
vetera-şşemse iẕâ ṭale`at tezâveru `an kehfihim ẕâte-lyemîni veiẕâ garabet taḳriḍuhüm ẕâte-şşimâli vehüm fî fecvetim minh. ẕâlike min âyâti-llâh. mey yehdi-llâhü fehüve-lmühted. vemey yuḍlil felen tecide lehû veliyyem mürşidâ.
Türkçe:
Güneş'i görüyorsun: Doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, Allah'ın mucizelerindendir. Allah'ın kılavuzluk ettiği, doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir velî asla bulamazsın.
İngilizce:
Thou wouldst have seen the sun, when it rose, declining to the right from their Cave, and when it set, turning away from them to the left, while they lay in the open space in the midst of the Cave. Such are among the Signs of Allah: He whom Allah, guides is rightly guided; but he whom Allah leaves to stray,- for him wilt thou find no protector to lead him to the Right Way.
Fransızca:
Tu aurais vu le soleil, quand il se lève, s'écarter de leur caverne vers la droite, et quant il se couche, passer à leur gauche, tandis qu'eux-mêmes sont là dans une partie spacieuse (de la caverne)... Cela est une des merveilles d'Allah. Celui qu'Allah guide, c'est lui le bien-guidé. Et quiconque Il égare, tu ne trouvera alors pour lui aucun allié pour le mettre sur la bonne voie.
Almanca:
Und (würdest du sie sehen, so würdest) du die Sonne sehen: wenn sie aufging, umging sie ihre Höhle von der rechten Seite, und wenn sie unterging, überging sie diese von der linken Seite, während sie inmitten dieser (Höhle) waren. Dies ist von ALLAHs Ayat. Wen ALLAH rechtleitet, er ist der Rechtgeleitete, und wen ER abirren läßt, für den findest du keinen führenden Wali.
Rusça:
Ты увидел бы, что солнце на восходе уклонялось от их пещеры вправо, а на закате отворачивалось от них влево. Они же находились в середине пещеры. Это были некоторые из знамений Аллаха. Тот, кого Аллах ведет прямым путем, следует прямым путем. Тому же, кого Он вводит в заблуждение, ты не найдешь ни покровителя, ни наставника.
Arapça:
۞ وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ۚ ذَٰلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ ۗ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ ۖ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu Allah'ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm! Orada bulunsaydın) güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi. (Böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın.

vetaḥsebühüm eyḳâżav vehüm ruḳûd. venüḳallibühüm ẕâte-lyemîni veẕâte-şşimâl. vekelbühüm bâsiṭun ẕirâ`ayhi bilveṣîd. levi-ṭṭala`te `aleyhim levelleyte minhüm firârav velemüli'te minhüm ru`bâ.
Türkçe:
Sen onları uyanıktırlar sanırsın; oysaki onlar uykudadırlar. Onları sağ tarafa da sol tarafa da çeviririz. Köpekleri de iki kolunu girişe uzatıp yaymıştır. Onların durumunu görseydin kesinlikle onlardan yüz çevirip kaçırdın. Ve onlardan içinde mutlaka korku doldurulurdu.
İngilizce:
Thou wouldst have deemed them awake, whilst they were asleep, and We turned them on their right and on their left sides: their dog stretching forth his two fore-legs on the threshold: if thou hadst come up on to them, thou wouldst have certainly turned back from them in flight, and wouldst certainly have been filled with terror of them.
Fransızca:
Et tu les aurais cru éveillés, alors qu'ils dorment. Et Nous les tournons sur le côté droit et sur le côté gauche, tandis que leur chien est à l'entrée, pattes étendues. Si tu les avais aperçus, certes tu leur aurais tourné le dos en fuyant; et tu aurais été assurément rempli d'effroi devant eux.
Almanca:
Und du denkst: sie seien wach, während sie geschlafen haben. Und WIR wendeten sie auf die rechte und auf die linke Seite, und ihr Hund lag mit ausgestreckten Vorderpfoten an der Schwelle. Hättest du sie erblickt, hättest du dich gewiß vor ihnen flüchtend davon gemacht und wärest du ihretwegen unweigerlich erfüllt mit Schrecken.
Rusça:
Ты решил бы, что они бодрствуют, хотя они спали. Мы переворачивали их то на правый бок, то на левый. Их собака лежала перед входом, вытянув лапы. Взглянув на них, ты бросился бы бежать прочь и пришел бы в ужас.
Arapça:
وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ ۚ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ ۖ وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ ۚ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bir de onları mağarada görseydin uyanık sanırdın. Halbuki onlar uykudadırlar. Biz onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onları görseydin, arkana bakmadan kaçardın ve için korku ile dolardı.
Diyanet Vakfı:
Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.

vekeẕâlike be`aŝnâhüm liyetesâelû beynehüm. ḳâle ḳâilüm minhüm kem lebiŝtüm. ḳâlû lebiŝnâ yevmen ev ba`ḍa yevm. ḳâlû rabbüküm a`lemü bimâ lebiŝtüm feb`aŝû eḥadeküm biveriḳiküm hâẕihî ile-lmedîneti felyenżur eyyühâ ezkâ ṭa`âmen felye'tiküm birizḳim minhü velyeteleṭṭaf velâ yüş`iranne biküm eḥadâ.
Türkçe:
İşte böyle! Onları dirilttik ki, birbirlerine sorup dursunlar. İçlerinden biri şöyle konuştu: "Ne kadar durdunuz?" Dediler: "Bir gün yahut günün bir parçası kadar." Dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Siz şimdi birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; kentin hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin. Ama nazik ve kurnaz davransın ki, sizi kimseye fark ettirmesin."
İngilizce:
Such (being their state), we raised them up (from sleep), that they might question each other. Said one of them, "How long have ye stayed (here)?" They said, "We have stayed (perhaps) a day, or part of a day." (At length) they (all) said, "Allah (alone) knows best how long ye have stayed here.... Now send ye then one of you with this money of yours to the town: let him find out which is the best food (to be had) and bring some to you, that (ye may) satisfy your hunger therewith: And let him behave with care and courtesy, and let him not inform any one about you.
Fransızca:
Et c'est ainsi que Nous les ressuscitâmes, afin qu'ils s'interrogent entre eux. L'un parmi eux dit : "Combien de temps avez-vous demeuré là ? " Ils dirent : "Nous avons demeuré un jour ou une partie d'un jour". D'autres dirent : " Votre Seigneur sait mieux combien [de temps] vous y avez demeuré. Envoyez donc l'un de vous à la ville avec votre argent que voici, pour qu'il voit quel aliment est le plus pur et qu'il vous apporte de quoi vous nourrir. Qu'il agisse avec tact; et qu'il ne donne l'éveil à personne sur vous.
Almanca:
Und solcherart erweckten WIR sie, damit sie sich gegenseitig fragen. Einer unter ihnen, der etwas zu sagen hatte, sagte: "Wie lange habt ihr verweilt?" Sie sagten: "Wir verweilten einen Tag oder einen Teil eines Tages." Sie sagten: "Euer HERR weiß besser Bescheid darüber, wie lange ihr verweilt habt. Nun aber schickt jemanden von euch mit diesem eurem Silber in die Stadt. Er soll dann nachprüfen, welche der Speisen reiner ist, dann soll er euch davon Rizq mitbringen. Und er soll unauffällig sein und niemanden auf euch aufmerksam machen.
Rusça:
Таким образом Мы пробудили их для того, чтобы они расспросили друг друга. Один из них сказал: "Сколько вы пробыли здесь?" Они сказали: "Мы пробыли день или часть дня". Они сказали: "Вашему Господу лучше известно о том, сколько вы пробыли. Пошлите одного из вас в город с вашими серебряными монетами. Пусть он посмотрит, какая еда получше, и принесет вам ее поесть. Но пусть он будет осторожен, чтобы никто не догадался о вас.
Arapça:
وَكَذَٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءَلُوا بَيْنَهُمْ ۚ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ ۖ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ۚ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَٰذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَىٰ طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: "Ne kadar durup kaldınız?" (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler. (Kimi de) şöyle dediler: "Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin."
Diyanet Vakfı:
Böylece biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık: İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler; (kimi de) şöyle dediler: "Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin; ayrıca, nazik davransın (gizli hareket etsin) ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."

innehüm iy yażherû `aleyküm yercümûküm ev yü`îdûküm fî milletihim velen tüfliḥû iẕen ebedâ.
Türkçe:
"Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler yahut da sizi kendilerinin milletine döndürürler. O takdirde bir daha asla kurtulamazsınız."
İngilizce:
For if they should come upon you, they would stone you or force you to return to their cult, and in that case ye would never attain prosperity.
Fransızca:
Si jamais ils vous attrapent, ils vous lapideront ou vous feront retourner à leur religion, et vous ne réussirez alors plus jamais".
Almanca:
Sollten sie über euch die Oberhand gewinnen, werden sie euch steinigen oder euch in ihre Gemeinschaft umkehren lassen. Und dann werdet ihr nimmer erfolgreich sein."
Rusça:
Если они узнают о вас, то побьют вас камнями или обратят вас в свою религию, и тогда вы никогда не преуспеете.
Arapça:
إِنَّهُمْ إِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَن تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Çünkü şehir halkı, sizi ellerine geçirirlerse muhakkak sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman siz dünyada da ahirette de asla kurtuluşa eremezsiniz.
Diyanet Vakfı:
"Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen iflah olmazsınız."

vekeẕâlike a`ŝernâ `aleyhim liya`lemû enne va`de-llâhi ḥaḳḳuv veenne-ssâ`ate lâ raybe fîhâ. iẕ yetenâza`ûne beynehüm emrahüm feḳâlü-bnû `aleyhim bünyânâ. rabbühüm a`lemü bihim. ḳâle-lleẕîne galebû `alâ emrihim lenetteḫiẕenne `aleyhim mescidâ.
Türkçe:
Böylece insanları onlar hakkında bilgilendirdik ki, Allah'ın vaadinin hak, kıyamet saatinin de kuşkusuz olduğunu bilsinler. Çünkü onlar, aralarında mağara yaranının durumunu tartışıyorlardı. "Onların üstüne bir bina kurun." dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onlar hakkında görüşleri galip gelenlerse şöyle dediler: "Üzerlerine mutlaka bir mescit edineceğiz."
İngilizce:
Thus did We make their case known to the people, that they might know that the promise of Allah is true, and that there can be no doubt about the Hour of Judgment. Behold, they dispute among themselves as to their affair. (Some) said, "Construct a building over them": Their Lord knows best about them: those who prevailed over their affair said, "Let us surely build a place of worship over them."
Fransızca:
Et c'est ainsi que Nous fîmes qu'ils furent découverts, afin qu'ils (les gens de la cité) sachent que la promesse d'Allah est vérité et qu'il n'y ait point de doute au sujet de l'Heure. Aussi se disputèrent-ils à leur sujet et déclarèrent-ils : "Construisez sur eux un édifice. Leur Seigneur les connaît mieux". Mais ceux qui l'emportèrent [dans la discussion] dirent : "élevons sur eux un sanctuaire" .
Almanca:
Und solcherart ließen WIR sie entdecken, damit sie wissen, daß das Versprechen ALLAHs wahr ist, und daß es über die Stunde (den Jüngsten Tag) keinerlei Zweifel gibt, als sie untereinander in ihrer Angelegenheit stritten. Dann sagten sie: "Errichtet über ihnen ein Gebäude, denn ihr HERR weiß besser Bescheid über sie." Diejenigen, die in ihrer Angelegenheit obsiegten, sagten: "Wir errichten doch über ihnen eineMoschee ."
Rusça:
Таким образом Мы дали знать о них людям для того, чтобы они узнали, что обещание Аллаха есть истина и что в Часе невозможно усомниться. Но вот они стали спорить о них и сказали: "Воздвигните над ними строение. Их Господу лучше знать о них". А те, которые отстояли свое мнение, сказали: "Мы непременно возвигнем над ними мечеть".
Arapça:
وَكَذَٰلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ ۖ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِم بُنْيَانًا ۖ رَّبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ ۚ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَىٰ أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِم مَّسْجِدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Böylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyamet gününden şüphe edilemeyeceğini bildirmek için, öylece şehir halkına buldurduk. Onları mağarada bulanlar, aralarında durumlarını tartışıyorlardı. Dedilerki: "Üstlerine bir bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir." Sözlerinde üstün gelen müminler: "Üzerlerine muhakkak bir mescid yapacağız." dediler.
Diyanet Vakfı:
Böylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, Allah'ın vadinin hak olduğunu, kıyametin şüphe götürmez olduğunu bilsinler. Hani onlar aralarında Ashab-ı Kehfin durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üzerlerine bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir." Onların durumuna vakıf olanlar ise: "Bizler, kesinlikle onların yanıbaşlarına bir mescit yapacağız" dediler.

seyeḳûlûne ŝelâŝetür râbi`uhüm kelbühüm. veyeḳûlûne ḫamsetün sâdisühüm kelbühüm racmem bilgayb. veyeḳûlûne seb`atüv veŝâminühüm kelbühüm. ḳur rabbî a`lemü bi`iddetihim mâ ya`lemühüm illâ ḳalîlün. felâ tümâri fîhim illâ mirâen żâhirâ. velâ testefti fîhim minhüm eḥadâ.
Türkçe:
"Üç kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi." diyecekler. Şunu da diyecekler: "Beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi." Gaybı taşlamaktır/bilinmeyen şey hakkında atıp tutmaktır bu. Şöyle de derler: "Yedi kişidirler, sekizincileri de köpekleridir." De ki: "Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkıda bilgisi olan, çok azdır." O halde, onlar hakkında yüzeysel bir tartışma dışında hiçbir çekişmeye girme. Onlar hakkında, konuşup duranlardan hiç kimseye bir şey sorma.
İngilizce:
(Some) say they were three, the dog being the fourth among them; (others) say they were five, the dog being the sixth,- doubtfully guessing at the unknown; (yet others) say they were seven, the dog being the eighth. Say thou: "My Lord knoweth best their number; It is but few that know their (real case)." Enter not, therefore, into controversies concerning them, except on a matter that is clear, nor consult any of them about (the affair of) the Sleepers.
Fransızca:
Ils diront : "ils étaient trois et le quatrième était leur chien". Et ils diront en conjecturant sur leur mystère qu'ils étaient cinq, le sixième étant leur chien et ils diront : "sept, le huitième étant leur chien". Dis : "Mon Seigneur connaît mieux leur nombre. Il n'en est que peu qui le savent". Ne discute à leur sujet que d'une façon apparente et ne consulte personne en ce qui les concerne.
Almanca:
Sie werden sagen: "Sie waren drei und ihr Vierter war ihr Hund." Und sie sagen: "Sie waren fünf und ihr Sechster war ihr Hund." Dies ist nichts als Spekulation über das Verborgene. Und sie sagen: "Sie waren sieben und ihr Achter war ihr Hund." Sag: "Mein HERR weiß besser Bescheid über ihre Anzahl, und niemand kennt sie außer wenigen." Also disputiere nicht über sie, es sei denn ein Disputieren ohne Details, und befrage über sie niemanden von ihnen!
Rusça:
Одни говорят, что их было трое, а четвертой была собака. Другие говорят, что их было пятеро, а шестой была собака. Так они пытаются угадать сокровенное. А другие говорят, что их было семеро, а восьмой была собака. Скажи: "Моему Господу лучше знать об их числе. Это неизвестно никому, кроме немногих". Препирайся относительно них только открыто и никого из них не спрашивай о них.
Arapça:
سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ ۖ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ ۚ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ ۗ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاءً ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ashabı Kehf'in sayılarında ihtilaf edenlerden bazıları: Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. Diğer bazıları da "Onlar, beş kişidir, altıncıları köpekleridir " diyecekler. Her ikisi de bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (kimileri de:) "Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: "Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir." Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dışında bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye de bir şey sorma!
Diyanet Vakfı:
(İnsanların kimi:) "Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir" diyecekler; yine: "Beş kişidir; altıncıları köpekleridir" diyecekler. (Bunlar) bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (Kimileri de:) "Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashab-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında (ileri geri konuşan) kimselerin hiçbirinden malumat isteme.

velâ teḳûlenne lişey'in innî fâ`ilün ẕâlike gadâ.
Türkçe:
Hiçbir şey için, "Ben bunu yarın kesinlikle yapacağım." deme.
İngilizce:
Nor say of anything, "I shall be sure to do so and so tomorrow"-
Fransızca:
Et ne dis jamais, à propos d'une chose : "Je la ferai sûrement demain".
Almanca:
Und sage zu keiner Sache: "Ich vollbringe dies morgen."
Rusça:
И никогда не говори: "Я сделаю это завтра".
Arapça:
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَٰلِكَ غَدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hiçbir şey için, Allah'ın dilemesi dışında: "Ben yarın onu yapacağım deme"
Diyanet Vakfı:
Hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" deme.

illâ ey yeşâe-llâh. veẕkür rabbeke iẕâ nesîte veḳul `asâ ey yehdiyeni rabbî liaḳrabe min hâẕâ raşedâ.
Türkçe:
"Allah dilerse" şeklinde söyleyebilirsin. Unuttuğunda, Rabbini an. Ve de: "Umarım ki Rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda başarıya/aydınlığa ulaştırır."
İngilizce:
Without adding, "So please Allah!" and call thy Lord to mind when thou forgettest, and say, "I hope that my Lord will guide me ever closer (even) than this to the right road."
Fransızca:
sans ajouter : "Si Allah le veut", et invoque ton Seigneur quand tu oublies et dis : "Je souhaite que mon Seigneur me guide et me mène plus près de ce qui est correct".
Almanca:
Es sei denn, wenn ALLAH es will. Und erwähne (den Willen) deines HERRN (danach), solltest du 2 es (vorher) vergessen haben. Und sag: "Ich hoffe, daß mein HERR mich zu einer besseren Führung als dieses rechtleitet.
Rusça:
Если только этого не пожелает Аллах! Если же ты забыл, то помяни своего Господа и скажи: "Быть может, Господь мой поведет меня более правильным путем".
Arapça:
إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ ۚ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَىٰ أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَٰذَا رَشَدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Ve unuttuğun vakit Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir." de.
Diyanet Vakfı:
Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Unuttuğun zaman Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir."de.

velebiŝû fî kehfihim ŝelâŝe mietin sinîne vezdâdû tis`â.
Türkçe:
Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kaldılar; dokuz da ilave ettiler.
İngilizce:
So they stayed in their Cave three hundred years, and (some) add nine (more)
Fransızca:
Or, ils demeurèrent dans leur caverne trois cent ans et en ajoutèrent neuf (années).
Almanca:
Und sie verweilten in ihrer Höhle dreihundert Jahre und ihnen wurden neun noch hinzugefügt.
Rusça:
Они провели в пещере триста лет и еще девять.
Arapça:
وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir.
Diyanet Vakfı:
Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir.

ḳuli-llâhü a`lemü bimâ lebiŝû. lehû gaybü-ssemâvâti vel'arḍ. ebṣir bihî veesmi`. mâ lehüm min dûnihî miv veliyy. velâ yüşrikü fî ḥukmihî eḥadâ.
Türkçe:
De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. O'nun elindedir göklerin ve yerin gaybı. Ne güzel görendir O, ne güzel işitendir. Onların, O'ndan başka bir dostları da yoktur. Ve O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez."
İngilizce:
Say: "Allah knows best how long they stayed: with Him is (the knowledge of) the secrets of the heavens and the earth: how clearly He sees, how finely He hears (everything)! They have no protector other than Him; nor does He share His Command with any person whatsoever.
Fransızca:
Dis : "Allah sait mieux combien de temps ils demeurèrent là. A Lui appartient l'Inconnaissable des cieux et de la terre. Comme Il est Voyant et Audient ! Ils n'ont aucun allié en dehors de Lui et Il n'associe personne à Son commandement.
Almanca:
Sag: "ALLAH weiß besser Bescheid darüber, wie lange sie verweilten." Ihm gehört das Verborgene der Himmel und der Erde. Wie allsehend ist ER und allhörend! Sie haben anstelle von Ihm keinen Wali, und ER beteiligt an Seiner Entscheidung niemanden.
Rusça:
Скажи: "Аллаху лучше знать, сколько они пробыли. У Него - сокровенное небес и земли. Как прекрасно Он видит и слышит! Нет у них покровителя помимо Него, и никто не принимает решений вместе с Ним".
Arapça:
قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا ۖ لَهُ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ ۚ مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir." Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
Diyanet Vakfı:
De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O'na aittir. O'nun görmesi de, işitmesi de şayanı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O'ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
Sayfalar
