Sayfa 319

yevmeiẕil lâ tenfe`u-şşefâ`atü illâ men eẕine lehü-rraḥmânü veraḍiye lehû ḳavlâ.

Türkçe:
O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna...
İngilizce:
On that Day shall no intercession avail except for those for whom permission has been granted by (Allah) Most Gracious and whose word is acceptable to Him.
Fransızca:
Ce jour-là, l'intercession ne profitera qu'à celui auquel le Tout Miséricordieux aura donné Sa permission et dont Il agréera la parole.
Almanca:
An diesem Tag nützt keine Fürsprache, außer (der Fürsprache) desjenigen, dem Der Allgnade Erweisende die Zustimmung gab und von ihm das Gesagte annahm.
Rusça:
В тот день заступничество не поможет никому, кроме тех, кому Милостивый позволит и чьими речами Он будет доволен.
Arapça:
يَوْمَئِذٍ لَّا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O gün, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.
Diyanet Vakfı:
O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.

ya`lemü mâ beyne eydîhim vemâ ḫalfehüm velâ yüḥîṭûne bihî `ilmâ.

Türkçe:
Onların önden gönderdiklerini de arkada bıraktıklarını da bilir, ama onlar O'nu ilimle kuşatamazlar.
İngilizce:
He knows what (appears to His creatures as) before or after or behind them: but they shall not compass it with their knowledge.
Fransızca:
Il connaît ce qui est devant eux et ce qui est derrière eux, alors qu'eux-mêmes ne Le cernent pas de leur science.
Almanca:
ER kennt das, was vor ihnen und was hinter ihnen liegt. Sie jedoch haben kein umfassendes Wissen über Ihn.
Rusça:
Он знает их будущее и прошлое, но они не способны объять Его своим знанием.
Arapça:
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah, onların geleceklerini de, geçmişlerini de bilir. Onlar ise O'nu ilmen kavrayamazlar.
Diyanet Vakfı:
O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz:

ve`aneti-lvucûhü lilḥayyi-lḳayyûm. veḳad ḫâbe men ḥamele żulmâ.

Türkçe:
Bütün yüzler o Hayy ve Kayyûm önünde yere inmiştir. Zulüm taşıyan perişan olup gitmiştir.
İngilizce:
(All) faces shall be humbled before (Him) - the Living, the Self-Subsisting, Eternal: hopeless indeed will be the man that carries iniquity (on his back).
Fransızca:
Et les visages s'humilieront devant Le Vivant, Celui qui subsiste par Lui-même" al-Qayyum" , et malheureux sera celui qui [se présentera devant Lui] chargé d'une iniquité.
Almanca:
Und die Gesichter sind geneigt vor Dem Lebendigen, Dem Allverantwortlichen. Und bereits versagte jeder, der Unrecht auf sich lud.
Rusça:
Лица смирятся перед Живым и Поддерживающим жизнь, и разочарование постигнет тех, кто понесет бремя несправедливости.
Arapça:
۞ وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bütün yüzler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah'a baş eğmiştir. Bir zulüm yüklenen gerçekten hüsrana uğramıştır.
Diyanet Vakfı:
Bütün yüzler (insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.

vemey ya`mel mine-ṣṣâliḥâti vehüve mü'minün felâ yeḫâfü żulmev velâ haḍmâ.

Türkçe:
Mümin olarak hayra ve barışa yönelik iyilikler yapan ise ne haksızlığa uğratılmaktan korkar ne de ezilip horlanmaktan.
İngilizce:
But he who works deeds of righteousness, and has faith, will have no fear of harm nor of any curtailment (of what is his due).
Fransızca:
Et quiconque aura fait de bonnes oeuvres tout en étant croyant, ne craindra ni injustice ni oppression.
Almanca:
Doch wer von gottgefällig Gutem tut, während er Mumin ist, der fürchtet weder Ungerechtigkeit noch Minderung.
Rusça:
А тот, кто совершал праведные дела, будучи верующим, не будет бояться ни несправедливости, ни ущемления.
Arapça:
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Her kim de mümin olarak salih amelleri işlerse, artık o, ne bir haksızlıktan ve ne de çiğnenmekden korkar.
Diyanet Vakfı:
Her kim, mümin olarak iyi olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.

vekeẕâlike enzelnâhü ḳur'ânen `arabiyyev veṣarrafnâ fîhi mine-lve`îdi le`allehüm yetteḳûne ev yuḥdiŝü lehüm ẕikrâ.

Türkçe:
Biz onu işte böyle, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onun içinde tehditleri türlü ifadelerle sıraladık ki sakınabilsinler, yahut da Kur'an onlara yeni bir hatırlatıcı/hatırlatma sunsun.
İngilizce:
Thus have We sent this down - an arabic Qur'an - and explained therein in detail some of the warnings, in order that they may fear Allah, or that it may cause their remembrance (of Him).
Fransızca:
C'est ainsi que nous l'avons fait descendre un Coran en [langue] arabe, et Nous y avons multiplié les menaces, afin qu'ils deviennent pieux ou qu'il les incite à s'exhorter ?
Almanca:
Und solcherart sandten WIR ihn hinab als einen arabischen Quran und erläuterten in ihm von der Ermahnung, damit sie Taqwa gemäß handeln und damit er ihnen eine Besinnung bewirkt.
Rusça:
Таким образом Мы ниспослали его в виде Корана на арабском языке и подробно разъяснили в нем Свои угрозы, чтобы они устрашились или чтобы это стало для них назиданием.
Arapça:
وَكَذَٰلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte böylece biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik. Onda tehditlerden nice türlüsünü tekrar tekrar açıkladık ki belki sakınırlar, yahut onlara bir ibret ve uyanış verir.
Diyanet Vakfı:
(Resulüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki onlar (bu sayede günahtan) korunurlar; yahut da o (Kur'an) kendileri için bir ibret ortaya koyar.

Sayfalar

Sayfa 319 beslemesine abone olun.