
men câe bilḥaseneti felehû ḫayrum minhâ. vehüm min feza`iy yevmeiẕin âminûn.
Türkçe:
İyilik ve güzellik getirene, getirdiğinden daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan güvene çıkmışlardır.
İngilizce:
If any do good, good will (accrue) to them therefrom; and they will be secure from terror that Day.
Fransızca:
Quiconque viendra avec le bien aura bien mieux, et ce jour-là ils seront à l'abri de tout effroi.
Almanca:
Wer mit der guten Tat kommt, für ihn ist Besseres als dies bestimmt, und sie werden vor dem Erschrecken jenes Tages sicher sein.
Rusça:
Те, которые предстанут с добрым деянием, получат нечто лучшее. В тот день они будут обезопашены от страха.
Arapça:
مَن جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَهُم مِّن فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.
Diyanet Vakfı:
Kim iyilikle (ilahi huzura) gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.

vemen câe bisseyyieti fekübbet vucûhühüm fi-nnâr. hel tüczevne illâ mâ küntüm ta`melûn.
Türkçe:
Kötülük getirenlerin ise yüzleri ateşte sürtülür. Sadece yapıp ettiklerinizle cezalandırılırsınız.
İngilizce:
And if any do evil, their faces will be thrown headlong into the Fire: "Do ye receive a reward other than that which ye have earned by your deeds?"
Fransızca:
Et quiconque viendra avec le mal... alors ils seront culbutés le visage dans le Feu. N'êtes-vous pas uniquement rétribués selon ce que vous oeuvriez ? "
Almanca:
Und wer mit der schlechten Tat kommt, diese werden auf ihre Gesichter ins Feuer geworfen. Wird euch anderes vergolten, als das, was ihr zu tun pflegtet?!
Rusça:
А те, которые предстанут с дурными деяниями, будут повергнуты в Огонь ничком: "Разве вы не получаете воздаяние только за то, что совершали?"
Arapça:
وَمَن جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Her kim de kötülükle gelirse artık yüzleri ateşte sürtülür. "Başka değil ancak yaptığınız amellerin cezasını çekeceksiniz." (denir).
Diyanet Vakfı:
(Rablerinin huzuruna) kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) "Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" (denir).

innemâ ümirtü en a`büde rabbe hâẕihi-lbeldeti-lleẕî ḥarramehâ velehû küllü şey'. veümirtü en ekûne mine-lmüslimîn.
Türkçe:
"Ben sadece, bu beldenin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Orayı saygıya layık kılmıştır O. Her şey O'nundur. Ben, müslümanlardan/Allah'a teslim olanlardan olmakla emrolundum."
İngilizce:
For me, I have been commanded to serve the Lord of this city, Him Who has sanctified it and to Whom (belong) all things: and I am commanded to be of those who bow in Islam to Allah's Will,-
Fransızca:
"Il m'a été seulement commandé d'adorer le Seigneur de cette Ville (la Mecque) qu'Il a sanctifiée, - et à Lui toute chose - et il m'a été commandé d'être du nombre des Musulmans,
Almanca:
Ich wurde nur angewiesen, daß ich Dem HERRN dieser Ortschaft diene, die ER für haram erklärte, und Ihm gehört alles. Und ich wurde angewiesen, von den Muslimen zu sein,
Rusça:
Скажи: "Мне велено только поклоняться Господу этого города (Мекки), который Он провозгласил заповедным. Ему принадлежит всякая вещь, мне же велено быть одним из мусульман
Arapça:
إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ رَبَّ هَٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذِي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍ ۖ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(De ki): "Ben ancak her şeyin sahibi olan ve burayı kutlu kılan bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Yine bana müslümanlardan olmam emredildi."
Diyanet Vakfı:
(De ki:) Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zaten O'na aittir. Bana müslümanlardan olmam " emredildi.

veen etlüve-lḳur'ân. femeni-htedâ feinnemâ yehtedî linefsih. vemen ḍalle feḳul innemâ ene mine-lmünẕirîn.
Türkçe:
"Ve Kur'an okumakla emrolundum. Artık kim yola gelirse kendi nefsi için gelir. Sapmışa gelince, böylesine de ki: 'Ben uyarıcılardan biriyim. Hepsi bu!"
İngilizce:
And to rehearse the Qur'an: and if any accept guidance, they do it for the good of their own souls, and if any stray, say: "I am only a Warner".
Fransızca:
Et de réciter le Coran". Quiconque se guide, c'est pour Lui-même en effet qu'il se guide. Et quiconque s'égare..., alors dis : "Je ne suis que l'un des avertisseurs".
Almanca:
und daß ich den Quran vortrage. Wer dann Rechtleitung findet, der findet Rechtleitung nur für sich selbst, und wer irregeht, dann sag: "Ich bin nur von den Warnern!"
Rusça:
и читать Коран". Кто следует прямым путем, тот поступает во благо себе. А тому, кто впал в заблуждение, скажи: "Я - всего лишь один из тех, кто предостерегает".
Arapça:
وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ ۖ فَمَنِ اهْتَدَىٰ فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ ۖ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve Kur'ân'ı okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: "Ben sadece uyarıcılardanım."
Diyanet Vakfı:
"Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.

veḳuli-lḥamdü lillâhi seyürîküm âyâtihî feta`rifûnehâ. vemâ rabbüke bigâfilin `ammâ ta`melûn.
Türkçe:
Ve şöyle yakar: "Hamt olsun Allah'a! O size ayetlerini gösterecek de siz onları tanıyacaksınız. Senin Rabbin, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir."
İngilizce:
And say: "Praise be to Allah, Who will soon show you His Signs, so that ye shall know them"; and thy Lord is not unmindful of all that ye do.
Fransızca:
Dis : "Louange à Allah ! Il vous fera voir Ses preuves, et vous les reconnaîtrez". Ton Seigneur n'est pas inattentif à ce que vous faites.
Almanca:
Und sag: "Alhamdulillah: Alles Lob gebührt ALLAH! ER wird euch Seine Ayat zeigen, so werdet ihr sie kennen." Und dein HERR ist nicht achtlos dem gegenüber, was ihr tut.
Rusça:
Скажи: "Хвала Аллаху! Он покажет вам Свои знамения, и вы узнаете их". Твой Господь не находится в неведении о том, что вы совершаете.
Arapça:
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا ۚ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve şöyle de: Hamd, Allah'a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Diyanet Vakfı:
Ve şöyle de: Hamd Allah'a mahsustur. O, ayetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız (ama artık faydası olmayacaktır). Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

ṭâ-sîn-mîm.
Türkçe:
Tâ, Sîn, Mîm.
İngilizce:
Ta. Sin. Mim.
Fransızca:
T'a, Sin, Mim .
Almanca:
Ta-sin-mim .
Rusça:
Та. Син. Мим.
Arapça:
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ طسم
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Tâ, Sîn, Mîm.
Diyanet Vakfı:
Ta. Sin. Mim.

tilke âyâtü-lkitâbi-lmübîn.
Türkçe:
İşte sana, açık-seçik beyanda bulunan Kitap'ın ayetleri.
İngilizce:
These are Verses of the Book that makes (things) clear.
Fransızca:
Voici les versets du Livre explicite.
Almanca:
Diese sind die Ayat der deutlichen Schrift.
Rusça:
Это - аяты ясного Писания.
Arapça:
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunlar, apaçık kitabın âyetleridir.
Diyanet Vakfı:
Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir.

netlû `aleyke min nebei mûsâ vefir`avne bilḥaḳḳi liḳavmiy yü'minûn.
Türkçe:
İman edecek bir toplum için, Mûsa ve Firavun'un haberinden bir kısmını sana hak olarak okuyacağız.
İngilizce:
We rehearse to thee some of the story of Moses and Pharaoh in Truth, for people who believe.
Fransızca:
Nous te racontons en toute vérité, de l'histoire de Moïse et de Pharaon, à l'intention des gens qui croient.
Almanca:
WIR tragen dir vor von der Begebenheit von Musa und Pharao wahrheitsgemäß für Leute, die den Iman verinnerlichen.
Rusça:
Мы доподлинно прочтем тебе для верующих людей историю Мусы (Моисея) и Фараона.
Arapça:
نَتْلُو عَلَيْكَ مِن نَّبَإِ مُوسَىٰ وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İman edecek bir kavim için Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana dosdoğru okuyacağız.
Diyanet Vakfı:
İman eden bir kavim için (faydalı olmak üzere) Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle nakledeceğiz.

inne fir`avne `alâ fi-l'arḍi vece`ale ehlehâ şiye`ay yestaḍ`ifü ṭâifetem minhüm yüẕebbiḥu ebnâehüm veyestaḥyî nisâehüm. innehû kâne mine-lmüfsidîn.
Türkçe:
Gerçek şu: Firavun o yerde egemenlik kurmuş ve ora halkını gruplara ayırmıştı. Onlardan bir topluluğu horlayıp eziyordu: Bu topluluğun erkek çocuklarını boğazlıyor, kadınlarına hayasızca davranıyor/kadınların rahimlerini yokluyor/kadınlarını hayata salıyordu. O gerçekten fesadı yayanlardandı.
İngilizce:
Truly Pharaoh elated himself in the land and broke up its people into sections, depressing a small group among them: their sons he slew, but he kept alive their females: for he was indeed a maker of mischief.
Fransızca:
Pharaon était hautain sur terre; il répartit en clans ses habitants, afin d'abuser de la faiblesse de l'un d'eux : Il égorgeait leurs fils et laissait vivantes leurs femmes. Il était vraiment parmi les fauteurs de désordre.
Almanca:
Gewiß, Pharao erhob sich in Arroganz im Lande und machte dessen Bewohner zu Parteien. Er schwächte eine Gruppe von ihnen ab. Er ließ ihre Söhne abschlachten und ihre Frauen am Leben bleiben. Gewiß, er war von den Verderben-Anrichtenden.
Rusça:
Фараон возгордился на земле и разделил ее жителей на группы. Одних он ослаблял, убивая их сыновей и оставляя в живых их женщин. Воистину, он был одним из тех, кто распространял нечестие.
Arapça:
إِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْأَرْضِ وَجَعَلَ أَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَائِفَةً مِّنْهُمْ يُذَبِّحُ أَبْنَاءَهُمْ وَيَسْتَحْيِي نِسَاءَهُمْ ۚ إِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Çünkü Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı.
Diyanet Vakfı:
Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.

venürîdü en nemünne `ale-lleẕîne-stuḍ`ifû fi-l'arḍi venec`alehüm eimmetev venec`alehümü-lvâriŝîn.
Türkçe:
Ve biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananlara bağışta bulunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim.
İngilizce:
And We wished to be Gracious to those who were being depressed in the land, to make them leaders (in Faith) and make them heirs,
Fransızca:
Mais Nous voulions favoriser ceux qui avaient été faibles sur terre et en faire des dirigeant et en faire les héritiers,
Almanca:
Und WIR wollen denjenigen, die im Lande abgeschwächt wurden, Gnade erweisen, aus ihnen Imame machen, zu den Erben machen,
Rusça:
Мы пожелали оказать милость тем, кто был унижен на земле, сделать их предводителями и наследниками,
Arapça:
وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Biz ise istiyorduk ki, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, onlara (ötekilerin) yerini aldıralım.
Diyanet Vakfı:
Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) varis kılmak istiyorduk.
