Al-Araf-- الأعراف

velleẕîne yümessikûne bilkitâbi veeḳâmu-ṣṣalâh. innâ lâ nüḍî`u ecra-lmuṣliḥîn.

Türkçe:
Kitaba sarılanlar ve namazı/duayı yerine getirenlere gelince, biz, barışsever iyilerin ödülünü zayi etmeyiz.
İngilizce:
As to those who hold fast by the Book and establish regular prayer,- never shall We suffer the reward of the righteous to perish.
Fransızca:
Et ceux qui se conforment au Livre et accomplissent la Salat, [en vérité], Nous ne laissons pas perdre la récompense de ceux qui s'amendent.
Almanca:
Und (für) diejenigen, welche die Schrift eingehalten und das rituelle Gebet ordnungsgemäß verrichtet haben, gewiß, WIR lassen die Belohnung der gottgefällig Guttuenden nicht verloren gehen.
Rusça:
Если кто придерживается Писания и совершает намаз, то ведь Мы не теряем вознаграждения тех, кто наводит порядок.
Arapça:
وَالَّذِينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ الْمُصْلِحِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kitaba sarılanlara ve namazı kılmaya devam edenlere gelince, biz o iyilerin ecrini hiçbir zaman yitirmeyiz.
Diyanet Vakfı:
Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz.

veiẕ netaḳne-lcebele fevḳahüm keennehû żulletüv veżannû ennehû vâḳi`um bihim. ḫuẕû mâ âteynâküm biḳuvvetiv veẕkürû mâ fîhi le`alleküm tetteḳûn.

Türkçe:
Bir zaman, dağı tepelerine bir gölgelik gibi çekmiştik de onu üstlerine düşüyor sanmışlardı. "Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan çıkarmayın ki korunabilesiniz."
İngilizce:
When We shook the Mount over them, as if it had been a canopy, and they thought it was going to fall on them (We said): "Hold firmly to what We have given you, and bring (ever) to remembrance what is therein; perchance ye may fear Allah."
Fransızca:
Et lorsque Nous avons brandi au-dessus d'eux le Mont, Comme si c'eût été une ombrelle. Ils pensaient qu'il allait tomber sur eux. "Tenez fermement à ce que Nous vous donnons et rappelez-vous son contenu. Peut-être craindrez vous Allah" .
Almanca:
Und (erinnere daran), als WIR den Berg über sie erhoben haben, als wäre er eine Wolke, und sie dachten, daß er doch auf sie herabfallen würde. Nehmt mit Ernsthaftigkeit, was WIR euch zuteil werden ließen und entsinnt euch dessen, damit ihr Taqwa gemäß handelt.
Rusça:
Вот Мы подняли над ними гору, словно тучу, и они подумали, что она упадет на них. Крепко держитесь того, что Мы даровали вам, и помните то, что содержится в нем, - быть может, вы устрашитесь.
Arapça:
۞ وَإِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَأَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّوا أَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hani bir zamanlar biz o dağı gölgelik gibi tepelerine çekmiştik de üzerlerine düşüyor zannettikleri bir sırada demiştik ki; "size verdiğimiz kitabı kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan çıkarmayın, umulur ki korunursunuz."
Diyanet Vakfı:
Bir zamanlar dağı İsrailoğullarının üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. "Size verdiğimi (Kitab'ı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki korunasınız" dedik.

veiẕ eḫaẕe rabbüke mim benî âdeme min żuhûrihim ẕürriyyetehüm veeşhedehüm `alâ enfüsihim. elestü birabbiküm. ḳâlû belâ. şehidnâ. en teḳûlû yevme-lḳiyâmeti innâ künnâ `an hâẕâ gâfilîn.

Türkçe:
Hani, Rabbin, âdemoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi. Kıyamet günü, "Biz bundan habersizdik" demeyesiniz.
İngilizce:
When thy Lord drew forth from the Children of Adam - from their loins - their descendants, and made them testify concerning themselves, (saying): "Am I not your Lord (who cherishes and sustains you)?"- They said: "Yea! We do testify!" (This), lest ye should say on the Day of Judgment: "Of this we were never mindful":
Fransızca:
Et quand ton Seigneur tira une descendance des reins des fils d'Adam et les fit témoigner sur eux-mêmes : "Ne suis-Je pas votre Seigneur ? " Ils répondirent : "Mais si, nous en témoignons..." - afin que vous ne disiez point, au Jour de la Résurrection : "Vraiment, nous n'y avons pas fait attention",
Almanca:
Und (erinnere daran), als dein HERR von den Kindern Adams, aus ihren Rücken (Becken) ihre Nachkommenschaft entnahm und sie gegen sich selbst Zeugnis ablegen ließ: "Bin ICH etwa nicht euer HERR?!" Sie sagten: "Doch mit Sicherheit!Wir bezeugen es." Also, damit ihr am Tag der Auferstehung nicht sagt: 1 "Gewiß, wir waren demgegenüber achtlos",
Rusça:
Вот твой Господь вынул из поясниц сынов Адама их потомство и заставил их засвидетельствовать против самих себя: "Разве Я - не ваш Господь?" Они сказали: "Да, мы свидетельствуем". Это - для того, чтобы в День воскресения вы не говорили: "Мы не знали этого".
Arapça:
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَن تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği vakit, "pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz" dediler. (Bunu) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık).
Diyanet Vakfı:
Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şahit olduk, dediler.

ev teḳûlû innemâ eşrake âbâünâ min ḳablü vekünnâ ẕürriyyetem mim ba`dihim. efetühlikünâ bimâ fe`ale-lmübṭilûn.

Türkçe:
Şöyle de demeyesiniz: "Daha önce atalarımız şirke batmıştı. Biz de onların ardından gelen bir soyuz. Gerçeği çiğneyenler yüzünden bizi helâk mı edeceksin?"
İngilizce:
Or lest ye should say: "Our fathers before us may have taken false gods, but we are (their) descendants after them: wilt Thou then destroy us because of the deeds of men who were futile?"
Fransızca:
ou que vous auriez dit (tout simplement) : "Nos ancêtres autrefois donnaient des associés à Allah, et nous sommes leurs descendants, après eux. Vas-Tu nous détruire pour ce qu'ont fait les imposteurs ? "
Almanca:
oder sagt: "Nur unsere Ahnen haben vorher Schirk betrieben und wir waren Nachkommenschaft nach ihnen! Willst DU uns etwa zugrunde richten für das, was die des Unwahren Verbreitenden taten?"
Rusça:
Или же не говорили: "Наши отцы были многобожниками раньше нас, а мы были всего лишь потомками, которые пришли после них. Неужели Ты погубишь нас за то, что совершили приверженцы лжи?"
Arapça:
أَوْ تَقُولُوا إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ ۖ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yahut, atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin, demeyesiniz diye (yapmıştık).
Diyanet Vakfı:
Yahut "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?" dememeniz için (böyle yaptık).

vekeẕâlike nüfeṣṣilü-l'âyâti vele`allehüm yerci`ûn.

Türkçe:
Biz, ayetleri işte bu şekilde ayrıntılı kılıyoruz ki, hakka dönebilsinler.
İngilizce:
Thus do We explain the signs in detail; and perchance they may turn (unto Us).
Fransızca:
Et c'est ainsi que Nous expliquons intelligemment les signes. Peut-être reviendront-ils !
Almanca:
Und solcherart verdeutlichen WIR die Ayat und damit sie (zum Iman) zurückkehren.
Rusça:
Так Мы разъясняем знамения, - быть может, они вернутся на прямой путь.
Arapça:
وَكَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve işte biz, âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki, belki dönerler.
Diyanet Vakfı:
Belki inkardan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.

vetlü `aleyhim nebee-lleẕî âteynâhü âyâtinâ fenseleḫa minhâ feetbe`ahü-şşeyṭânü fekâne mine-lgâvîn.

Türkçe:
Onlara, şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi vermiştik; onlardan sıyrılıp çıktı, şeytan da onu peşine taktı; nihayet o, azgınlardan oluverdi.
İngilizce:
Relate to them the story of the man to whom We sent Our signs, but he passed them by: so Satan followed him up, and he went astray.
Fransızca:
Et raconte-leur l'histoire de celui à qui Nous avions donné Nos signes et qui s'en écarta. Le Diable, donc, l'entraîna dans sa suite et il devint ainsi du nombre des égarés.
Almanca:
Und trage ihnen vor die Nachricht über denjenigen, dem WIR Unsere Ayat zuteil werden ließen, dann hat er sich von ihnen abgewendet, dann folgte ihm der Satan, so wurde er von den Verführten.
Rusça:
Прочти им историю о том, кому Мы даровали Наши знамения, а он отбросил их. Сатана последовал за ним, и он стал заблудшим.
Arapça:
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlara, kendisine âyetlerimizi sunduğumuz o adamın kıssasını da anlat; âyetlerden sıyrılıp çıktı, derken onu şeytan arkasına taktı, en sonunda da helak olanlardan oldu.
Diyanet Vakfı:
Onlara (yahudilere), kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.

velev şi'nâ lerafa`nâhü bihâ velâkinnehû aḫlede ile-l'arḍi vettebe`a hevâh. femeŝelühû kemeŝeli-lkelb. in taḥmil `aleyhi yelheŝ ev tetrukhü yelheŝ. ẕâlike meŝelü-lḳavmi-lleẕîne keẕẕebû biâyâtinâ. faḳṣuṣi-lḳaṣaṣa le`allehüm yetefekkerûn.

Türkçe:
Dileseydik onu, o ayetlerle yüceltirdik. Ama o, sonsuza dek kalacakmış gibi,yerküreye bağlandı; iğreti arzularına uydu. Onun durumu şu köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan dilini sarkıtarak solur, kendi haline bıraksan dilini sarkıtarak solur. Ayetlerimizi yalanlayan toplumun örneği işte budur. Bu hikâyeyi anlat ki düşünüp taşınabilsinler.
İngilizce:
If it had been Our will, We should have elevated him with Our signs; but he inclined to the earth, and followed his own vain desires. His similitude is that of a dog: if you attack him, he lolls out his tongue, or if you leave him alone, he (still) lolls out his tongue. That is the similitude of those who reject Our signs; So relate the story; perchance they may reflect.
Fransızca:
Et si Nous avions voulu, Nous l'aurions élevé par ces mêmes enseignements, mais il s'inclina vers la terre et suivit sa propre passion. Il est semblable à un chien qui halète si tu l'attaques, et qui halète aussi si tu le laisses. Tel est l'exemple des gens qui traitent de mensonges Nos signes. Eh bien, raconte le récit. Peut-être réfléchiront-ils !
Almanca:
Und hätten WIR es gewollt, hätten WIR ihm damit (den Ayat) doch eine hohe Stellung gewährt. Doch er neigte zur Erde (zum Diesseits) und folgte seinen Neigungen. So ähnelt sein Gleichnis dem Gleichnis eines Hundes: "Wenn du ihn verjagst, hechelt er, und wenn du ihn in Ruhe läßt, hechelt er auch." Solcherart ist das Gleichnis von Leuten, die Unsere Ayat ableugneten. So erzähle die (dir offenbarten) Begebenheiten, damit sie sich entsinnen.
Rusça:
Если бы Мы пожелали, то возвысили бы его посредством этого. Однако он приник к земле и стал потакать своим желаниям. Он подобен собаке: если ты прогоняешь ее, она высовывает язык, и если ты оставишь ее в покое, она тоже высовывает язык. Такова притча о тех, которые считают ложью Наши знамения. Рассказывай эти истории, - быть может, они призадумаются.
Arapça:
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَٰكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الْأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ ۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ۚ ذَّٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve eğer dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, fakat o alçaklığa saplandı kaldı ve kendi keyfinin ardına düştü. Artık onun ibret verici hali o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan da dilini uzatır solur, bıraksan da solur. İşte bu, âyetlerimizi inkâr eden kavmin misalidir. Bu kıssayı iyice anlat, belki biraz düşünürler.
Diyanet Vakfı:
Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.

sâe meŝelen-lḳavmü-lleẕîne keẕẕebû biâyâtinâ veenfüsehüm kânû yażlimûn.

Türkçe:
Ayetlerimizi yalanlayan topluluğun vücut verdiği örnek ne kötüdür! Onlar öz benliklerine zulmediyorlardı.
İngilizce:
Evil as an example are people who reject Our signs and wrong their own souls.
Fransızca:
Quel mauvais exemple que ces gens qui traitent de mensonges Nos signes, cependant que c'est à eux-mêmes qu'ils font de tort.
Almanca:
Erbärmlich ist das Gleichnis der Menschen, die Unsere Ayat ableugneten, und sich selbst Unrecht anzutun pflegten.
Rusça:
Скверна притча о тех, которые считают ложью Наши знамения и поступают несправедливо по отношению к себе.
Arapça:
سَاءَ مَثَلًا الْقَوْمُ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَأَنفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Âyetlerimizi inkâr edip, sırf kendilerine zulmeden o kavmin hali ne kadar kötüdür!
Diyanet Vakfı:
Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür!

mey yehdi-llâhü fehüve-lmühtedî. vemey yuḍlil feülâike hümü-lḫâsirûn.

Türkçe:
Allah'ın yol gösterdiği, gerçeğe varmıştır; saptırdıkları ise hüsrana batıp kalmıştır.
İngilizce:
Whom Allah doth guide,- he is on the right path: whom He rejects from His guidance,- such are the persons who perish.
Fransızca:
Quiconque Allah guide, voilà le bien guidé. Et quiconque Il égare, voilà les perdants.
Almanca:
Wen ALLAH rechtleitet, ist gewiß der Rechtgeleitete. Wen ER aber abirren läßt, so sind diese die wirklichen Verlierer.
Rusça:
Кого Аллах наставляет на прямой путь, тот идет прямым путем. А кого Аллах вводит в заблуждение, те становятся потерпевшими убыток.
Arapça:
مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي ۖ وَمَن يُضْلِلْ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah kime hidayet ederse, o hidayete erer, kimi de dalalette bırakırsa, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileri olurlar.
Diyanet Vakfı:
Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır.

veleḳad ẕera'nâ licehenneme keŝîram mine-lcinni vel'ins. lehüm ḳulûbül lâ yefḳahûne bihâ. velehüm a`yünül lâ yübṣirûne bihâ. velehüm âẕânül lâ yesme`ûne bihâ. ülâike kel'en`âmi bel hüm eḍall. ülâike hümü-lgâfilûn.

Türkçe:
Yemin olsun ki, biz, cehennem için, cinlerden ve insanlardan, birçok kişiye vücut verdik/birçoğunu döllendirip yaydık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.
İngilizce:
Many are the Jinns and men we have made for Hell: They have hearts wherewith they understand not, eyes wherewith they see not, and ears wherewith they hear not. They are like cattle,- nay more misguided: for they are heedless (of warning).
Fransızca:
Nous avons destiné beaucoup de djinns et d'hommes pour l'Enfer. Ils ont des coeurs, mais ne comprennent pas. Ils ont des yeux, mais ne voient pas. Ils ont des oreilles, mais n'entendent pas. Ceux-là sont comme les bestiaux, même plus égarés encore. Tels sont les insouciants.
Almanca:
Und gewiß, bereits erschufen WIR für Dschahannam viele von den Dschinn und den Menschen. Sie haben Herzen, mit denen sie keine Einsicht gewinnen, und Augen, mit denen sie (die Wahrheit) nicht erblicken, und Ohren, mit denen sie (die Ermahnung) nicht hören. Diese sind wie die An'am , nein, sondern sie sind noch abirrender! Diese sind die wirklichen Achtlosen.
Rusça:
Мы сотворили для Геенны много джиннов и людей. У них есть сердца, которые не разумеют, и глаза, которые не видят, и уши, которые не слышат. Они подобны скотине, но являются еще более заблудшими. Именно они являются беспечными невеждами.
Arapça:
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ ۖ لَهُمْ قُلُوبٌ لَّا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَّا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَّا يَسْمَعُونَ بِهَا ۚ أُولَٰئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ ۚ أُولَٰئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.
Diyanet Vakfı:
Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.

Sayfalar

Al-Araf--  الأعراف beslemesine abone olun.