Sayfa 292

illâ raḥmetem mir rabbik. inne faḍlehû kâne `aleyke kebîrâ.

Türkçe:
Ancak, Rabbinden bir rahmet müstesna. Kuşkusuz, O'nun sana lütfu pek büyüktür.
İngilizce:
Except for Mercy from thy Lord: for his bounty is to thee (indeed) great.
Fransızca:
Si ce n'est par une miséricorde de ton Seigneur, car en vérité Sa grâce sur toi est grande.
Almanca:
es sei denn eine Gnade von deinem HERRN. Gewiß, Seine Gunst ist dir gegenüber unermeßlich.
Rusça:
не будь милости твоего Господа. Воистину, Его милость к тебе велика!
Arapça:
إِلَّا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۚ إِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَبِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Fakat Rabbinden bir rahmet olarak (biz bunu yapmadık). Gerçekten O'nun senin üzerindeki lütfu çok büyüktür.
Diyanet Vakfı:
Ancak Rabbinin rahmeti (sayesinde Kur'an baki kalmıştır). Çünkü O'nun sana lütufkarlığı çok büyüktür.

ḳul leini-cteme`ati-l'insü velcinnü `alâ ey ye'tû bimiŝli hâẕe-lḳur'âni lâ ye'tûne bimiŝlihî velev kâne ba`ḍuhüm liba`ḍin żahîrâ.

Türkçe:
De ki: "Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere bir araya toplansalar, birbirlerine de destek olsalar, onun bir benzerini yine de ortaya getiremezler."
İngilizce:
Say: "If the whole of mankind and Jinns were to gather together to produce the like of this Qur'an, they could not produce the like thereof, even if they backed up each other with help and support.
Fransızca:
Dis : "Même si les hommes et les djinns s'unissaient pour produire quelque chose de semblable à ce Coran, ils ne sauraient produire rien de semblable, même s'ils se soutenaient les un les autres".
Almanca:
Sag: "Würden sich die Menschen und die Dschinn vereinigen, damit sie ein diesem Quran Gleiches hervorbringen, würden sie nicht Seinesgleichen hervorbringen, selbst dann nicht, sollten die einen den anderen beistehen."
Rusça:
Скажи: "Если бы люди и джинны объединились для того, чтобы сочинить нечто, подобное этому Корану, это не удалось бы им, даже если бы они стали помогать друг другу".
Arapça:
قُل لَّئِنِ اجْتَمَعَتِ الْإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَىٰ أَن يَأْتُوا بِمِثْلِ هَٰذَا الْقُرْآنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! De ki: "Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar bile, yine onun bir benzerini meydana getiremeyeceklerdir."
Diyanet Vakfı:
De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.

veleḳad ṣarrafnâ linnâsi fî hâẕe-lḳur'âni min külli meŝel. feebâ ekŝeru-nnâsi illâ küfûrâ.

Türkçe:
Yemin olsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.
İngilizce:
And We have explained to man, in this Qur'an, every kind of similitude: yet the greater part of men refuse (to receive it) except with ingratitude!
Fransızca:
Et certes, Nous avons déployé pour les gens, dans ce Coran, toutes sortes d'exemples. Mais la plupart des gens s'obstinent à être mécréants.
Almanca:
Und gewiß, bereits erläuterten WIR in diesem Quran von jedem Gleichnis. Doch die meisten Menschen lehnten alles außer dem äußersten Kufr ab.
Rusça:
Мы разъяснили людям в этом Коране всякие притчи, но большинство людей отвергает все, кроме неверия.
Arapça:
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَٰذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَىٰ أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yemin olsun ki biz bu Kur'ân'da insanlar için çeşitli misaller vermişizdir. Yine de insanların çoğu inkârlarında ısrar ederler.
Diyanet Vakfı:
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.

veḳâlû len nü'mine leke ḥattâ tefcüra lenâ mine-l'arḍi yembû`â.

Türkçe:
Dediler ki: "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadığın sürece sana asla inanmayacağız!"
İngilizce:
They say: "We shall not believe in thee, until thou cause a spring to gush forth for us from the earth,
Fransızca:
Et ils dirent : "Nous ne croirons pas en toi, jusqu'à ce que tu aies fait jaillir de terre, pour nous, une source;
Almanca:
Und sie sagten: "Wir werden dir keinen Iman schenken, bis du für uns von der Erde 2 eine Quelle entspringen läßt,
Rusça:
Они говорят: "Ни за что мы не уверуем, пока ты не исторгнешь для нас из земли источник;
Arapça:
وَقَالُوا لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّىٰ تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْأَرْضِ يَنبُوعًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kâfirler şöyle dediler: "Sen, bizim için yerden suyu kesilmeyen bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız."
Diyanet Vakfı:
Onlar: "Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız."

ev tekûne leke cennetüm min neḫîliv ve`inebin fetüfeccira-l'enhâra ḫilâlehâ tefcîrâ.

Türkçe:
"Yahut senin, hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın."
İngilizce:
Or (until) thou have a garden of date trees and vines, and cause rivers to gush forth in their midst, carrying abundant water;
Fransızca:
ou que tu aies un jardin de palmiers et de vignes, entre lesquels tu feras jaillir des ruisseaux en abondance;
Almanca:
oder bis du über Dschanna von Dattelpalmen und Rebstöcken verfügst, in der die Flüsse in Strömen sprudeln,
Rusça:
или пока не будет у тебя пальмовой рощи и виноградника, в которых ты проложишь реки;
Arapça:
أَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِّن نَّخِيلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْأَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْجِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Veyahut hurmalıklardan ve üzümlüklerden senin bir bahçen olsun da ortasından şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın.
Diyanet Vakfı:
"Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın."

ev tüsḳiṭa-ssemâe kemâ za`amte `aleynâ kisefen ev te'tiye billâhi velmelâiketi ḳabîlâ.

Türkçe:
"Yahut iddia ettiğin gibi göğü, parçalar halinde üzerimize düşürmelisin, yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza dikmelisin."
İngilizce:
Or thou cause the sky to fall in pieces, as thou sayest (will happen), against us; or thou bring Allah and the angels before (us) face to face:
Fransızca:
ou que tu fasses tomber sur nous, comme tu le prétends, le ciel en morceaux, ou que tu fasses venir Allah et les Anges en face de nous ;
Almanca:
oder du läßt über uns den Himmel, wie du es behauptet hast, in Stücke fallen, oder du bringst ALLAH und die Engel uns gegenüber,
Rusça:
или пока не обрушишь на нас небо кусками, как ты это утверждаешь; или не предстанешь перед нами вместе с Аллахом и ангелами;
Arapça:
أَوْ تُسْقِطَ السَّمَاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفًا أَوْ تَأْتِيَ بِاللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ قَبِيلًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yahut söyleyip zannettiğin gibi, göğü başımıza parça parça düşüresin veya Allah'ı ve melekleri söylediğine şahit getiresin.
Diyanet Vakfı:
"Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin."

ev yekûne leke beytüm min zuḫrufin ev terḳâ fi-ssemâ'. velen nü'mine liruḳiyyike ḥattâ tünezzile `aleynâ kitâben naḳraüh. ḳul sübḥâne rabbî hel küntü illâ beşerar rasûlâ.

Türkçe:
"Yahut altından bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin. Ancak senin göğe çıktığına, okuyacağımız bir kitabı bize indireceğin zamana kadar, asla inanmayız!" De ki: "Rabbimin şanı yücedir. Ben, insan bir resulden başka neyim ki?"
İngilizce:
Or thou have a house adorned with gold, or thou mount a ladder right into the skies. No, we shall not even believe in thy mounting until thou send down to us a book that we could read. Say: "Glory to my Lord! Am I aught but a man,- a messenger?"
Fransızca:
ou que tu aies une maison [garnie] d'ornements; ou que tu sois monté au ciel. Encore ne croirons-nous pas à ta montée au ciel, jusqu'à ce que tu fasses descendre sur nous un Livre que nous puissions lire". Dis[-leur]: "Gloire à mon Seigneur ! Ne suis-je qu'un être humain-Messager ? "
Almanca:
oder du verfügst über ein Haus aus Gold, oder du fliegst in den Himmel, und wir werden keinen Iman an dein Fliegen verinnerlichen, bis du uns eine Schrift zuteil werden läßt, die wir lesen können." Sag: "Gepriesen-erhaben ist mein HERR! Bin ich etwa etwas anderes als ein Mensch, ein Gesandter?!"
Rusça:
или пока у тебя не будет дома из драгоценностей; или пока ты не взойдешь на небо. Но мы не поверим в твое восхождение, пока ты не спустишься с Писанием, которое мы станем читать". Скажи: "Пречист мой Господь! Я же - всего лишь человек и посланник".
Arapça:
أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِّن زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَىٰ فِي السَّمَاءِ وَلَن نُّؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتَّىٰ تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَّقْرَؤُهُ ۗ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي هَلْ كُنتُ إِلَّا بَشَرًا رَّسُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Yahut altından bir evin olsun, ya da göğe çıkmalısın. Ona çıktığına da asla inanmayız. Ta ki bize, okuyacağımız bir kitap indiresin. De ki: "Rabbimi tenzih ederim. Nihayet ben de, peygamber olan bir insandan başka bir şey değilim."
Diyanet Vakfı:
"Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız." De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.

vemâ mene`a-nnâse ey yü'minû iẕ câehümü-lhüdâ illâ en ḳâlû ebe`aŝe-llâhü beşerar rasûlâ.

Türkçe:
Kendilerine hak kılavuzcusu geldiğinde, insanların iman etmelerine, şöyle demelerinden başka bir şey engel olmadı: "Allah, bir insan mı resul gönderdi?"
İngilizce:
What kept men back from belief when Guidance came to them, was nothing but this: they said, "Has Allah sent a man (like us) to be (His) Messenger?"
Fransızca:
Et rien n'empêcha les gens de croire, quand le guide leur est parvenu, si ce n'est qu'ils disaient : "Allah envoie-t-Il un être humain-Messager ? "
Almanca:
Und nichts hinderte die Menschen daran, den Iman zu verinnerlichen, als zu ihnen die Rechtleitung kam, außer daß sie sagten: "Schickte ALLAH etwa einen Menschen als Gesandten?"
Rusça:
Людям помешало уверовать после того, как к ним явилось верное руководство, только то, что они сказали: "Неужели Аллах отправил посланником человека?"
Arapça:
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ إِلَّا أَن قَالُوا أَبَعَثَ اللَّهُ بَشَرًا رَّسُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber gelince, insanların iman etmelerine engel olan sebep sadece: "Allah bir insanı mı Peygamber gönderdi?" demeleridir.
Diyanet Vakfı:
Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların (buna) inanmalarını sırf, "Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri engellemiştir.

ḳul lev kâne fi-l'arḍi melâiketüy yemşûne muṭmeinnîne lenezzelnâ `aleyhim mine-ssemâi meleker rasûlâ.

Türkçe:
De ki: "Eğer yeryüzünde doygunluğa ulaşmış melekler dolaşır olsaydı, elbette gökten onlara bir melek-resul gönderirdik."
İngilizce:
Say, "If there were settled, on earth, angels walking about in peace and quiet, We should certainly have sent them down from the heavens an angel for a messenger."
Fransızca:
Dis : "S'il y avait sur terre des Anges marchant tranquillement, Nous aurions certes fait descendre sur eux du ciel un Ange-Messager".
Almanca:
Sag: "Wären auf der Erde Engel, die darauf sicher gehen würden, hätten WIR ihnen vom Himmel gewiß einen Engel als Gesandten herabgesandt."
Rusça:
Скажи: "Если бы по земле спокойно ходили ангелы, то Мы отправили бы к ним посланником с неба ангела".
Arapça:
قُل لَّوْ كَانَ فِي الْأَرْضِ مَلَائِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِم مِّنَ السَّمَاءِ مَلَكًا رَّسُولًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Ey Muhammed! Mekkelilere) şöyle de: "Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette onlara gökten peygamber olarak bir melek indirirdik."
Diyanet Vakfı:
Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.

ḳul kefâ billâhi şehîdem beynî vebeyneküm. innehû kâne bi`ibâdihî ḫabîram beṣîrâ.

Türkçe:
De ki: "Benimle sizin aranızda tanık olarak Allah yeter. O, kullarından haberdardır, onları görmektedir."
İngilizce:
Say: "Enough is Allah for a witness between me and you: for He is well acquainted with His servants, and He sees (all things).
Fransızca:
Dis : "Allah suffit comme témoin entre vous et moi". Il est, sur Ses serviteurs, Parfaitement Connaisseur et Clairvoyant.
Almanca:
Sag: "ALLAH genügt als Zeuge zwischen mir und euch! Gewiß, ER ist über Seine Diener allkundig, allsehend."
Rusça:
Скажи: "Довольно того, что Аллах является Свидетелем между мною и вами. Воистину, Он знает и видит Своих рабов".
Arapça:
قُلْ كَفَىٰ بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ ۚ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarının yaptığından haberdardır, yaptıklarını çok iyi görendir."
Diyanet Vakfı:
De ki: Benimle sizin aranızda gerçek şahit olarak Allah kafidir. Zira O, kullarını hakikaten bilip görmektedir.

Sayfalar

Sayfa 292 beslemesine abone olun.