
üẕine lilleẕîne yüḳâtelûne biennehüm żulimû. veinne-llâhe `alâ naṣrihim leḳadîr.
Türkçe:
Kendilerine savaş açılanlara savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğratıldılar. Allah onlara yardıma elbette kadirdir.
İngilizce:
To those against whom war is made, permission is given (to fight), because they are wronged;- and verily, Allah is most powerful for their aid;-
Fransızca:
Autorisation est donnée à ceux qui sont attaqués (de se défendre) - parce que vraiment ils sont lésés; et Allah est certes Capable de les secourir -
Almanca:
Erlaubnis (zum bewaffneten Kampf) wurde denjenigen, die bekämpft werden, erteilt, weil ihnen Unrecht zugefügt wurde. Und gewiß, ALLAH ist doch allmächtig, ihnen zum Sieg zu verhelfen.
Rusça:
Дозволено тем, против кого сражаются, сражаться, потому что с ними поступили несправедливо. Воистину, Аллах способен помочь им.
Arapça:
أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا ۚ وَإِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kendilerine savaş açılan kimselere (kâfirlere karşı koymak için) izin verildi. Çünkü onlar zulme uğradılar. Şüphesiz Allah onları zafere ulaştırmaya kadirdir.
Diyanet Vakfı:
Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir.

elleẕîne uḫricû min diyârihim bigayri ḥaḳḳin illâ ey yeḳûlû rabbüne-llâh. velevlâ def`u-llâhi-nnâse ba`ḍahüm biba`ḍil lehüddimet ṣavâmi`u vebiye`uv veṣalevâtüv vemesâcidü yüẕkeru fîhe-smü-llâhi keŝîrâ. veleyenṣuranne-llâhü mey yenṣuruh. inne-llâhe leḳaviyyün `azîz.
Türkçe:
Onlar sırf, "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah'ın adı çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler her halde yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder. Allah elbette Kavî, Azîz'dir.
İngilizce:
(They are) those who have been expelled from their homes in defiance of right,- (for no cause) except that they say, "our Lord is Allah". Did not Allah check one set of people by means of another, there would surely have been pulled down monasteries, churches, synagogues, and mosques, in which the name of Allah is commemorated in abundant measure. Allah will certainly aid those who aid his (cause);- for verily Allah is full of Strength, Exalted in Might, (able to enforce His Will).
Fransızca:
ceux qui ont été expulsés de leurs demeures, - contre toute justice, simplement parce qu'ils disaient : "Allah est notre Seigneur". - Si Allah ne repoussait pas les gens les uns par les autres, les ermitages seraient démolis, ainsi que les églises, les synagogues et les mosquées où le nom d'Allah est beaucoup invoqué. Allah soutient, certes, ceux qui soutiennent (Sa Religion). Allah est assurément Fort et Puissant,
Almanca:
(Es sind) diejenigen, die von ihren Häusern vertrieben wurden zu Unrecht, nur weil sie sagen: "Unser HERR ist ALLAH!" Und würde ALLAH die Menschen, die einen durch die anderen, nicht zurückhalten, würden zweifelsohne Einsiedeleien, Synagogen, Kirchen und Moscheen zerstört werden, in denen des Namens ALLAHs häufig gedacht wurde. Und ALLAH wird doch demjenigen zum Sieg verhelfen, der Seiner zum Sieg verhilft. Gewiß, ALLAH ist doch allkraftvoll, allwürdig!
Rusça:
Они были несправедливо изгнаны из своих жилищ только за то, что говорили: "Наш Господь - Аллах". Если бы Аллах не позволил одним людям защищаться от других, то были бы разрушены кельи, церкви, синагоги и мечети, в которых премного поминают имя Аллаха. Аллах непременно помогает тому, кто помогает Ему. Воистину, Аллах - Всесильный, Могущественный.
Arapça:
الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيَارِهِم بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَن يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ ۗ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لَّهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا ۗ وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden başka bir sebep olmaksızın haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan mescidler elbette yıkılırdı. Şüphesiz Allah kendi (dini) ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok izetlidir (her şeye galiptir).
Diyanet Vakfı:
Onlar, başka değil, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.

elleẕîne im mekkennâhüm fi-l'arḍi eḳâmu-ṣṣalâte veâtevu-zzekâte veemerû bilma`rûfi venehev `ani-lmünker. velillâhi `âḳibetü-l'ümûr.
Türkçe:
Onlar o kişilerdir ki eğer kendilerini yeryüzünde imkân ve güç sahibi yapsak namazı/duayı yerine getirirler, zekâtı verirler, iyiliğe özendirirler, kötülükten sakındırırlar. Tüm iş ve oluşlar Allah'a varır.
İngilizce:
(They are) those who, if We establish them in the land, establish regular prayer and give regular charity, enjoin the right and forbid wrong: with Allah rests the end (and decision) of (all) affairs.
Fransızca:
ceux qui, si Nous leur donnons la puissance sur terre, accomplissent la Salat, acquittent la Zakat, ordonnent le convenable et interdisent le blâmable. Cependant, l'issue finale de toute chose appartient à Allah.
Almanca:
(Es sind) diejenigen, wenn WIR sie im Lande festigen, dann verrichten sie ordnungsgemäß das rituelle Gebet, entrichten die Zakat, rufen zum Gebilligten auf und raten vomMißbilligten ab. Und ALLAH gehört das Anschließende von den Angelegenheiten.
Rusça:
Если Мы одарим их властью на земле, они будут совершать намаз, выплачивать закят, велеть совершать одобряемое и запрещать предосудительное. А исход всех дел - у Аллаха.
Arapça:
الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ ۗ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar (o müminlerdir) ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler ve fenalığı yasak ederler. Bütün işlerin sonu sırf Allah'a âittir.
Diyanet Vakfı:
Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır.

veiy yükeẕẕibûke feḳad keẕẕebet ḳablehüm ḳavmü nûḥiv ve`âdüv veŝemûd.
Türkçe:
Eğer seni yalanlıyorlarsa bilesin ki, senden önce Nûh kavmi de Âd da, Semûd da yalanladı.
İngilizce:
If they treat thy (mission) as false, so did the peoples before them (with their prophets),- the People of Noah, and 'Ad and Thamud;
Fransızca:
Et s'ils te traitent de menteur, [sache que] le peuple de Noé, les Aad, les Tamud avant eux, ont aussi crié au mensonge (à l'égard de leurs messagers),
Almanca:
Und sollten sie dich der Lüge bezichtigen, so leugneten vor ihnen die Leute von Nuh, 'Aad und Thamud ab.
Rusça:
Если они сочтут тебя лжецом, то ведь еще раньше пророков считали лжецами народ Нуха (Ноя), адиты, самудяне,
Arapça:
وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Ey Muhammed!) Eğer seni (müşrikler) yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh kavmi, Âd ve Semûd (kavimleri de kendi peygamberlerini) yalancı saydılar.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Eğer onlar (inkarcılar) seni yalanlıyorlarsa, (şunu bil ki) onlardan önce Nuh'un kavmi, Ad, Semud(kavimleri de kendi peygamberlerini) yalanladılar.

veḳavmü ibrâhîme veḳavmü lûṭ.
Türkçe:
İbrahim'in kavmi de Lût'un kavmi de...
İngilizce:
Those of Abraham and Lut;
Fransızca:
de même que le peuple d'Abraham, le peuple de Lot.
Almanca:
Sowie die Leute von Ibrahim und die Leute von Lut.
Rusça:
народ Ибрахима (Авраама), народ Лута (Лота)
Arapça:
وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İbrahim'in kavmi de, Lût'un kavmi de (peygamberlerini) yalancı saydılar.
Diyanet Vakfı:
İbrahim'in kavmi de, Lut'un kavmi de (peygamberlerini) yalanladılar.

veaṣḥâbü medyen. veküẕẕibe mûsâ feemleytü lilkâfirîne ŝümme eḫaẕtühüm. fekeyfe kâne nekîr.
Türkçe:
Medyen halkı da. Mûsa da yalanlanmıştı da ben, inkârcılara biraz süre vermiş sonra hepsini yakalamıştım. Nasılmış benim azabım!
İngilizce:
And the Companions of the Madyan People; and Moses was rejected (in the same way). But I granted respite to the Unbelievers, and (only) after that did I punish them: but how (terrible) was my rejection (of them)!
Fransızca:
et les gens de Madyan. Et Moïse fut traité de menteur; Puis, J'ai donné un répit aux mécréants, ensuite Je les ai saisis. Et quelle fut Ma réprobation !
Almanca:
Sowie die Bewohner von Madyan. Auch Musa wurde der Lüge bezichtigt, so gewährte ICH den Kafir noch längere Zeit, dann richtete ICH sie zugrunde. Also wie war denn Meine Mißbilligung?!
Rusça:
и жители Мадьяна. Мусу (Моисея) тоже сочли лжецом. Я предоставил отсрочку неверующим, а затем схватил их. Каким же было Мое обличение!
Arapça:
وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ ۖ وَكُذِّبَ مُوسَىٰ فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Şuayb'ın kavmi olan) Medyen halkı da (Şûayb'ı) yalanladı. Musa da (Firavun tarafından) yalanlandı. Ben de o kâfirlere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Beni tanımamak nasılmış görsünler.
Diyanet Vakfı:
(Şuayb'ın kavmi olan) Medyen halkı da(Şuayb'ı) yalanladılar. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kafirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım. Nasıl oldu benim onları reddim (cezalandırmam)!

fekeeyyim min ḳaryetin ehleknâhâ vehiye żâlimetün fehiye ḫâviyetün `alâ `urûşihâ vebi'rim mü`aṭṭaletiv veḳaṣrim meşîd.
Türkçe:
Zalim olduğu için helâk ettiğimiz nice kent/medeniyet var ki, duvarları, tavanları üzerine çökmüş halde. Nice kullanılmaz halde bırakılmış su kuyusu, nice görkemli/süslü/bakımlı köşk var.
İngilizce:
How many populations have We destroyed, which were given to wrong-doing? They tumbled down on their roofs. And how many wells are lying idle and neglected, and castles lofty and well-built?
Fransızca:
Que de cités, donc, avons-Nous fait périr, parce qu'elles commettaient des tyrannies. Elles sont réduites à des toits écroulés : Que de puits désertés ! Que de palais édifiés (et désertés aussi) !
Almanca:
Wie manche Ortschaft richteten WIR doch zugrunde, während sie (ihre Bewohner) Unrecht begingen. So wurden ihre Häuser dem Erdboden gleichgemacht, auch der Brunnen ist verlassen und das Schloß ist errichtet.
Rusça:
Сколько селений, которые были несправедливы, Мы погубили, и теперь они разрушены до основания. Сколько заброшенных колодцев и воздвигнутых дворцов!
Arapça:
فَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُّعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَّشِيدٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Nice memleketler vardı ki, zulüm yaparlarken biz onları yok ettik. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır. (Geride) Nice terkedilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar (bırakılmıştır.)
Diyanet Vakfı:
Nitekim, birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı) zulmetmekte iken, biz onları helak ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar vardır.

efelem yesîrû fi-l'arḍi fetekûne lehüm ḳulûbüy ya`ḳilûne bihâ ev âẕânüy yesme`ûne bihâ. feinnehâ lâ ta`me-l'ebṣâru velâkin ta`me-lḳulûbü-lletî fi-ṣṣudûr.
Türkçe:
Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar, kulakları olsun da onlarla duysunlar. Şu bir gerçek ki, kafadaki gözler kör olmaz ama göğüslerin içindeki gönüller körleşir.
İngilizce:
Do they not travel through the land, so that their hearts (and minds) may thus learn wisdom and their ears may thus learn to hear? Truly it is not their eyes that are blind, but their hearts which are in their breasts.
Fransızca:
Que ne voyagent-ils sur la terre afin d'avoir des coeurs pour comprendre, et des oreilles pour entendre ? Car ce ne sont pas les yeux qui s'aveuglent, mais, ce sont les coeurs dans les poitrines qui s'aveuglent.
Almanca:
Sind sie etwa nicht im Lande umhergereist, damit sie über Herzen verfügen, mit denen sie verständig werden, oder über Ohren, mit denen sie hören?! Denn gewiß, nicht die Augen werden blind, sondern blind werden die Herzen, die in den Brüsten sind.
Rusça:
Разве они не странствовали по земле, имея сердца, посредством которых они могли разуметь, и уши, посредством которых они могли слушать? Воистину, слепнут не глаза, а слепнут сердца, находящиеся в груди.
Arapça:
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا ۖ فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَٰكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.
Diyanet Vakfı:
(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.
