Arapça:
İngilizce:
Fransızca:
Almanca:
Rusça:
Açıklama:

veminhüm men `âhede-llâhe lein âtânâ min faḍlihî leneṣṣaddeḳanne velenekûnenne mine-ṣṣâliḥîn.
Arapça:
۞ وَمِنْهُم مَّنْ عَاهَدَ اللَّهَ لَئِنْ آتَانَا مِن فَضْلِهِ لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِحِينَ
Türkçe:
İçlerinden bazıları da Allah'a şöyle ant içti: "Eğer Allah, lütfundan bize verirse, elbette sadaka dağıtacağız ve elbette iyilik ve barış için çalışanlardan olacağız."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yine onlardan kimi de Allah'a şöyle ahdetmişlerdi: "Eğer bize lütuf ve kereminden ihsan ederse biz de elbette zekâtı veririz ve kesinlikle salihlerden oluruz." diye söz vermişlerdi.
Diyanet Vakfı:
Onlardan kimi de, Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz salihlerden olacağız! diye Allah'a and içti.
İngilizce:
Amongst them are men who made a covenant with Allah, that if He bestowed on them of His bounty, they would give (largely) in charity, and be truly amongst those who are righteous.
Fransızca:
Et parmi eux il en est qui avaient pris l'engagement envers Allah : "S'il nous donne de Sa grâce, nous payerons, certes, la Zakat, et serons du nombre des gens de bien".
Almanca:
Und manche von ihnen versprachen ALLAH: "Ließe ER uns von Seiner Gunst zuteil werden, so würden wir gewiß spenden und doch von den gottgefällig Guttuenden sein!"
Rusça:
Среди них есть такие, которые обещали Аллаху: "Если Он одарит нас из Своих щедрот, то мы непременно станем раздавать милостыню и будем одними из праведников".
Açıklama:

felemmâ âtâhüm min faḍlihî beḫilû bihî vetevellev vehüm mü`riḍûn.
Arapça:
فَلَمَّا آتَاهُم مِّن فَضْلِهِ بَخِلُوا بِهِ وَتَوَلَّوا وَّهُم مُّعْرِضُونَ
Türkçe:
Lütfundan kendilerine verdiği zaman ise o lütfa cimrilik ederek yüz çevirmiş bir halde dönüp gittiler.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ne zaman ki, Allah lutfedip onlara ihsanda bulundu, onlar da cimrilik edip yüz çevirdiler ve zaten yan çizip duruyorlardı.
Diyanet Vakfı:
Fakat Allah lütfundan onlara (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allah'ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.
İngilizce:
But when He did bestow of His bounty, they became covetous, and turned back (from their covenant), averse (from its fulfilment).
Fransızca:
Mais, lorsqu'Il leur donna de Sa grâce, ils s'en montrèrent avares et tournèrent le dos en faisant volte-face.
Almanca:
Und nachdem ER ihnen von Seiner Gunst hatte zuteil werden lassen, geizten sie damit und wandten sich ab, während sie ablehnend waren.
Rusça:
Когда же Он одарил их из Своих щедрот, они стали скупиться и отвернулись с отвращением.
Açıklama:

fea`ḳabehüm nifâḳan fî ḳulûbihim ilâ yevmi yelḳavnehû bimâ aḫlefü-llâhe mâ ve`adûhü vebimâ kânû yekẕibûn.
Arapça:
فَأَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا فِي قُلُوبِهِمْ إِلَىٰ يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَا أَخْلَفُوا اللَّهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Türkçe:
Nihayet, Allah, kendisine verdikleri söze ters düştüklerinden, yalana sapıp durduklarından, huzuruna çıkacakları güne kadar onların kalplerine ikiyüzlülük yerleştirdi.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da bu yaptıklarının sonucunu kıyamet gününe kadar yüreklerinde sürüp gidecek bir münafıklığa çevirdi.
Diyanet Vakfı:
Nihayet, Allah'a verdikleri sözden döndüklerinden ve yalan söylediklerinden dolayı Allah, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar onların kalbine nifak (iki yüzlülük) soktu.
İngilizce:
So He hath put as a consequence hypocrisy into their hearts, (to last) till the Day, whereon they shall meet Him: because they broke their covenant with Allah, and because they lied (again and again).
Fransızca:
Il a donc suscité l'hypocrisie dans leurs coeurs, et cela jusqu'au jour où ils Le rencontreront, pour avoir violé ce qu'ils avaient promis à Allah et pour avoir menti.
Almanca:
So hat ER in ihre Herzen Nifaq einziehen lassen - bis zu dem Tag, an dem sie Ihm begegnen werden -, weil sie ALLAH gegenüber das verletzten, was sie Ihm versprachen, und wegen dem, was sie zu lügen pflegten.
Rusça:
Он наказал их, вселив в их сердца лицемерие до того дня, когда они встретятся с Ним, за то, что они нарушили данное Аллаху обещание, и за то, что они лгали.
Açıklama:

elem ya`lemû enne-llâhe ya`lemü sirrahüm venecvâhüm veenne-llâhe `allâmü-lguyûb.
Arapça:
أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُمْ وَأَنَّ اللَّهَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Türkçe:
Bilmediler mi ki, Allah onların sırrını da fısıldaşmalarını da bilir; Allah gaybları çok iyi bilendir.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'ın, onların sırlarını da, fısıltılarını da bilip durduğunu ve Allah'ın bütün bilinmeyenleri bildiğini hâlâ öğrenemediler mi?
Diyanet Vakfı:
(Münafıklar), Allah'ın, onların sırrını da fısıltılarını da bildiğini ve gaybları (gizli şeyleri) çok iyi bilen olduğunu hala anlamadılar mı?
İngilizce:
Know they not that Allah doth know their secret (thoughts) and their secret counsels, and that Allah knoweth well all things unseen?
Fransızca:
Ne savent-ils pas qu'Allah connaît leur secret et leurs conversations confidentielles et qu'Allah connaît parfaitement les (choses) inconnaissables.
Almanca:
Wußten sie etwa nicht, daß ALLAH gewiß ihre Heimlichkeiten und ihre Tuscheleien genau kennt, und daß ALLAH gewiß Der Allwissende über das Verborgene ist?!
Rusça:
Разве они не знали, что Аллаху известны их секреты и тайные беседы и что Аллах является Ведающим сокровенное?
Açıklama:

elleẕîne yelmizûne-lmüṭṭavvi`îne mine-lmü'minîne fi-ṣṣadeḳâti velleẕîne lâ yecidûne illâ cühdehüm feyesḫarûne minhüm. seḫira-llâhü minhüm. velehüm `aẕâbün elîm.
Arapça:
الَّذِينَ يَلْمِزُونَ الْمُطَّوِّعِينَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ فِي الصَّدَقَاتِ وَالَّذِينَ لَا يَجِدُونَ إِلَّا جُهْدَهُمْ فَيَسْخَرُونَ مِنْهُمْ ۙ سَخِرَ اللَّهُ مِنْهُمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Türkçe:
Sadakalar hususunda içten bir cömertlik göstermiş müminlere laf atanlarla, öz gayretlerinden başkasını bulamayanları alay konusu edenlere gelince, Allah onları maskaraya çevirecektir. Onlar için acıklı bir azap da vardır.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Müminlerden zekâttan fazla olarak kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara, bir de güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara bakıp da onlarla alay edenleri Allah, maskaraya çevirmiştir. Onlara pek acıklı bir azap vardır.
Diyanet Vakfı:
Sadakalar hususunda, müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için elem verici azap vardır.
İngilizce:
Those who slander such of the believers as give themselves freely to (deeds of) charity, as well as such as can find nothing to give except the fruits of their labour,- and throw ridicule on them,- Allah will throw back their ridicule on them: and they shall have a grievous penalty.
Fransızca:
Ceux-là qui dirigent leurs calomnies contre les croyants qui font des aumônes volontaires et contre ceux qui ne trouvent que leurs faibles moyens (à offrir), et ils se moquent alors d'eux. Qu'Allah les raille. Et ils auront un châtiment douloureux.
Almanca:
Diejenigen, welche die freiwillig Spendenden unter den Mumin wegen ihrer Spenden schmähen - solche (Mumin), die nur das spenden, was sie vermögen, und deshalb diese sich über sie lustig machen - ALLAH machte sie lächerlich und für sie ist eine qualvolle Peinigung bestimmt.
Rusça:
Они поносят тех, кто раздает добровольные пожертвования, и тех, кто с трудом находит средства для пожертвований. Они глумятся над ними, а Аллах поглумится над ними. Им уготованы мучительные страдания.
Açıklama:

istagfir lehüm ev lâ testagfir lehüm. in testagfir lehüm seb`îne merraten feley yagfira-llâhü lehüm. ẕâlike biennehüm keferû billâhi verasûlih. vellâhü lâ yehdi-lḳavme-lfâsiḳîn.
Arapça:
اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ إِن تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ۗ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Türkçe:
İster af dile onlar için, ister dileme. Yetmiş kez af dilesen de onlar için, Allah onları affetmeyecktir. Çünkü onlar Allah'ı da resulünü de inkâr ettiler. Allah, yoldan çıkmış böyle bir topluluğa kılavuzluk etmez.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar için Allah'dan ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları affetmeyecektir. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerinden dolayı böyledir. Allah, böylesine baştan çıkmış fasıklar güruhuna hidayet etmez.
Diyanet Vakfı:
(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkar etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.
İngilizce:
Whether thou ask for their forgiveness, or not, (their sin is unforgivable): if thou ask seventy times for their forgiveness, Allah will not forgive them: because they have rejected Allah and His Messenger: and Allah guideth not those who are perversely rebellious.
Fransızca:
Que tu demandes pardon pour eux, ou que tu ne le demandes pas - et si tu demandes pardon pour eux soixante dix fois - Allah ne leur pardonnera point. Et ce parce qu'ils n'ont pas cru en Allah et en Son messager et Allah ne guide pas les gens pervers.
Almanca:
Ob du für sie um Vergebung bittest oder nicht bittest, selbst dann, solltest du siebzig Mal für sie um Vergebung bitten, ALLAH wird ihnen sicher nie vergeben. Dies ist so, weil sie Kufr ALLAH und Seinem Gesandten gegenüber betrieben haben. Und ALLAH leitet die fisqbetreibenden Leute nicht recht.
Rusça:
Будешь ли ты просить прощения для них или не будешь делать этого, Аллах все равно не простит их, даже если ты попросишь для них прощения семьдесят раз, ибо они не уверовали в Аллаха и Его Посланника. Аллах не ведет прямым путем нечестивых людей.
Açıklama:

feriḥa-lmüḫallefûne bimaḳ`adihim ḫilâfe rasûli-llâhi vekerihû ey yücâhidû biemvâlihim veenfüsihim fî sebîli-llâhi veḳâlû lâ tenfirû fi-lḥarr. ḳul nâru cehenneme eşeddü ḥarrâ. lev kânû yefḳahûn.
Arapça:
فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللَّهِ وَكَرِهُوا أَن يُجَاهِدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَقَالُوا لَا تَنفِرُوا فِي الْحَرِّ ۗ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ أَشَدُّ حَرًّا ۚ لَّوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
Türkçe:
Allah'ın resulüne ters düşmek için arkada kalanlar, çöküp oturdukları için sevindiler; Allah yolunda, mallarıyla canlarıyla cihadı tiksindirici bulup şöyle dediler: "Bu sıcakta seferber olmayın!" De ki: "Hararet bakımından cehennem daha zorludur." Bir anlayabilselerdi!
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Savaştan geri kalan münafıklar, Resulullah'ın hilafına, onun savaşa gitmesine karşılık, oturup kalmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar, üstelik "Bu sıcakta savaşa gitmeyin." dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır." Keşke anlayabilselerdi.
Diyanet Vakfı:
Allah'ın Resulüne muhalefet etmek için geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler; "bu sıcakta sefere çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır!" Keşke anlasalardı!
İngilizce:
Those who were left behind (in the Tabuk expedition) rejoiced in their inaction behind the back of the Messenger of Allah: they hated to strive and fight, with their goods and their persons, in the cause of Allah: they said, "Go not forth in the heat." Say, "The fire of Hell is fiercer in heat." If only they could understand!
Fransızca:
Ceux qui ont été laissés à l'arrière se sont réjouis de pouvoir rester chez eux à l'arrière du Messager d'Allah, ils ont répugné à lutter par leurs biens et leurs personnes dans le sentier d'Allah, et ont dit : "Ne partez pas au combat pendant cette chaleur ! " Dis : "Le feu de l'Enfer est plus intense en chaleur." - S'ils comprenaient ! -
Almanca:
Die (als Drückeberger) Zurückgebliebenen freuten sich über ihr Zurückbleiben in Auflehnung gegen den Gesandten ALLAHs, lehnten ab, fi-sabilillah mit ihrem Vermögen und mit sich selbst Dschihad zu leisten und sagten: "Brecht bei der Hitze nicht auf!" Sag: "Das Feuer von Dschahannam ist noch heißer." Würden sie es doch nur begreifen!
Rusça:
Оставшиеся позади (не принявшиеся участие в походе на Табук) радовались тому, что они остались позади Посланника Аллаха. Им было ненавистно сражаться своим имуществом и своими душами на пути Аллаха, и они говорили: "Не отправляйтесь в поход в такую жару". Скажи: "Огонь Геенны еще жарче!" Если бы они только понимали!
Açıklama:

felyaḍḥakû ḳalîlev velyebkû keŝîrâ. cezâem bimâ kânû yeksibûn.
Arapça:
فَلْيَضْحَكُوا قَلِيلًا وَلْيَبْكُوا كَثِيرًا جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Türkçe:
Kazanır oldukları yüzünden artık az gülsünler, çok ağlasınlar.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kazandıkları günahın cezası olarak, artık az gülsünler, çok ağlasınlar.
Diyanet Vakfı:
Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!
İngilizce:
Let them laugh a little: much will they weep: a recompense for the (evil) that they do.
Fransızca:
Qu'ils rient un peu et qu'ils pleurent beaucoup en récompense de ce qu'ils se sont acquis .
Almanca:
So sollen sie sich ein wenig freuen, aber dann sollen sie viel weinen als Vergeltung für das, was sie (an Verfehlungen) zu erwerben pflegten.
Rusça:
Пусть они мало смеются и много плачут в воздаяние за то, что они приобретали!
Açıklama:

feir race`ake-llâhü ilâ ṭâifetim minhüm feste'ẕenûke lilḫurûci feḳul len taḫrucû me`iye ebedev velen tüḳâtilû me`iye `adüvvâ. inneküm raḍîtüm bilḳu`ûdi evvele merratin faḳ`udû me`a-lḫâlifîn.
Arapça:
فَإِن رَّجَعَكَ اللَّهُ إِلَىٰ طَائِفَةٍ مِّنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُل لَّن تَخْرُجُوا مَعِيَ أَبَدًا وَلَن تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُوًّا ۖ إِنَّكُمْ رَضِيتُم بِالْقُعُودِ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِفِينَ
Türkçe:
Bundan böyle Allah, seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de savaşa çıkmak için senden izin isterlerse şöyle söyle: "Benimle birlikte asla çıkmayacaksınız, benimle birlikte herhangi bir düşmanla savaşmayacaksınız. İlk defasında oturup kalmayı yeğlemiştiniz. O halde geri kalanlarla birlikte oturadurun."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Eğer Allah, seni onlardan bir kısmının yanına döndürür de onlar başka bir cihada seninle birlikte çıkmak için senden izin isterlerse, de ki; "Artık siz hiçbir zaman benimle çıkamayacaksınız. Daha önce oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Bundan böyle artık geride kalanlarla beraber oturup kalın."
Diyanet Vakfı:
Eğer Allah seni onlardan bir gurubun yanına döndürür de (Tebük seferinden Medine'ye döner de başka bir savaşa seninle beraber) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşmayacaksınız! Çünkü siz birinci defa (Tebük seferinde) yerinizde kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!
İngilizce:
If, then, Allah bring thee back to any of them, and they ask thy permission to come out (with thee), say: "Never shall ye come out with me, nor fight an enemy with me: for ye preferred to sit inactive on the first occasion: Then sit ye (now) with those who lag behind."
Fransızca:
Si Allah te ramène vers un groupe de ces (gens-là), et qu'ils te demandent permission de partir au combat, alors dis : "Vous ne sortirez plus jamais en ma compagnie, et vous ne combattrez plus jamais d'ennemis avec moi. Vous avez été plus contents de rester chez vous la première fois; demeurez donc chez vous en compagnie de ceux qui se tiennent à l'arrière" .
Almanca:
Und wenn ALLAH dich zu einer Gruppe von ihnen wiederkehren läßt und diese dich um Erlaubnis (zur Teilnahme) am Aufbruch bitten, dann sag: "Ihr werdet mit mir nie und nimmer aufbrechen und den bewaffneten Kampf gegen keinen Feind mit mir aufnehmen. Ihr wart das erste Mal doch mit dem Zurückbleiben einverstanden, so bleibt (als Drückeberger) mit denjenigen zurück, die zurückbleiben!"
Rusça:
Если Аллах возвратит тебя к некоторым из них, и они попросят у тебя дозволения отправиться в поход, то скажи: "Вы никогда не отправитесь со мной в поход и никогда не будете сражаться вместе со мной против врага. Вы были довольны тем, что отсиделись в первый раз. Посему отсиживайтесь вместе с теми, кто остается".
Açıklama:
Sayfalar
