
inne-lleẕîne keferû sevâün `aleyhim eenẕertehüm em lem tünẕirhüm lâ yü'minûn.
Türkçe:
Şu bir gerçek ki, o küfre batmış olanları sen uyarsan da uyarmasan da onlar için aynıdır; iman etmezler.
İngilizce:
As to those who reject Faith, it is the same to them whether thou warn them or do not warn them; they will not believe.
Fransızca:
[Mais] certes les infidèles ne croient pas, cela leur est égal, que tu les avertisses ou non : ils ne croiront jamais.
Almanca:
Gewiß, diejenigen, die (beharrlich) Kufr betrieben haben - gleich ist es für sie, ob du sie warnst oder nicht warnst, sie verinnerlichen den Iman nicht.
Rusça:
Воистину, неверующим безразлично, предостерег ты их или не предостерег. Они все равно не уверуют.
Arapça:
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.
Diyanet Vakfı:
Gerçek şu ki, kafir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler.

ḫateme-llâhü `alâ ḳulûbihim ve`alâ sem`ihim. ve`alâ ebṣârihim gişâveh. velehüm `aẕâbün `ażîm.
Türkçe:
Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.
İngilizce:
Allah hath set a seal on their hearts and on their hearing, and on their eyes is a veil; great is the penalty they (incur).
Fransızca:
Allah a scellé leurs coeurs et leurs oreilles; et un voile épais leur couvre la vue; et pour eux il y aura un grand châtiment.
Almanca:
ALLAH versiegelte ihre Herzen und ihr Gehör, und über ihren Augen ist eine (Sicht-) Blende. Und für sie ist überharte Peinigung bestimmt.
Rusça:
Аллах запечатал их сердца и слух, а на глазах у них - покрывало. Им уготованы великие мучения.
Arapça:
خَتَمَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَعَلَىٰ سَمْعِهِمْ ۖ وَعَلَىٰ أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır.
Diyanet Vakfı:
Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.

vemine-nnâsi mey yeḳûlü âmennâ billâhi vebilyevmi-l'âḫiri vemâ hüm bimü'minîn.
Türkçe:
İnsanlar içinden bazıları vardır, "Allah'a ve âhiret gününe inandık!" derler ama onlar inanmış değillerdir.
İngilizce:
Of the people there are some who say: "We believe in Allah and the Last Day;" but they do not (really) believe.
Fransızca:
Parmi les gens, il y a ceux qui disent : "Nous croyons en Allah et au Jour dernier ! " tandis qu'en fait, ils n'y croient pas.
Almanca:
Und unter den Menschen sind manche, die sagen: "Wir haben den Iman an ALLAH und an den Jüngsten Tag verinnerlicht." Doch sie sind keine Mumin.
Rusça:
Среди людей есть такие, которые говорят: "Мы уверовали в Аллаха и в Последний день". Однако они суть неверующие.
Arapça:
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık." derler.
Diyanet Vakfı:
İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde "Allah'a ve ahiret gününe inandık" derler.

yüḫâdi`ûne-llâhe velleẕîne âmenû. vemâ yaḫde`ûne illâ enfüsehüm vemâ yeş`urûn.
Türkçe:
Allah'ı ve inanmış olanları aldatma yoluna giderler. Gerçekte ise onlar öz benliklerinden başkasını aldatmıyorlar. Ne var ki, bunun farkında olamıyorlar.
İngilizce:
Fain would they deceive Allah and those who believe, but they only deceive themselves, and realise (it) not!
Fransızca:
Ils cherchent à tromper Allah et les croyants; mais ils ne trompent qu'eux-mêmes, et ils ne s'en rendent pas compte.
Almanca:
Täuschen wollen sie ALLAH und diejenigen, die den Iman verinnerlicht haben. Doch sie täuschen niemanden außer sich selbst, nur sie merken es nicht.
Rusça:
Они пытаются обмануть Аллаха и верующих, но обманывают только самих себя и не осознают этого.
Arapça:
يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّا أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.
Diyanet Vakfı:
Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.

fî ḳulûbihim meraḍun fezâdehümü-llâhü meraḍâ. velehüm `aẕâbün elîmüm bimâ kânû yekẕibûn.
Türkçe:
Kalplerinde bir hastalık vardır da Allah onları hastalık yönünden daha ileri götürmüştür. Ve onlar için, yalancılık etmiş olmaları yüzünden acıklı bir azap öngörülmüştür.
İngilizce:
In their hearts is a disease; and Allah has increased their disease: And grievous is the penalty they (incur), because they are false (to themselves).
Fransızca:
Il y a dans leurs coeurs une maladie (de doute et d'hypocrisie), et Allah laisse croître leur maladie. Ils auront un châtiment douloureux, pour avoir menti.
Almanca:
In ihren Herzen ist Krankheit , so mehrte ALLAH sie mit Krankheit, und für sie ist qualvolle Peinigung bestimmt für das, was sie zu lügen pflegten.
Rusça:
Их сердца поражены недугом. Да усилит Аллах их недуг! Им уготованы мучительные страдания за то, что они лгали.
Arapça:
فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللَّهُ مَرَضًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.
Diyanet Vakfı:
Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.

veiẕâ ḳîle lehüm lâ tüfsidû fi-l'arḍi ḳâlû innemâ naḥnü muṣliḥûn.
Türkçe:
Onlara, "Yeryüzünde bozgun çıkarmayın" dendiğinde, "Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz!" demişlerdir.
İngilizce:
When it is said to them: "Make not mischief on the earth," they say: "Why, we only Want to make peace!"
Fransızca:
Et quand on leur dit : "Ne semez pas la corruption sur la terre", ils disent : "Au contraire nous ne sommes que des réformateurs ! "
Almanca:
Und als ihnen gesagt wurde: "Richtet kein Verderben an auf Erden!", sagten sie: "Wir sind doch nur gottgefällig Guttuende."
Rusça:
Когда им говорят: "Не распространяйте нечестия на земле!" - они отвечают: "Только мы и устанавливаем порядок".
Arapça:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.
Diyanet Vakfı:
Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.

elâ innehüm hümü-lmüfsidûne velâkil lâ yeş`urûn.
Türkçe:
Dikkat edin, gerçekte onlar, bozgun getirenlerin ta kendileridir de bunun bilincinde olmuyorlar.
İngilizce:
Of a surety, they are the ones who make mischief, but they realise (it) not.
Fransızca:
Certes, ce sont eux les véritables corrupteurs, mais ils ne s'en rendent pas compte.
Almanca:
Aber sicher, sie sind die Verderben-Anrichtenden, doch sie merken es nicht.
Rusça:
Воистину, именно они распространяют нечестие, но они не осознают этого.
Arapça:
أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَٰكِن لَّا يَشْعُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.
Diyanet Vakfı:
Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamazlar.

veiẕâ ḳîle lehüm âminû kemâ âmene-nnâsü ḳâlû enü'minü kemâ âmene-ssüfehâ'. elâ innehüm hümü-ssüfehâü velâkil lâ ya`lemûn.
Türkçe:
Onlara, "İnsanların inandığı gibi siz de inanın" dendiğinde, "Yani biz de kafası çalışmayan zavallılar gibi inanalım mı?" derler. Haberiniz olsun ki, kafası çalışmayan düşük seviyeliler onların ta kendileridir; fakat bilmiyorlar.
İngilizce:
When it is said to them: "Believe as the others believe:" They say: "Shall we believe as the fools believe?" Nay, of a surety they are the fools, but they do not know.
Fransızca:
Et quand on leur dit : "Croyez comme les gens ont cru", ils disent : "Croirons-nous comme ont cru les faibles d'esprit ? " Certes, ce sont eux les véritables faibles d'esprit, mais ils ne le savent pas.
Almanca:
Und als ihnen gesagt wurde: "Verinnerlicht den Iman, wie die (anderen) Menschen den Iman verinnerlicht haben", sagten sie: "Sollen wir etwa den Iman verinnerlichen, wie die Beschränkten den Iman verinnerlicht haben?" Jedenfalls sind sie die Beschränkten, doch sie wissen es nicht.
Rusça:
Когда им говорят: "Уверуйте так, как уверовали люди", - они отвечают: "Неужели мы уверуем так, как уверовали глупцы?" Воистину, именно они являются глупцами, но они не знают этого.
Arapça:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُوا كَمَا آمَنَ النَّاسُ قَالُوا أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنَ السُّفَهَاءُ ۗ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ وَلَٰكِن لَّا يَعْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlara: "İnsanların (müslümanların) inandığı gibi inanın." denilince, "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" derler. İyi bilin ki, asıl beyinsiz kendileridir fakat bilmezler.
Diyanet Vakfı:
Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).

veiẕâ leḳu-lleẕîne âmenû ḳâlû âmennâ. veiẕâ ḫalev ilâ şeyâṭînihim ḳâlû innâ me`aküm innemâ naḥnü müstehziûn.
Türkçe:
Bunlar iman etmiş olanlarla yüzyüze geldiklerinde, "İman ettik" derler. Kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarına ise söyledikleri şudur: "Hiç kuşkunuz olmasın biz sizinleyiz. Gerçek olan şu ki, biz alay edip duran kişileriz."
İngilizce:
When they meet those who believe, they say: "We believe;" but when they are alone with their evil ones, they say: "We are really with you: We (were) only jesting."
Fransızca:
Quand ils rencontrent ceux qui ont cru, ils disent : "Nous croyons"; mais quand ils se trouvent seuls avec leurs diables, ils disent : "Nous sommes avec vous; en effet, nous ne faisions que nous moquer (d'eux)".
Almanca:
Und als sie denjenigen begegnet sind, die den Iman verinnerlicht haben, sagten sie: "Wir haben den Iman verinnerlicht." Jedoch als sie sich alleine unter ihren Satanen befanden, sagten sie: "Wir sind mit euch, wir sind lediglich Spötter!"
Rusça:
Когда они встречают верующих, то говорят: "Мы уверовали". Когда же они остаются наедине со своими дьяволами, они говорят: "Воистину, мы - с вами. Мы лишь издеваемся".
Arapça:
وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا إِلَىٰ شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: "Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.
Diyanet Vakfı:
(Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit "(Biz de) iman ettik" derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.

allâhü yestehziü bihim veyemüddühüm fî ṭugyânihim ya`mehûn.
Türkçe:
Allah onlarla alay ediyor ve onları, kendi azgınlıkları içinde bocalar bir halde sürüklüyor.
İngilizce:
Allah will throw back their mockery on them, and give them rope in their trespasses; so they will wander like blind ones (To and fro).
Fransızca:
C'est Allah qui Se moque d'eux et les endurcira dans leur révolte et prolongera sans fin leur égarement.
Almanca:
ALLAH vergilt ihnen ihren Spott und läßt sie in ihrer Maßlosigkeit bestärken - sie bleiben verblendet.
Rusça:
Аллах поиздевается над ними и увеличит их беззаконие, в котором они скитаются вслепую.
Arapça:
اللَّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
(Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir.
Diyanet Vakfı:
Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
Sayfalar
