّن سِدْرٍ قَلِيلٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Fakat onlar (şükürden yüz çevirdiler) bakmadılar. Biz de üzerlerine Arim selini salıverdik ve o güzelim iki bahçelerini buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sidir ağacı bulunan iki harap bahçeye çevirdik.
Diyanet Vakfı:
Ama onlar yüz çevirdiler. Bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki (harap) bahçeye çevirdik.

Sayfalar

Cuz 22 beslemesine abone olun.