
ülâike-lleẕîne neteḳabbelü `anhüm aḥsene mâ `amilû venetecâvezü `an seyyiâtihim fî aṣḥâbi-lcenneh. va`de-ṣṣidḳi-lleẕî kânû yû`adûn.
Türkçe:
Bunlar, cennet halkı arasında o kimselerdir ki, yaptıklarının en güzelini kabul ederiz, çirkinliklerini görmezlikten geliriz. Bu onlara verilmiş olan şaşmaz vaattir.
İngilizce:
Such are they from whom We shall accept the best of their deeds and pass by their ill deeds: (They shall be) among the Companions of the Garden: a promise! of truth, which was made to them (in this life).
Fransızca:
Ce sont ceux-là dont Nous acceptons le meilleur de ce qu'ils oeuvrent et passons sur leurs méfaits, (ils seront) parmi les gens du Paradis, selon la promesse véridique qui leur était faite.
Almanca:
Diese sind diejenigen, von denen WIR das Beste von dem, was sie taten, annehmen und deren gottmißfälligen Taten WIR nachsehen mit den Weggenossen der Dschanna. Dies ist das Versprechen der Wahrheit, das ihnen stets versprochen wurde.
Rusça:
Они являются теми из обитателей Рая, от которых Мы принимаем наилучшее из того, что они совершили, и которым Мы прощаем их злодеяния согласно истинному обещанию, которое им было дано.
Arapça:
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجَاوَزُ عَن سَيِّئَاتِهِمْ فِي أَصْحَابِ الْجَنَّةِ ۖ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte yaptıklarının en güzelini kendilerinden kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu onlara vaad edilmiş olan dosdoğru bir sözdür.
Diyanet Vakfı:
İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu, kendilerine verilen doğru bir sözdür.

velleẕî ḳâle livâlideyhi üffil lekümâ eta`idâninî en uḫrace veḳad ḫaleti-lḳurûnü min ḳablî vehümâ yestegîŝâni-llâhe veyleke âmin. inne va`de-llâhi ḥaḳḳun. feyeḳûlü mâ hâẕâ illâ esâṭîru-l'evvelîn.
Türkçe:
Birisi de ana-babasına: "Yazık size, benden önce bir yığın nesil gelip geçtiği halde, siz bana, benim diriltileceğimi mi söylüyorsunuz?" dedi. Onlarsa Allah'a sığınarak, "Yazıklar olsun; inansana, Allah'ın vaadi haktır" diye vahlanınca o şöyle dedi: "Bu, öncekilerin masallarından başkası değil!"
İngilizce:
But (there is one) who says to his parents, "Fie on you! Do ye hold out the promise to me that I shall be raised up, even though generations have passed before me (without rising again)?" And they two seek Allah's aid, (and rebuke the son): "Woe to thee! Have faith! for the promise of Allah is true." But he says, "This is nothing but tales of the ancients!"
Fransızca:
Quant à celui qui dit à ses père et mère : "Fi de vous deux ! Me promettez-vous qu'on me fera sortir de terre alors que des générations avant moi ont passé ? " Et les deux, implorant le secours d'Allah, [lui dirent]: "Malheur à toi ! Crois. Car la promesse d'Allah est véridique". Mais il (répond) : "Ce ne sont que des contes d'Anciens".
Almanca:
Und derjenige, der seinen Eltern sagte: "Pfui für euch! Versprecht ihr mir, daß ich hervorgebracht werde, und bereits vergingen die Generationen vor mir." Und beide rufen ALLAH um Hilfe und sagen: "Dein Niedergang! Verinnerliche den Iman! ALLAHs Versprechen ist gewiß wahr." Dann sagt er: "Dies ist doch nichts anderes als die Legenden der Früheren."
Rusça:
А есть такой, который говорит своим родителям: "Тьфу вам! Неужели вы угрожаете мне тем, что меня вытащат из могилы, в то время как до меня уже прошло много поколений?" Они молят Аллаха о помощи: "Горе тебе! Уверуй, ведь обещание Аллаха истинно!" Он же говорит: "Это - всего лишь сказки древних народов".
Arapça:
وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَّكُمَا أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتِ الْقُرُونُ مِن قَبْلِي وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ وَيْلَكَ آمِنْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ana ve babasına: "Öf size! siz bana öldükten sonra tekrar dirilip kabrimden çıkarılacağımı mı vaad ediyorsunuz? Oysa benden önce nice nesiller gelip geçmiştir." diyen kimseye ana ve babası Allah'a sığınarak "Yazıklar olsun sana! Gel iman et, şüphesiz ki, Allah'ın vaadi gerçektir." dediklerinde o: "Bu Kur'ân öncekilerin masallarından başka bir şey değildir" diyordu.
Diyanet Vakfı:
Ana ve babasına: Öf be size! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, beni mi tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz? diyen kimseye, ana ve babası Allah'ın yardımına sığınarak: Yazıklar olsun sana! İman et. Allah'ın vadi gerçektir, dedikleri halde o: Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir, der.

ülâike-lleẕîne ḥaḳḳa `aleyhimü-lḳavlü fî ümemin ḳad ḫalet min ḳablihim mine-lcinni vel'ins. innehüm kânû ḫâsirîn.
Türkçe:
İşte bunlar, kendilerinden önce gelip geçmiş cin ve insan ümmetleri içinde, üzerlerine azap hak olanlardır. Hiç kuşkusuz, onlar, hüsrana uğrayanlardır.
İngilizce:
Such are they against whom is proved the sentence among the previous generations of Jinns and men, that have passed away; for they will be (utterly) lost.
Fransızca:
Ce sont ceux-là qui ont mérité la sentence [prescrite] en même temps que des communautés déjà passées avant eux parmi les djinns et les hommes. Ils étaient réellement perdants.
Almanca:
Diese sind diejenigen, gegen sie das Gesagte Rechtens war, unter Umam, die bereits vor ihnen vergingen, von den Dschinn und den Menschen. Gewiß, sie waren Verlierer.
Rusça:
Сбылось Слово относительно них и живших до них народов из числа джиннов и людей. Воистину, они были потерпевшими убыток.
Arapça:
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İşte onlar kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları içerisinde haklarında azab vaadi hak olmuş kimselerdir. Onlar gerçekten hüsrana uğramışlardır.
Diyanet Vakfı:
İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında azabın gerçekleştiği kimselerdir. Gerçekten onlar ziyana uğrayanlardır.

veliküllin deracâtüm mimmâ `amilû. veliyüveffiyehüm a`mâlehüm vehüm lâ yużlemûn.
Türkçe:
Her birinin, yapıp ettiklerinden dereceleri vardır. Amellerinin karşılığı eksiksiz verilecektir, hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.
İngilizce:
And to all are (assigned) degrees according to the deeds which they (have done), and in order that (Allah) may recompense their deeds, and no injustice be done to them.
Fransızca:
Et il y a des rangs [de mérite] pour chacun, selon ce qu'ils ont fait, afin qu'Allah leur attribue la pleine récompense de leurs oeuvres; et ils ne seront point lésés.
Almanca:
Und für beide gibt es Stellungen für das, was sie taten. Und ER wird ihnen ihre Taten doch vergüten, und ihnen wird kein Unrecht angetan.
Rusça:
Для всех будут ступени, соответствующие тому, что они совершили, дабы Аллах воздал им сполна за их деяния, и с ними не поступят несправедливо.
Arapça:
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُوا ۖ وَلِيُوَفِّيَهُمْ أَعْمَالَهُمْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının karşılığını tam olarak verir. Onlara haksızlık edilmez.
Diyanet Vakfı:
Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.

veyevme yü`raḍu-lleẕîne keferû `ale-nnâr. eẕhebtüm ṭayyibâtiküm fî ḥayâtikümü-ddünyâ vestemta`tüm bihâ. felyevme tüczevne `aẕâbe-lhûni bimâ küntüm testekbirûne fi-l'arḍi bigayri-lḥaḳḳi vebimâ küntüm tefsüḳûn.
Türkçe:
Gün olur, inkâr edenler ateşe arz edilirler. Onlara denir ki: "İyiliklerinizi/nimetlerinizi, o iğreti dünya hayatınızda silip süpürdünüz, onlarla zevklenip eğlendiniz. Bugünse alçaltıcı azapla cezalandırılacaksınız. Çünkü siz, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladınız ve gerçeğe ters düştünüz."
İngilizce:
And on the Day that the Unbelievers will be placed before the Fire, (It will be said to them): "Ye received your good things in the life of the world, and ye took your pleasure out of them: but today shall ye be recompensed with a Penalty of humiliation: for that ye were arrogant on earth without just cause, and that ye (ever) transgressed."
Fransızca:
Et le jour où ceux qui mécru seront présentés au Feu (il leur sera dit) : "vous avez dissipé vos [biens] excellents et vous en avez joui pleinement durant votre vie sur terre : on vous rétribue donc aujourd'hui du châtiment avilissant, pour l'orgueil dont vous vous enfliez injustement sur terre, et pour votre perversité.
Almanca:
Und an dem Tag, wenn diejenigen, die Kufr betrieben haben, dem Feuer ausgesetzt werden: "Ihr habt eure Tay-yibat in eurem diesseitigen Leben verbraucht und habt sie genossen, so wird euch heute die Peinigung der Erniedrigung vergolten wegen dem, wie ihr euch auf Erden zu Unrecht in Arroganz zu erheben pflegtet, und wegen dem, wie ihr Fisq zu betreiben pflegtet."
Rusça:
В тот день, когда неверующих представят Огню, им скажут: "Вы растратили свои блага в свой мирской жизни и попользовались ими. Сегодня вашим воздаянием будут унизительные мучения за то, что вы превозносились на земле безо всякого права, и за то, что вы были нечестивцами".
Arapça:
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُم بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنتُمْ تَفْسُقُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
İnkâr edenler ateşe arzedilecekleri gün onlara: "Siz dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz, artık bugün yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve yoldan çıkmış olmanızdan dolayı aşağılayıcı bir azabla cezalandırılacaksınız." (denir).
Diyanet Vakfı:
İnkar edenler ateşe arzolunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz!

veẕkür eḫâ `âdin. iẕ enẕera ḳavmehû bil'aḥḳâfi veḳad ḫaleti-nnüẕüru mim beyni yedeyhi vemin ḫalfihî ellâ ta`büdû ille-llâh. innî eḫâfü `aleyküm `aẕâbe yevmin `ażîm.
Türkçe:
Âd kavminin kardeşini de an! O, kendinden önce ve sonra uyarıcıların gelip geçtiği Ahkaf'ta, toplumunu şöyle uyarmıştı: "Allah'tan başkasına kulluk/ibadet etmeyin! Gerçek şu ki, ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum."
İngilizce:
Mention (Hud) one of 'Ad's (own) brethren: Behold, he warned his people about the winding Sand-tracts: but there have been warners before him and after him: "Worship ye none other than Allah: Truly I fear for you the Penalty of a Mighty Day."
Fransızca:
Et rappelle-toi le frère des Aad (Hud) quand il avertit son peuple à Al-Ahqaf - alors qu'avant et après lui, des avertisseurs sont passés - [en disant]: "N'adorez qu'Allah. Je crains pour vous le châtiment d'un jour terrible".
Almanca:
Und erwähne den Bruder von 'Aad, als er seine Leute in Al-ahqaf warnte, und bereits vergingen die Warner vor ihm und hinter ihm: "Dient nichts anderes als ALLAH! Ja! Ich fürchte um euch die Peinigung eines gewaltigen Tages."
Rusça:
Помяни брата адитов. Вот он предостерег свой народ среди барханов, хотя перед ним и позади него уже были предостережения: "Не поклоняйтесь никому, кроме Аллаха! Воистину, я боюсь, что вас постигнут мучения в Великий день".
Arapça:
۞ وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Ey Muhammed! Âd kavminin kardeşi Hud'u hatırla. Hani O, Ahkâf denilen yerde kavmini uyarmıştı. O'ndan önce ve sonra da nice peygamberler gelip geçmiştir. Hud, kavmine: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum." demişti.
Diyanet Vakfı:
Ad kavminin kardeşini (Hud'u) an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf bölgesindeki kavmine: Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum, demişti.

ḳâlû eci'tenâ lite'fikenâ `an âlihetinâ. fe'tinâ bimâ te`idünâ in künte mine-ṣṣâdiḳîn.
Türkçe:
Dediler: "Sen bizi, tanrılarımızdan yüz geri etmek için mi geldin? Eğer doğru sözlülerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi ortaya getir."
İngilizce:
They said: "Hast thou come in order to turn us aside from our gods? Then bring upon us the (calamity) with which thou dost threaten us, if thou art telling the truth?"
Fransızca:
Ils dirent : "Es-tu venu à nous détourner de nos divinités ? Eh bien, apporte-nous ce que tu nous promets si tu es du nombre des véridiques".
Almanca:
Sie sagten: "Kamst du zu uns, um uns von unseren Göttern abzuhalten? Dann bringe uns, was du uns androhst, solltest du von den Wahrhaftigen sein."
Rusça:
Они сказали: "Неужели ты пришел для того, чтобы отвратить нас от наших богов? Яви же нам то, чем ты нам угрожаешь, если ты являешься одним из тех, кто говорит правду".
Arapça:
قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ آلِهَتِنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Onlar: "Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir." dediler.
Diyanet Vakfı:
"Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi bize geldin? Hadi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler.

ḳâle inneme-l`ilmü `inde-llâh. veübelliguküm mâ ürsiltü bihî velâkinnî erâküm ḳavmen techelûn.
Türkçe:
Dedi: "İlim, ancak Allah katındadır. Ben size, bana vahyedileni tebliğ ediyorum. Fakat sizin, cahillik edip duran bir toplum olduğunuzu görüyorum."
İngilizce:
He said: "The Knowledge (of when it will come) is only with Allah: I proclaim to you the mission on which I have been sent: But I see that ye are a people in ignorance!"..
Fransızca:
Il dit : " La science n'est qu'auprès d'Allah. Je vous transmets cependant le message avec lequel j'ai été envoyé. Mais je vois que vous êtes des gens ignorants".
Almanca:
Er sagte: 3 "Das Wissen ist nur bei ALLAH. Und ich verkünde euch das, womit ich entsandt wurde. Doch ich sehe euch als Leute, die unwissend sind."
Rusça:
Он сказал: "Знание - у Аллаха, а я лишь довожу до вашего сведения то, с чем я послан. Но я вижу, что вы являетесь невежественными людьми".
Arapça:
قَالَ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ وَأُبَلِّغُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ وَلَٰكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
Hud: "O azabın ne zaman geleceğine dair ilim Allah katındadır. Ben size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum." dedi.
Diyanet Vakfı:
Hud da! Bilgi ancak Allah'ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi duyuruyorum. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum, dedi.

felemmâ raevhü `âriḍam müstaḳbile evdiyetihim ḳâlû hâẕâ `âriḍum mümṭirunâ. bel hüve me-sta`celtüm bih. rîḥun fîhâ `aẕâbün elîm.
Türkçe:
Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde görünce: "Ha, dediler, bu bize yağmur getirecek bir bulut!" Hayır, o, aceleden istediğiniz şeyin ta kendisi. Bir rüzgâr ki, içinde acıklı bir azap var.
İngilizce:
Then, when they saw the (Penalty in the shape of) a cloud traversing the sky, coming to meet their valleys, they said, "This cloud will give us rain!" "Nay, it is the (Calamity) ye were asking to be hastened!- A wind wherein is a Grievous Penalty!
Fransızca:
Puis, voyant un nuage se dirigeant vers leurs vallées, ils dirent; "Voici un nuage qui nous apporte de la pluie". Au contraire ! c'est cela même que vous cherchiez à hâter : C'est un vent qui contient un châtiment douloureux,
Almanca:
Und als sie es als Regenwolke sahen, die über ihre Täler zieht, sagten sie: "Dies ist eine Regenwolke, die über uns regnen wird." Nein, sondern sie ist das, womit ihr Eile gefordert habt, ein Wind, mit dem eine qualvolle Peinigung ist,
Rusça:
Когда же они увидели его (наказание) в виде тучи, надвигающейся на их долины, они сказали: "Это - туча, которая прольет на нас дождь". О нет! Вот то, что вы торопили, - ветер, несущий с собой мучительные страдания.
Arapça:
فَلَمَّا رَأَوْهُ عَارِضًا مُّسْتَقْبِلَ أَوْدِيَتِهِمْ قَالُوا هَٰذَا عَارِضٌ مُّمْطِرُنَا ۚ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُم بِهِ ۖ رِيحٌ فِيهَا عَذَابٌ أَلِيمٌ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O azabı, vadilerine doğru yayılan bir bulut halinde gördükleri zaman: "Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur." dediler. Hud ise: "O sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. O bir rüzgârdır ki, içerisinde acı bir azab vardır.
Diyanet Vakfı:
Nihayet onu, vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce: Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur, dediler. Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgardır!

tüdemmiru külle şey'im biemri rabbihâ feaṣbeḥû lâ yürâ illâ mesâkinühüm. keẕâlike neczi-lḳavme-lmücrimîn.
Türkçe:
Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir edecek. Sonunda o hale geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Suçlular topluluğunu işte böyle cezalandırırız biz.
İngilizce:
Everything will it destroy by the command of its Lord! Then by the morning they - nothing was to be seen but (the ruins of) their houses! thus do We recompense those given to sin!
Fransızca:
détruisant tout, par le commandement de son Seigneur". Puis, le lendemain on ne voyait plus que leurs demeures. Ainsi rétribuons-Nous les gens criminels.
Almanca:
er vernichtet alles, mit der Anweisung seines HERRN. Dann wurden sie so, daß nichts anderes als ihre Wohnstätten gesehen wird. Und solcherart vergelten WIR den schwer verfehlenden Leuten.
Rusça:
Он уничтожает всякую вещь по велению своего Господа. А на утро от них остались видны только их жилища. Так Мы воздаем грешным людям.
Arapça:
تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِأَمْرِ رَبِّهَا فَأَصْبَحُوا لَا يُرَىٰ إِلَّا مَسَاكِنُهُمْ ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
O rüzgâr, Rabbinin emri ile herşeyi yıkar mahveder." dedi. Nihayet helâk oldular ve evlerinden başka hiçbir şey görünmez oldu. İşte biz günahkâr kavmi böyle cezalandırırız.
Diyanet Vakfı:
O (rüzgar), Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder. Nitekim (o kasırga gelince) onların evlerinden başka bir şey görülmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız.
Sayfalar
