Kur'an Ayetleri

Sûre No: 

12

Sûredeki Ayet No: 

68

Ayet No: 

1664

Sayfa No: 

243

Nüzûl Yeri: 

Arapça: 

وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ أَمَرَهُمْ أَبُوهُم مَّا كَانَ يُغْنِي عَنْهُم مِّنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ إِلَّا حَاجَةً فِي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضَاهَا ۚ وَإِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِّمَا عَلَّمْنَاهُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

Çeviriyazı: 

velemmâ deḫalû min ḥayŝü emerahüm ebûhüm. mâ kâne yugnî `anhüm mine-llâhi min şey'in illâ ḥâceten fî nefsi ya`ḳûbe ḳaḍâhâ. veinnehû leẕû `ilmil limâ `allemnâhü velâkinne ekŝera-nnâsi lâ ya`lemûn.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır: 

Ne zaman ki, şehre vardılar, o zaman babalarının kendilerine emrettiği şekilde girdiler. (Gerçi bu şekilde girmeleri) onlar hakında Allah'ın takdir ettiği hiçbir şeyi önleyemezdi, bu sadece Yakub'un içinden geçirdiği bir isteğin yerine getirilmesi oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

Diyanet İşleri: 

Babalarının emrettiği gibi girdiler. Esasen bu, Allah katında onlara bir fayda sağlamazdı, ancak Yakub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu. O, şüphesiz kendisine öğrettiğimizi bilir fakat insanların çoğu bilmezler.

Abdulbakî Gölpınarlı: 

Babalarının emrettiği gibi Mısır'a girdiler ama bu, Allah'ın takdirinden hiçbir şeyi gideremedi, ancak Yakup'un dileği yerine gelmiş oldu ve şüphe yok ki Yakup, kendisine öğretmiş olduğumuzdan dolayı bir bilgiye sahipti, fakat insanların çoğu bilmez.

Şaban Piriş: 

Babalarının emrettiği gibi girdiler. Esasen bu, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı. Ancak Yakup'un nefsindeki isteği (babalık şefkatini) yerine getirmiş oldu. Şüphesiz O, bizim kendisine ilim verdiğimizden dolayı ilim sahibidir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Edip Yüksel: 

Babalarının kendilerine emrettiği yerlerden girdiler. Bu, onları ALLAH'ın hiç bir takdirinden kurtaramazdı; ancak Yakup onlardan bunu istemekte özel bir nedene sahipti. O, kendisine öğrettiğimiz belli bir bilgiye sahipti; fakat halkın çoğu bilmez.

Ali Bulaç: 

Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır'a) girdiklerinde, (bu,) -Yakub'un nefsindeki dileği açığa çıkarması dışında- onlara Allah'tan gelecek olan hiçbir şeyi (gidermeyi) sağlamadı. Gerçekten o, kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak insanların çoğu bilmezler.

Suat Yıldırım: 

Babalarının kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan girerek onun emrini yerine getirdiler. Ama bu tedbir, Allah'ın kendileri hakkındaki takdiri karşısında hiç bir fayda sağlamadı.Sadece Yâkub’un içindeki bir dileği açığa çıkarmış oldu. O, kendisine Biz öğrettiğimizden ötürü ilim sahibi idi. (Bunun içindir ki “Allah’tan gelecek takdiri önleyemem.” demişti.) Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.

Ömer Nasuhi Bilmen: 

Vaktâ ki, babalarının kendilerine emrettiği veçh ile (şehre) girdiler, böyle bir giriş, onlardan hiçbir takdir-i ilâhiyi def´eder olmadı. Ancak Yâkub´un nefsindeki bir haceti yerine getirmiş oldu. Ve şüphe yok o, kendisine talim etmiş olduğumuzdan dolayı bir ilim sahibi idi. Velâkin insanların ekserisi bilmezler.

Yaşar Nuri Öztürk: 

Babalarının emrettiği yerlerden kente girdiklerinde, bu onlardan Allah'ın herhangi bir takdirini uzak tutmamıştı; sadece Yakub'un içindeki bir isteği gerçekleştirmişti. Yakub, bizim ona öğretmemizden dolayı bilgi sahibi idi. Ama halkın çoğu bunu bilmezdi.

Bekir Sadak: 

Allah´a yemin ederiz ki memleketi ifsat etmege gelmedigimizi ve hirsiz da olmadigimizi biliyorsunuz» dediler.

İbni Kesir: 

Babalarının kendilerine emrettiği yerden girdiler. Bu, Allah katında onlara bir fayda sağlamazdı. Ancak Ya´kub içindeki dileği meydana çıkarmış oldu. O, şüphe yok ki kendisine öğrettiğimiz için ilim sahibi idi, ama insanların çoğu bilmezler.

Adem Uğur: 

Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah´tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı

İskender Ali Mihr: 

Ve babalarının onlara emrettiği yerden girdiler. Fakat bu, Allah´tan olan bir şeyi onlardan gidermedi (onlara bir fayda vermedi). Ancak (bu), Yâkub (A.S) nefsindeki bir dileği yerine getirmiş oldu. Muhakkak ki

Celal Yıldırım: 

Babalarının emrettiği gibi (şehre) girdiler. Bu durum Allah´ın takdirinden bir şeyi geri çevirecek değildi

Tefhim ul Kuran: 

Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır´a) girdiklerinde, (bu,) -Yakub´un nefsindeki dileği açığa çıkarması dışında- onlara Allah´tan gelecek olan hiç bir şeyi (gidermeyi) sağlamadı. Gerçekten o, kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak insanların çoğu bilmezler.

Fransızca: 

étant entrés comme leur père leur avait commandé [cela] ne leur servit à rien contre [les décrets d'] Allah. Ce n'était [au reste] qu'une précaution que Jacob avait jugé [de leur recommander]. Il avait pleine connaissance de ce que nous lui avions enseigné. Mais la plupart des gens ne savent pas.

İspanyolca: 

Cuando entraron como les había ordenado su padre, esto no les valió de nada frente a Alá. Era sólo una necesidad del alma de Jacob, que él satisfizo. Poseía ciencia porque Nosostros se la habíamos enseñado. Pero la mayoría de los hombres no saben.

İtalyanca: 

Pur essendo entrati nel modo che loro padre aveva raccomandato, ciò non li avrebbe protetti da Allah. Non fu altro che uno scrupolo, nell'animo di Giacobbe, ed egli lo soddisfece. Invero egli era colmo della scienza che Noi gli avevamo insegnato, mentre la maggior parte degli uomini non sanno.

Almanca: 

Als sie dann eintraten, von wo ihr Vater es ihnen bestimmte, konnte dies ihnen nichts von ALLAH abwenden. Aber es war ein Anliegen im Herzen von Ya'qub, das er äußerte. Und er verfügt sicherlich über Wissen, das WIR ihn lehrten, doch die meisten Menschen wissen es nicht.

Çince: 

当他们遵照他们父亲的命令而进城的时候,他对于真主的判决没有丝毫裨益,但那是叶尔孤白心中的一种希望。他已把它表白出来。他曾受我的教诲,所以他确是有知识的,但世人大半不知道。

Hollandaca: 

En toen zij de stad binnenkwamen, zooals hun vader hun had bevolen, was het hun niet van oordeel tegen Gods besluit, en het diende alleen om de begeerte van Jacobs ziel te bevredigen, die het hun had gelast; want hij was begiftigd met de kennis, waarin wij hem hadden onderwezen; maar het grootste deel der menschen begrijpt niet.

Rusça: 

Они вошли так, как им велел отец. Он ничем не мог помочь им вопреки воле Аллаха, но таким было желание души Йакуба (Иакова), которое он удовлетворил. Воистину, он обладал знанием, поскольку Мы научили его, но большая часть людей не знает этого.

Somalice: 

Markay ka galeen meeju faray Aabahood ma ahayn wax Eebe xagiisa wax uga tari ee waxay ahayd Dan Nafta (Nabi) Yacquub ku sugnayd oo uu Gutay, isaguna wuxuu ahaa mid cilmi leh oon Barray dadka badankiise ma oga.

Swahilice: 

Na walipo ingia kama alivyo waamrisha baba yao, haikuwafaa kitu kwa Mwenyezi Mungu, isipo kuwa ni haja tu iliyo kuwa katika nafsi ya Yaa'qub aliitimiza. Na hakika yeye alikuwa na ilimu kwa sababu tulimfundisha; lakini watu wengi hawajui.

Uygurca: 

ئۇلار ئاتىسىنىڭ بۇيرۇقى بويىچە باشقا - باشقا دەرۋازىلاردىن كىرگەندە، (بۇ) اﷲ نىڭ قازاسى ئالدىدا ئۇلار ئۈچۈن ھېچ نەرسىگە دال بولالمىدى، بۇ پەقەت يەئقۇبنىڭ كۆڭلىدىكى ئۈمىدىنىلا ئىپادىلىدى، خالاس. بىز يەئقۇبقا (ۋەھيى ئارقىلىق بىلدۈرگەن ئىدۇق، شۇڭا ئۇ (كەڭ بىلىم ئىگىسىدۇر، لېكىن كىشىلەرنىڭ تولىسى (تەقدىرنىڭ سىرىنى) بىلمەيدۇ

Japonca: 

かれらは父の命じたやり方で入った。それは,アッラー(の計画)に対し,何の役にも立たなかった。只ヤアコーブ自身に必要な気休めに過ぎなかった。かれはわれが教えたので,知識を持っていた。だが人びとの多くは知らない。

Arapça (Ürdün): 

«قال تعالى: «ولما دخلوا من حيث أمرهم أبوهم» أي متفرقين «ما كان يغني عنهم من الله» أي قضائه «من» زائدة «شيء إلا» لكن «حاجة في نفس يعقوب قضاها» وهي إرادة دفع العين شفقة «وإنه لذو علم لما علمناه» لتعليمنا إياه «ولكن أكثر الناس» وهم الكفار «لا يعلمون» إلهام الله لأصفيائه.

Hintçe: 

और जब ये सब भाई जिस तरह उनके वालिद ने हुक्म दिया था उसी तरह (मिस्र में) दाख़िल हुए मगर जो हुक्म ख़ुदा की तरफ से आने को था उसे याक़ूब कुछ भी टाल नहीं सकते थे मगर (हाँ) याक़ूब के दिल में एक तमन्ना थी जिसे उन्होंने भी युं पूरा कर लिया क्योंकि इसमे तो शक़ नहीं कि उसे चूंकि हमने तालीम दी थी साहिबे इल्म ज़रुर था मगर बहुतेरे लोग (उससे भी) वाक़िफ नहीं

Tayca: 

และเมื่อได้เข้าเมืองตามที่พ่อของพวกเขาได้สั่งไว้ ไม่มีสิ่งใดที่จะช่วยพวกเขาให้พ้นจากอัลลอฮ์ได้ เว้นแต่ความต้องการในจิตใจของยะอฺกูบซึ่งเขาได้ปฏิบัติไป และแท้จริงเขาเป็นผู้มีความรู้ซึ่งเราได้สอนเขา แต่ส่วนมากของมนุษย์ไม่รู้

İbranice: 

וכאשר נכנסו כפי שאמר להם אביהם, ואכן לא הייתה להם שום יכולת בפני (גורל) אלוהים. זו הייתה רק משאלה בלב של יעקוב אשר הוא הביע. הוא היה בעל ידע אשר הענקנו לו, אבל רוב האנשים אינם יודעים

Hırvatça: 

I kad uđoše onako kako im je otac njihov naredio, to im nimalo nije pomoglo da budu pošteđeni onoga što im je Allah bio odredio, jedino se ostvarila želja Jakubova, koju je izvršio, a on je, uistinu, znanje imao, zato što smo ga Mi naučili, ali većina ljudi ne zna.

Rumence: 

Atunci când intrară, aşa cum le poruncise tatăl lor, nu le-ar fi fost de folos cu nimic la Dumnezeu, dacă acest lucru n-ar fi fost hotărât, în sufletul lui Iacob, de către Dumnezeu. Iacob stăpânea ştiinţa pe care Noi i-o dădusem, însă cei mai mulţi oamen

Transliteration: 

Walamma dakhaloo min haythu amarahum aboohum ma kana yughnee AAanhum mina Allahi min shayin illa hajatan fee nafsi yaAAqooba qadaha wainnahu lathoo AAilmin lima AAallamnahu walakinna akthara alnnasi la yaAAlamoona

Türkçe: 

Babalarının emrettiği yerlerden kente girdiklerinde, bu onlardan Allah'ın herhangi bir takdirini uzak tutmamıştı; sadece Yakub'un içindeki bir isteği gerçekleştirmişti. Yakub, bizim ona öğretmemizden dolayı bilgi sahibi idi. Ama halkın çoğu bunu bilmezdi.

Sahih International: 

And when they entered from where their father had ordered them, it did not avail them against Allah at all except [it was] a need within the soul of Jacob, which he satisfied. And indeed, he was a possessor of knowledge because of what We had taught him, but most of the people do not know.

İngilizce: 

And when they entered in the manner their father had enjoined, it did not profit them in the least against (the plan of) Allah: It was but a necessity of Jacob's soul, which he discharged. For he was, by our instruction, full of knowledge (and experience): but most men know not.

Azerbaycanca: 

Onlar ataları (Yə’qubun) əmr etdiyi kimi (Misirə ayrı-ayrı qapılardan) daxil olduqda (bu) Allahın qəza-qədərini əsla onlardan dəf edə bilmədi (özləri də bilmədən oğurluqda ittiham olundular), ancaq Yə’qubun ürəyində bir diləyi (oğlanlarına göz dəyməməsini) yerinə yetirmiş oldu. Şübhəsiz ki, Yə’qub onu (vəhylə) öyrətdiyimiz üçün bir elm sahibi idi. Lakin insanların (kafirlərin) əksəriyyəti (Allahın sevib-seçdiyi zatlara vəhy, ilham yolu ilə elm öyrətməsini) bilməz!

Süleyman Ateş: 

Babalarının emrettiği yerden (Mısır'a) girdiler; (gerçi) bu, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı. Ama sadece Ya'kub, içindeki bir dileği söylemişti. O, kendisine öğrettiğimizden ötürü bilgi sahibi idi (bundan dolayı 'Allah'ın takdirinden hiçbir şeyi sizden savamam' demişti). Fakat insanların çoğu bilmezler.

Diyanet Vakfı: 

Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya'kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Erhan Aktaş: 

Babalarının istediği şekilde girdiler. Ya’kûb, eğer Allah, haklarında bir şey takdir etmiş olsaydı, içinden gelen bu dileğin onlara fayda vermeyeceğini bilmekteydi. O, kendisine öğrettiğimiz için ilim sahibiydi. Ancak insanların çoğu bilmezler.

Kral Fahd: 

Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah’tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya'kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Hasan Basri Çantay: 

Vaktaki onlar (Mısıra), babalarının kendilerine emretdiği vech ile, girdiler. Bu, Allahın (kazaasından) hiç bir şey´i onlardan gidermedi. Sâdece Ya´kubun nefsindeki dileği meydana çıkarmış oldu. Şübhe yok ki (Ya´kub), kendisini (vahy ile) öğretdiğimiz için, bir ılîm saahibi idi. Ancak insanların çoğu (sırrı kaderi) bilmezler.

Muhammed Esed: 

Ama onlar (Yusuf´un bulunduğu şehre) her ne kadar babalarının talimatına uygun olarak girdilerse de, bunun Allah´ın takdirine karşı onlara bir yararı olmadı; yalnızca, Yakub´un, (oğullarını korumak yönünde) duyduğu arzunun bir ifadesiydi bu. Çünkü, o kendisine öğrettiklerimiz sayesinde, (her zaman Allah´ın hükmünün geçerli olduğuna dair) yeterli bir bilgiye sahipti; ama insanların çoğu (bunu böyle) bilmezler.

Gültekin Onan: 

Babalarının kendilerine buyurduğu yerden (Mısır´a) girdiklerinde, (bu,) -Yakub´un nefsindeki dileği açığa çıkarması dışında- onlara Tanrı´dan gelecek olan hiç bir şeyi (gidermeyi) sağlamadı. Gerçekten o, kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak insanların çoğu bilmezler.

Ali Fikri Yavuz: 

Onlar, babalarının emrettiği şekilde şehre girince, (bu ayrı ayrı kapılardan girişleri), Allah’ın takdirinden hiç bir şeyi gideremedi (yine hırsızlıkla itham edildiler). Ancak Yâkub’un kendisine ait gözden korunma tedbirini, yerine getirdi. Doğrusu o (Yâkub A.S.) bir ilim sahibi idi. Çünkü biz kendisine vahy ile öğretmiştik. Fakat insanların çoğu (kâfirler), Allah’ın ilhamını bilmezler.

Portekizce: 

E entraram na cidade tal como seu pai lhes havia recomendado; porém, esta precaução de nada lhes valeria contra osdesígnios de Deus, a não ser atender a um desejo íntimo de Jacó, que tal lhes pedira. Eis que era sábio pelo que lhehavíamos ensinado; porém, a maioria dos humanos o ignora.

İsveççe: 

Och när de gick in [i staden genom olika portar] så som deras fader hade uppmanat dem att göra, var de inte skyddade mot [det som Gud hade beslutat]. [Med sina ord ville Jakob] ingenting annat än stilla oron [för sönerna] i sitt hjärta; med den kunskap Vi skänkt honom insåg han klart [att Guds vilja alltid måste ske], men om detta är de flesta människor okunniga.

Farsça: 

هنگامی که فرزندان یعقوب از آنجایی که پدرشان دستور داده بود، وارد شدند، تدبیر یعقوب نمی توانست هیچ حادثه ای را که از سوی خدا رقم خورده بود، از آنان برطرف کند جز خواسته ای که در دل یعقوب بود [که فرزندانش به سلامت و دور از چشم زخم وارد شوند] که خدا آن را به انجام رساند، یعقوب به سبب آنکه تعلیمش داده بودیم از دانشی [ویژه] برخوردار بود ولی بیشتر مردم [که فقط چشمی ظاهربین دارند، این حقایق را] نمی دانند.

Kürtçe: 

جا کاتێک چوونە ژوورەوە لەو شوێنەوەی کە باوکیان فەرمانی پێدابوون ئەو (چوونە بەو جۆرە) ھیچ سوودی پێ نەگەیاندن لە بەرامبەر (قەدەری) خوادا بەڵکو ئەوە مەبەستێک بوو لە دەروونی یەعقوبدا بوو (بەم شێوە) ئەنجامیدا وە بەڕاستی یەعقوب خاوەنی زانست و زانیاری بوو چونکە ئێمە فێرمان کرد بوو بەڵام زۆربەی خەڵکی نازانن

Özbekçe: 

Оталари амр этган томондан кирдилар. Зотан, бу улардан Аллоҳнинг ҳеч бир нарсасини қайтара олмас эди. Магар Яъқубнинг кўнглидаги эҳтиёж бўлиб, уни қондирди, холос. Албатта, у Биз таълим берганимиз туфайли билим соҳиби эди. Лекин кўпчилик одамлар билмаслар. (Яъни, ўғиллар кўзлаган манзилга етиб борганларида оталари насиҳатига амал қилиб, ҳаммалари бир эшикдан эмас, турли-турли эшиклардан кирдилар. Аллоҳ тақдир қилган нарса бир эшикдан кирсалар ҳам, турли эшикдан кирсалар ҳам, албатта, бўларди. Буни Яъқубнинг (а. с.) ўзлари ҳам яхши билардилар. Аммо шунга қарамай, ўғилларига турли эшиклардан киришни насиҳат қилишлари «Яъқубнинг кўнглидаги эҳтиёж бўлиб, уни қондирди, холос». Яъни, кўнглига бир айтиб қўйиш тушиб, айтиб қўйди, холос. Бу ерда бошқа ҳеч қандай сир-асрор йўқ. Гапни кўпайтиришнинг ҳам ҳожати йўқ. Бу ҳақиқатларни Яъқубнинг (а. с.) ўзи жуда яхши билади.)

Malayca: 

Dan ketika mereka masuk menurut arah yang diperintahkan oleh bapa mereka, tidaklah perintahnya itu dapat menyelamatkan mereka dari apa yang telah ditakdirkan oleh Allah sedikitpun, tetapi yang demikian itu hanyalah melahirkan hajat yang terpendam dalam hati Nabi Yaakub. Dan sesungguhnya ia orang yang berilmu, kerana kami telah mengajarnya (dengan perantaraan wahyu); tetapi kebanyakan manusia tidak mengetahui (akan rahsia takdir Tuhan).

Arnavutça: 

Pasi që hynë (në qytet), ashtu siç i urdhëroi babai i tyre, kjo nuk u ndihmoi asgjë atyre para caktimit të Perëndisë, përpos dëshirës së Jakubit, të cilën ia plotësoi (Zoti). Ai (Jakubi), në të vërtetë, ka qenë dijetar i madh, sepse Ne e kemi mësuar, por shumica e njerëzve nuk e di (këtë).

Bulgarca: 

И когато влязоха оттам, откъдето баща им повели, нищо не ги избави от Аллах - беше в душата на Якуб само една потребност, която той задоволи. Той притежаваше знание, защото Ние го научихме, ала повечето хора не знаят.

Sırpça: 

И кад уђоше онако како им је наредио њихов отац, то им нимало није помогло да буду поштеђени онога што им је Аллах био одредио, једино се остварила жеља Јаковљева, коју је извршио, а он је, уистину, имао знање, зато што смо га Ми научили, али већина људи не зна.

Çekçe: 

A když vešli do města tak, jak jim to poručil otec jejich, nepomohlo jim to nikterak proti Bohu. A bylo to jen přání v duši Jakubově, jež vyplnil. A byl on věru pln vědění, neboť jsme jej tomu naučili; avšak většina lidí nemá žádné vědění.

Urduca: 

اور واقعہ بھی یہی ہوا کہ جب وہ اپنے باپ کی ہدایت کے مطابق شہر میں (متفرق دروازوں سے) داخل ہوئے تو اس کی یہ احتیاطی تدبیر اللہ کی مشیت کے مقابلے میں کچھ بھی کام نہ آسکی ہاں بس یعقوبؑ کے دل میں جو ایک کھٹک تھی اسے دور کرنے کے لیے اس نے اپنی سی کوشش کر لی بے شک وہ ہماری دی ہوئی تعلیم سے صاحب علم تھا مگر اکثر لوگ معاملہ کی حقیقت کو جانتے نہیں ہیں

Tacikçe: 

Чун аз ҷое, ки падар фармон дода буд, дохил шуданд, ин кор дар баробари иродаи Худо судашон набахшид. Танҳо ҳоҷате дар замири Яъқуб буд, ки онро ошкор сохт, зеро ӯро илме буд, ки Худ ба ӯ омӯхта будем, вале бештари мардум намедонанд.

Tatarca: 

Алар Мысырга җитеп, аталары әйткәнчә төрлесе төрле капкадан кергән заманда аталары Ягькубның сүзе аларга Аллаһудан килгән каза хакында һич файда бирмәде, мәгәр Ягъкубның күңелендәге теләге генә үтәлде, тәхкыйк ул Без өйрәткән нәрсәләрне белүче, шуның өчен балаларын шулай вәгазь кылды ләкин күп кешеләр белмиләр эшнең яшерен серләрен.

Endonezyaca: 

Dan tatkala mereka masuk menurut yang diperintahkan ayah mereka, maka (cara yang mereka lakukan itu) tiadalah melepaskan mereka sedikitpun dari takdir Allah, akan tetapi itu hanya suatu keinginan pada diri Ya'qub yang telah ditetapkannya. Dan sesungguhnya dia mempunyai pengetahuan, karena Kami telah mengajarkan kepadanya. Akan tetapi kebanyakan manusia tiada mengetahui.

Amharca: 

አባታቸውም ካዘዛቸው ስፍራ በገቡ ጊዜ ከአላህ (ፍርድ) ምንም ነገር ከነርሱ የሚከለክልላቸው አልነበረም፡፡ ግን በያዕቆብም ነፍስ ውስጥ የነበረች ጉዳይ ናት፡፡ ፈጸማት፡፡ እርሱም ስላሳወቅነው የዕውቀት ባለቤት ነው፤ ግን አብዛኞቹ ሰዎች አያውቁም፡፡

Tamilce: 

அவர்கள் தங்கள் தந்தை கட்டளையிட்ட முறையில் (எகிப்து நகரத்தில்) நுழைந்தபோது, அது யஅகூபுடைய மனதிலிருந்த ஒரு தேவையை அவர் நிறைவேற்றியதைத் தவிர அவர்களை விட்டும் அல்லாஹ்விடமிருந்து (வரக்கூடிய) எதையும் அது தடுப்பதாக இல்லை. மேலும், நிச்சயமாக அவர் நாம் அவருக்கு கல்வி கற்பித்திருந்த காரணத்தால் அறிவு ஞானம் உடையவராக இருந்தார். என்றாலும், மக்களில் அதிகமானவர்கள் அறியமாட்டார்கள்.

Korece: 

그리하여 그들의 아버지가 말씀한 곳으로 들어가니 하나님 외에는 아무 것도 그들을 유용케 하지 아니 했으며 단지 야곱의 심중에 한 소망이었을 뿐이라 실로 그는 하나님이 부여한 지혜가 있 었으되 많은 사람들이 알지 못하 더라

Vietnamca: 

Rồi họ vào thành đúng theo những gì cha của họ đã căn dặn, và lời dặn dò đó đã không giúp gì được cho họ trước (sự an bài của) Allah. Thật ra, (lời căn dặn) chỉ thể hiện một sự bất an trong lòng của Ya’qub mà Y muốn loại bỏ. Ya’qub thực sự là người có kiến thức về những gì TA (Allah) đã dạy Y, nhưng hầu hết nhân loại không biết.

Rubu tag: 

Hizb tag: