S/A | Türkçe - Erhan Aktaş | Arapça | Ano |
---|---|---|---|
16/52 |
Göklerde ve yerde ne varsa, yalnız O’nundur. Din de yalnızca O’nundur.(1) Böyleyken, Allah’tan başkasına mı takvâlı oluyorsunuz? |
وَلَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَهُ الدِّينُ وَاصِبًا ۚ أَفَغَيْرَ اللَّهِ تَتَّقُونَ |
1953 |
16/53 |
Sahip olduğunuz nimetlerin tamamı, Allah’tandır. Sonra bir sıkıntıya uğradığınızda, yalnız O’na yalvarırsınız. |
وَمَا بِكُم مِّن نِّعْمَةٍ فَمِنَ اللَّهِ ۖ ثُمَّ إِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَإِلَيْهِ تَجْأَرُونَ |
1954 |
16/54 |
Sonra O, sizden sıkıntıyı giderince, bir kısmınız hemen Rabb’lerine şirk koşmaya başlar. |
ثُمَّ إِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنكُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِّنكُم بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ |
1955 |
16/55 |
Kendilerine verdiklerimize nankörlük ediyorlar. Şimdilik faydalanın bakalım! Yakında göreceksiniz! |
لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ ۚ فَتَمَتَّعُوا ۖ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ |
1956 |
16/56 |
Onlar, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden bilinçsizce(1) pay ayırıyorlar. Allah’a yemin olsun ki, uydurduğunuz bu şeylerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz. |
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَصِيبًا مِّمَّا رَزَقْنَاهُمْ ۗ تَاللَّهِ لَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَفْتَرُونَ |
1957 |
16/57 |
Kız çocuklarını Allah’a yakıştırıyorlar. O, bundan münezzehtir.(1) Hoşlandıklarını(2) da kendilerine ayırıyorlar. |
وَيَجْعَلُونَ لِلَّهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُ ۙ وَلَهُم مَّا يَشْتَهُونَ |
1958 |
16/58 |
Onlardan birisine, çocuğunun kız olduğu haberi verildiği zaman, kızgınlığından yüzü kapkara kesilir. |
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِالْأُنثَىٰ ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ |
1959 |
16/59 |
Aldığı haberin kötülüğünden, insanların yüzüne bakamaz olur! Bu zillete(1) karşı onu yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Dikkat edin, verdikleri hüküm(2) ne kötüdür! |
يَتَوَارَىٰ مِنَ الْقَوْمِ مِن سُوءِ مَا بُشِّرَ بِهِ ۚ أَيُمْسِكُهُ عَلَىٰ هُونٍ أَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِ ۗ أَلَا سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ |
1960 |
16/60 |
Kötü misaller(1) âhirete inanmayanlara aittir. En yüce misaller Allah içindir. O, Mutlak Üstün Olan’dır, En İyi Hüküm Veren’dir. |
لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِ ۖ وَلِلَّهِ الْمَثَلُ الْأَعْلَىٰ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ |
1961 |
16/61 |
Eğer Allah insanları, haksızlıkları nedeniyle cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar erteler. Süreleri dolduğu zaman ne bir saat ertelenir ne de öne alınır. |
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِم مَّا تَرَكَ عَلَيْهَا مِن دَابَّةٍ وَلَٰكِن يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ |
1962 |
16/62 |
Onlar, hoşlanmadıkları şeyleri Allah’a ait kılarlar. Dilleri en iyinin kendilerine ait olduğu yalanını söyler durur. Ateş onlara aittir. Onlar ifratta(1) olanlardır. |
وَيَجْعَلُونَ لِلَّهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ أَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ أَنَّ لَهُمُ الْحُسْنَىٰ ۖ لَا جَرَمَ أَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَأَنَّهُم مُّفْرَطُونَ |
1963 |
16/63 |
Allah’a ant olsun ki, Biz, kesinlikle senden önceki toplumlara da elçiler gönderdik. Şeytân,(1) onlara yaptıklarını süslü gösterdi. Şeytân, o gün de bugün de onların velisidir. Onlar için acı veren bir azâp vardır. |
تَاللَّهِ لَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَىٰ أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ |
1964 |
16/64 |
Biz, sana Kitâp’ı, hakkında ayrılığa düştükleri şeyleri, kendilerine beyân(1) etmen ve îmân eden bir halk için yol gösterici ve rahmet olmasından başka bir şey için indirmedik. |
وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ ۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ |
1965 |
16/65 |
Allah, gökyüzünden suyu indirerek, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verdi. Bunda dinleyen(1) bir halk için kesinlikle bir âyet(2) vardır. |
وَاللَّهُ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ |
1966 |
16/66 |
Hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Size, onların karınlarındaki fışkı(1) ile kan arasından süzülüp gelen içimi lezzetli, halis(2) bir süt içiriyoruz. |
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً ۖ نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهِ مِن بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَّبَنًا خَالِصًا سَائِغًا لِّلشَّارِبِينَ |
1967 |
16/67 |
Üzüm ve hurma meyvelerinden sarhoşluk veren içecek(1) ve faydalı besinler elde edersiniz. Aklını kullanan bir halk için, bunda kesinlikle bir âyet(2) vardır. |
وَمِن ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالْأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ |
1968 |
16/68 |
Rabb’in, bal arısına; dağlarda, ağaçlarda ve hazırladıkları şeylerde(1) yuva edinmesini vahyetti.(2) |
وَأَوْحَىٰ رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ |
1969 |
16/69 |
“Sonra, her çeşit bitkiden ye. Rabb’inin emre amade kılınmış yollarında dolaş.(1)” Onun karınlarından, çeşitli renklerde şarap(2) çıkar. Onda, insanlar için şifa vardır. Bunda düşünen bir toplum için kesinlikle bir âyet vardır. |
ثُمَّ كُلِي مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًا ۚ يَخْرُجُ مِن بُطُونِهَا شَرَابٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِّلنَّاسِ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ |
1970 |
16/70 |
Sizi, Allah yarattı, sonra da sizi vefât ettirecek. Sizden kiminiz de bilir bir haldeyken,(1) hiçbir şey bilmeyen ihtiyar bir bunak oluncaya dek yaşatılır. Allah, Her Şeyi Bilen’dir, Her Şeye Gücü Yeten’dir. |
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفَّاكُمْ ۚ وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَىٰ أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْئًا ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ قَدِيرٌ |
1971 |
16/71 |
Allah, rızık konusunda kiminizi kiminize üstün kıldı. Üstün kılınanlar; rızıklarını yeminle hak sahibi oldukları(1) kimselere aktarıyorlar da onlar, onda eşit oluyorlar mı? O halde, Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?(2) |
وَاللَّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ فِي الرِّزْقِ ۚ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُوا بِرَادِّي رِزْقِهِمْ عَلَىٰ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاءٌ ۚ أَفَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ |
1972 |
16/72 |
Allah sizin için, kendinizden eşler var etti ve eşlerden de çocuklar ve torunlar var etti. Temiz şeylerle rızıklandırdı. Hala Bâtıl'a mı inanıyorlar? Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? |
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم بَنِينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ ۚ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللَّهِ هُمْ يَكْفُرُونَ |
1973 |
16/73 |
Onlar, Allah’ın yanı sıra, göklerden ve yerden kendilerine hiçbir rızık veremeyen ve hiçbir şeye güçleri yetmeyen şeylere kulluk ediyorlar. |
وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ شَيْئًا وَلَا يَسْتَطِيعُونَ |
1974 |
16/74 |
Artık Allah’a benzerler uydurmayın. Kuşkusuz, Allah bilir siz bilmezsiniz. |
فَلَا تَضْرِبُوا لِلَّهِ الْأَمْثَالَ ۚ إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ |
1975 |
16/75 |
Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olmuş bir abd(1) ile tarafımızdan kendisine iyi bir rızık verip de ondan gizli ve açık olarak yardımda bulunan bir kimseyi örnek verir. Bunlar, hiç bir olurlar mı? Hamd, Allah’a mahsustur. Ne var ki onların çoğu bilmezler. |
۞ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا عَبْدًا مَّمْلُوكًا لَّا يَقْدِرُ عَلَىٰ شَيْءٍ وَمَن رَّزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًا ۖ هَلْ يَسْتَوُونَ ۚ الْحَمْدُ لِلَّهِ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ |
1976 |
16/76 |
Allah, iki adamı da örnek verdi: Bunlardan biri dilsiz ve hiçbir şeye gücü yetmez; mevlâsına(1) bir yüktür. Onu nereye gönderirse göndersin, bir iş beceremez. Bu adamla, adaleti emreden ve dosdoğru yolda olan eşit olur mu? |
وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا رَّجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلَىٰ شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلَىٰ مَوْلَاهُ أَيْنَمَا يُوَجِّههُّ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍ ۖ هَلْ يَسْتَوِي هُوَ وَمَن يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ ۙ وَهُوَ عَلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ |
1977 |
16/77 |
Göklerin ve yerin gaybı, yalnızca Allah’a aittir. Sâ’at’in(1) emri de yalnızca göz açıp kapamak veya ondan daha az bir zamanda olacaktır. Kuşkusuz, Allah Her Şeye Kâdir’dir. |
وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ |
1978 |
16/78 |
Ve Allah, sizi hiçbir şey bilmez halde, annelerinizin karnından çıkardı. Size işitme yetisi,(1) görme yetisi(2) ve anlama yetisi(3) verdi. Umulur ki şükredersiniz. |
وَاللَّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْئًا وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ |
1979 |
16/79 |
Gökyüzünün boşluğunda ilâhî yasa gereği, uçuşan kuşları görmüyorlar mı? Onları, Allah’tan başkası o boşlukta tutamaz. Bunda inanan bir halk için âyetler(1) vardır. |
أَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاءِ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا اللَّهُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ |
1980 |
16/80 |
Allah, evlerinizden sizin için bir huzur ve dinginlik yeri yaptı. Ve sizin için, hayvanların derilerinden yolculuğunuz sırasında ve konaklamanızda taşınabilir çadırdan evler ve yünlerinden, tüylerinden, kıllarından ev eşyası ve geçim aracı yaptı. |
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُم مِّن بُيُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُم مِّن جُلُودِ الْأَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ إِقَامَتِكُمْ ۙ وَمِنْ أَصْوَافِهَا وَأَوْبَارِهَا وَأَشْعَارِهَا أَثَاثًا وَمَتَاعًا إِلَىٰ حِينٍ |
1981 |
16/81 |
Allah, sizin için, yarattığı şeylerden gölgeler yaptı. Sizin için dağlardan sığınaklar, sizi sıcaktan koruyacak giysiler ve şiddetli darbelerden koruyacak giysiler(1) yaptı. Sizin üzerinizdeki nimetini işte böyle tamamlıyor. Umulur ki; böylece teslim(2) olursunuz. |
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُم مِّمَّا خَلَقَ ظِلَالًا وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْجِبَالِ أَكْنَانًا وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُم بَأْسَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ |
1982 |
16/82 |
Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen sadece açık bir şekilde tebliğ(1) etmektir. |
فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُبِينُ |
1983 |
16/83 |
Onlar, bu nimetleri Allah’ın verdiğini biliyorlar. Sonra da onu görmezden geliyorlar. Onların çoğu Kâfir(1) kimselerdir. |
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللَّهِ ثُمَّ يُنكِرُونَهَا وَأَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ |
1984 |