Cuz 1

elleẕîne yü'minûne bilgaybi veyüḳîmûne-ṣṣalâte vemimmâ razaḳnâhüm yünfiḳûn.

Türkçe:
Ki onlar, gayba inananlar, namazı/duayı yerine getirenlerdir. Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, başkalarına pay çıkaranlardır.
İngilizce:
Who believe in the Unseen, are steadfast in prayer, and spend out of what We have provided for them;
Fransızca:
qui croient à l'invisible et accomplissent la Salat et dépensent [dans l'obéissance à Allah], de ce que Nous leur avons attribué
Almanca:
Es sind diejenigen, die den Iman an das Verborgene verinnerlichen, das rituelle Gebet ordnungsgemäß verrichten und von dem, was WIR ihnen vom Rizq gewährten, geben,
Rusça:
которые веруют в сокровенное, совершают намаз и расходуют из того, чем Мы их наделили,
Arapça:
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar.
Diyanet Vakfı:
Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.

velleẕîne yü'minûne bimâ ünzile ileyke vemâ ünzile min ḳablik. vebil'âḫirati hüm yûḳinûn.

Türkçe:
Hem sana vahyedilene hem de senden önce vahyedilene inananlardır onlar. Âhireti gereğince kavrayıp anlayanlar da onlardır.
İngilizce:
And who believe in the Revelation sent to thee, and sent before thy time, and (in their hearts) have the assurance of the Hereafter.
Fransızca:
Ceux qui croient à ce qui t'a été descendu (révélé) et à ce qui a été descendu avant toi et qui croient fermement à la vie future.
Almanca:
sowie diejenigen, die den Iman verinnerlichen an das, was dir hinabgesandt wurde, und an das, was vor dir hinabgesandt wurde, und die über das Jenseits Gewißheit haben.
Rusça:
которые веруют в ниспосланное тебе и ниспосланное до тебя и убеждены в Последней жизни.
Arapça:
وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman ederler.
Diyanet Vakfı:
Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.

ülâike `alâ hüdem mir rabbihim veülâike hümü-lmüfliḥûn.

Türkçe:
İşte bunlardır Rablerinden bir hidayet üzere olanlar, işte bunlardır gerçek anlamda kurtuluşu bulanlar.
İngilizce:
They are on (true) guidance, from their Lord, and it is these who will prosper.
Fransızca:
Ceux-là sont sur le bon chemin de leur Seigneur, et ce sont eux qui réussissent (dans cette vie et dans la vie future).
Almanca:
Diese verfügen über Rechtleitung von ihrem HERRN und diese sind die eigentlichen Erfolgreichen.
Rusça:
Они следуют верному руководству от их Господа, и они являются преуспевшими.
Arapça:
أُولَٰئِكَ عَلَىٰ هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ ۖ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Bunlar, işte Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir.
Diyanet Vakfı:
İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

inne-lleẕîne keferû sevâün `aleyhim eenẕertehüm em lem tünẕirhüm lâ yü'minûn.

Türkçe:
Şu bir gerçek ki, o küfre batmış olanları sen uyarsan da uyarmasan da onlar için aynıdır; iman etmezler.
İngilizce:
As to those who reject Faith, it is the same to them whether thou warn them or do not warn them; they will not believe.
Fransızca:
[Mais] certes les infidèles ne croient pas, cela leur est égal, que tu les avertisses ou non : ils ne croiront jamais.
Almanca:
Gewiß, diejenigen, die (beharrlich) Kufr betrieben haben - gleich ist es für sie, ob du sie warnst oder nicht warnst, sie verinnerlichen den Iman nicht.
Rusça:
Воистину, неверующим безразлично, предостерег ты их или не предостерег. Они все равно не уверуют.
Arapça:
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.
Diyanet Vakfı:
Gerçek şu ki, kafir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler.

ḫateme-llâhü `alâ ḳulûbihim ve`alâ sem`ihim. ve`alâ ebṣârihim gişâveh. velehüm `aẕâbün `ażîm.

Türkçe:
Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.
İngilizce:
Allah hath set a seal on their hearts and on their hearing, and on their eyes is a veil; great is the penalty they (incur).
Fransızca:
Allah a scellé leurs coeurs et leurs oreilles; et un voile épais leur couvre la vue; et pour eux il y aura un grand châtiment.
Almanca:
ALLAH versiegelte ihre Herzen und ihr Gehör, und über ihren Augen ist eine (Sicht-) Blende. Und für sie ist überharte Peinigung bestimmt.
Rusça:
Аллах запечатал их сердца и слух, а на глазах у них - покрывало. Им уготованы великие мучения.
Arapça:
خَتَمَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَعَلَىٰ سَمْعِهِمْ ۖ وَعَلَىٰ أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır.
Diyanet Vakfı:
Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.

vemine-nnâsi mey yeḳûlü âmennâ billâhi vebilyevmi-l'âḫiri vemâ hüm bimü'minîn.

Türkçe:
İnsanlar içinden bazıları vardır, "Allah'a ve âhiret gününe inandık!" derler ama onlar inanmış değillerdir.
İngilizce:
Of the people there are some who say: "We believe in Allah and the Last Day;" but they do not (really) believe.
Fransızca:
Parmi les gens, il y a ceux qui disent : "Nous croyons en Allah et au Jour dernier ! " tandis qu'en fait, ils n'y croient pas.
Almanca:
Und unter den Menschen sind manche, die sagen: "Wir haben den Iman an ALLAH und an den Jüngsten Tag verinnerlicht." Doch sie sind keine Mumin.
Rusça:
Среди людей есть такие, которые говорят: "Мы уверовали в Аллаха и в Последний день". Однако они суть неверующие.
Arapça:
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık." derler.
Diyanet Vakfı:
İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde "Allah'a ve ahiret gününe inandık" derler.

yüḫâdi`ûne-llâhe velleẕîne âmenû. vemâ yaḫde`ûne illâ enfüsehüm vemâ yeş`urûn.

Türkçe:
Allah'ı ve inanmış olanları aldatma yoluna giderler. Gerçekte ise onlar öz benliklerinden başkasını aldatmıyorlar. Ne var ki, bunun farkında olamıyorlar.
İngilizce:
Fain would they deceive Allah and those who believe, but they only deceive themselves, and realise (it) not!
Fransızca:
Ils cherchent à tromper Allah et les croyants; mais ils ne trompent qu'eux-mêmes, et ils ne s'en rendent pas compte.
Almanca:
Täuschen wollen sie ALLAH und diejenigen, die den Iman verinnerlicht haben. Doch sie täuschen niemanden außer sich selbst, nur sie merken es nicht.
Rusça:
Они пытаются обмануть Аллаха и верующих, но обманывают только самих себя и не осознают этого.
Arapça:
يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّا أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.
Diyanet Vakfı:
Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.

fî ḳulûbihim meraḍun fezâdehümü-llâhü meraḍâ. velehüm `aẕâbün elîmüm bimâ kânû yekẕibûn.

Türkçe:
Kalplerinde bir hastalık vardır da Allah onları hastalık yönünden daha ileri götürmüştür. Ve onlar için, yalancılık etmiş olmaları yüzünden acıklı bir azap öngörülmüştür.
İngilizce:
In their hearts is a disease; and Allah has increased their disease: And grievous is the penalty they (incur), because they are false (to themselves).
Fransızca:
Il y a dans leurs coeurs une maladie (de doute et d'hypocrisie), et Allah laisse croître leur maladie. Ils auront un châtiment douloureux, pour avoir menti.
Almanca:
In ihren Herzen ist Krankheit , so mehrte ALLAH sie mit Krankheit, und für sie ist qualvolle Peinigung bestimmt für das, was sie zu lügen pflegten.
Rusça:
Их сердца поражены недугом. Да усилит Аллах их недуг! Им уготованы мучительные страдания за то, что они лгали.
Arapça:
فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللَّهُ مَرَضًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.
Diyanet Vakfı:
Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.

veiẕâ ḳîle lehüm lâ tüfsidû fi-l'arḍi ḳâlû innemâ naḥnü muṣliḥûn.

Türkçe:
Onlara, "Yeryüzünde bozgun çıkarmayın" dendiğinde, "Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz!" demişlerdir.
İngilizce:
When it is said to them: "Make not mischief on the earth," they say: "Why, we only Want to make peace!"
Fransızca:
Et quand on leur dit : "Ne semez pas la corruption sur la terre", ils disent : "Au contraire nous ne sommes que des réformateurs ! "
Almanca:
Und als ihnen gesagt wurde: "Richtet kein Verderben an auf Erden!", sagten sie: "Wir sind doch nur gottgefällig Guttuende."
Rusça:
Когда им говорят: "Не распространяйте нечестия на земле!" - они отвечают: "Только мы и устанавливаем порядок".
Arapça:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.
Diyanet Vakfı:
Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.

elâ innehüm hümü-lmüfsidûne velâkil lâ yeş`urûn.

Türkçe:
Dikkat edin, gerçekte onlar, bozgun getirenlerin ta kendileridir de bunun bilincinde olmuyorlar.
İngilizce:
Of a surety, they are the ones who make mischief, but they realise (it) not.
Fransızca:
Certes, ce sont eux les véritables corrupteurs, mais ils ne s'en rendent pas compte.
Almanca:
Aber sicher, sie sind die Verderben-Anrichtenden, doch sie merken es nicht.
Rusça:
Воистину, именно они распространяют нечестие, но они не осознают этого.
Arapça:
أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَٰكِن لَّا يَشْعُرُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.
Diyanet Vakfı:
Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamazlar.

Sayfalar

Cuz 1 beslemesine abone olun.